FÂCİR

الفاجر

Kâfir veya günahkâr mümin anlamında bir terim.

Sözlükte “yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak” anlamındaki fecr veya fücur kökünden türeyen bir sıfat olarak “dindarlık perdesini yırtan, fütursuzca günaha dalan, haktan bâtıla sapan kimse” gibi mânalar taşır. Câhiliye devri Araplarının haram aylarda yaptıkları savaşlara “günah işlenen günler” anlamında eyyâmü’l-ficâr adı verilirdi. Fâcir kelimesinin kökünü oluşturan fücur, “şehvet gücünün ileri dereceye varması” veya “nefsin insanı şeriat ve ahlâk ilkelerine


aykırı işler yapmaya sevkeden özelliği” diye de tarif edilir (et-TaǾrifât, “el-fücur” md.; Tehânevî, Keşşaf, “el-fücur”). “İlâhî emirlerden çıkan kimse” anlamına gelen fâsık terimi ile fâcir arasında benzerlik varsa da fâsıkın fâcirden daha umumi olduğu kabul edilir (İsmail Hakkı Bursevî, s. 163).

Fâcir kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde müfred, dört yerde cemi sigasıyla (fecere, füccâr) yer almakta, bir âyette de kökü olan fücur geçmektedir. Fiil sigasıyla yer alan kullanımlarının sadece biri (el-Kıyâme 75/5) terim mânasını taşır. Fâcir Kur’an’da daha çok günah işlemenin nihaî noktasında bulunan “kâfir” mânasında kullanılmaktadır. İlgili âyetlerde belirtildiğine göre yeryüzünde fesat çıkaran ve ölümden sonra dirilişi inkâr eden fâcirler âhirette, iman edip kötülüklerden sakınanlarla aynı muameleye tâbi tutulmayacak, müminlerin yüzü parlayıp gülecek ve onlar naîm cennetlerine girecekler, fâcirlerin yüzü ise kararacak ve kendileri alevli ateşe atılacaklardır (bk. M. F. Abdülbâkî, el-MuǾcem, “fcr” md.). Toshihiko Izutsu, fücur kelimesinin ima ettiği “sapma göstermek mânasından hareketle Kur’an’daki anlamını “doğru yoldan ayrılmak ve gayri ahlâkî iş yapmak” şeklinde gösterir (The Ethical Terms in the Koran, s. 151).

Bazı hadislerde yalan söyleyen, zina fiilini işleyen, Kur’an’ı okuduğu halde başkalarını ondaki buyruklara uymaya çağırmayan, yalan yere yemin eden, insanları aldatan ve faizcilik yapanların fâcir oldukları bildirilerek kelime “günahkâr mümin” anlamında kullanılmış (Müsned, I, 135; III, 37, 428; V, 455; VI, 321; Buhârî, “Ahkâm”, 30, “Śalât”, 32, “Cihâd”, 44), bir kısmında da cennete sadece müminlerin gireceği, fâcirlerin cehennemlik olduğu (Buhârî, “Cihâd”, 182), Kur’an okuyan fâcirin kokusu güzel, tadı acı, Kur’an okumayan fâcirin ise kokusu bulunmayan, tadı da acı olan bitkiye benzediği (Buhârî, “Tevhîd”, 57), ölen müminlerin dünya sıkıntılarından kurtulduğu, ölen fâcirlerden ise dünyadakilerin kurtulduğu (Müslim, “Cenâǿiz”, 61) belirtilerek fâcire “kâfir” veya “münafık” anlamı verilmiştir.

Kelâm ilminde fâcir, kâfir veya mümin sayılıp sayılmayacağı açısından tartışma konusu olmuştur. Gerek Mu‘tezile gerekse Mürcie âlimleri fâcire “büyük günah işleyen mümin” mânası vermişler ve buna bağlı olarak onun hakkında fikir yürütmüşlerdir. Mu‘tezile’ye göre fâcir imandan çıkmıştır, tövbe etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak cehennemde kalır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de fâcirlerin âhirette cehenneme atılacakları ve oradan ayrılmayacakları haber verilir (el-İnfitâr 82/14-16). Mürcie’ye göre ise fâcir her ne kadar ilâhî emirlere karşı itaatsizlikte bulunmuşsa da iman esaslarını benimsediği için müminlerle beraber olacaktır (Kādî Abdülcebbâr, s. 590, 682; Fahreddin er-Râzî, XXXI, 84).

Ehl-i sünnet âlimlerine göre fâcir kâfir, münafık ve büyük günah işleyen mümini de kapsayan bir terim olduğundan her fâcir hakkında aynı hükmü vermek mümkün değildir. Kelime mutlak olarak kullanıldığı takdirde kâfir mânasına gelir. İman ettiği halde günah işleyenler ise bu anlamda fâcir kabul edilemezler. Buna göre fâcirlerin cehennemden ayrılmayacaklarını haber veren naslarla kâfirlerin veya münafıkların kastedilmiş olması gerekir (Mâtürîdî, s. 329; İbn Hazm, III, 276-279; Fahreddin er-Râzî, XXXI, 84-85).

Fâcir kelimesinin Kur’an’daki kullanılışı göz önünde bulundurulduğu takdirde Mu‘tezile ile Mürcie’nin fikirlerini doğru bulmak mümkün değildir. Çünkü fâcir ya kâfir kelimesini tekit etmekte veya müminin zıddı anlamında zikredilmektedir. Hadislerde ise fâcir kâfir, münafık ve günahkâr mümin için ortak bir ad olarak kullanılmakta, böylece bir anlamda her kâfirin fâcir olduğuna, fakat her fâcirin kâfir olmadığına işaret edilmektedir. Nitekim Ebû Hanîfe’nin el-Fıķhü’l-ekber’inde geçen (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, s. 61) ve zamanla bütün Ehl-i sünnetin ortak görüşü haline gelen, “Sâlih (ber) olsun fâcir olsun her müminin arkasında namaz kılmak caizdir” şeklindeki meşhur ifadede fâcir “günahkâr mümin” anlamında kullanılmış, böylece her fâcirin dinden çıkmış olmayacağına ve imanını korumakla birlikte günahkâr olan bir kimsenin İslâm cemaatinin bir ferdi sayılması gerektiğine işaret edilmiştir (Krş. Ber). Sonuç olarak fâcirin, nasların çoğunda itaatten uzaklaşmanın nihaî noktası olan “kâfir” anlamına, bazı hadislerde de mümin olmakla birlikte “büyük günah işleyen kimse” mânasına geldiği anlaşılmaktadır (Büyük günah işleyen kimsenin dinî durumu için bk. Kebîre).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî. el-Müfredât, “fcr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “fcr” md.; et-TaǾrîfât, “el-fücûr” md.; Tehânevî, Keşşaf, “el-fücûr” md.; M. F. Abdülbâkî, el-MuǾcem, “fcr” md.; Müsned, I, 135, 379; III. 37, 428; V, 296, 304, 455; VI, 321; Buhârî. “Ahkâm”, 30, “Şalât”, 32, “Cihâd”, 44, 182, “Tevhîd”, 57, “Tefsîrü’l-Kurǿân”, 65/4, 8, “Rikâk”, 42; Müslim. “Cenâǿiz”, 61; İmam-ı Azam’ın Beş Eseri (nşr. M. Zâhid Kevserî, trc. Mustafa Öz), İstanbul 1981, s. 61; İbn Kuteybe, Teǿvîlü müşkili l-Kurǿân (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1393/1973, s. 346-347; Mâtürîdî, Kİtâbü’t-Tevhid, s. 329; Kâdî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kurǿân (nşr. Adnan M. Zerzûr), Kahire 1969, s. 590, 667, 682; İbn Hazm. el-Faşl (Umeyre), III, 276-279; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), IV, 190; a.mlf., el-Fâǿik, III, 390; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, VII, 125; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, XXXI, 84-85; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 413; İsmail Hakkı Bursevî, Furûku Hakkı, İstanbul 1310, s. 163; T. Izutsu, The Ethical Terms in the Koran, Tokyo 1959, s. 151; Metin Yurdagür, “Ber”, DİA, V, 468-469.

Osman Karadeniz