FALNÂME

فالنامه

Türk ve Fars kültürlerinde falla ilgili eserlerin genel adı.

Fal bakma veya baktırma bütün toplumlarda olduğu gibi İslâm toplumlarında da yaygın bir gelenektir. Falın toplumun hemen her kesiminde, özellikle önemli kararlar alınacağı zaman âdeta bir danışma ve iyiye yorma vasıtası olarak kabul görmesi ve yaygınlaşmasında, “Tıyârenin aslı yoktur, onun en iyisi faldır” (Buhârî, “Ŧıb”, 42) mealindeki hadisten çıkarılan müsamahakâr yorumun rol oynadığı söylenebilir. Falın yaygınlaşmasının sonucu olarak nasıl fal bakılacağını öğreten, bu iş için kullanılacak metinlerin de yer aldığı fal kitaplarının hazırlanmasına ihtiyaç duyulmuş, fal bakmanın usul ve âdabı ile çeşitli fal türlerini konu alan Arapça, Farsça, Türkçe manzum ve mensur birçok eser kaleme alınmıştır. “Fal bakmaya yarayan, mistik folklorun gereği olarak anlaşılması kolay bir dille yazılmış resimli ve resimsiz, tıbbî folklora ait telkine dayalı kitaplar” şeklinde tanımlanan bu eserler, zamanla klasik Türk ve Fars edebiyatlarında “falnâme” adı verilen bir tür meydana getirmiştir. Bu eserlerin padişah ve devlet adamlarıyla ileri gelen kişilere takdim edilen nüshaları tanınmış hattat ve müzehhiplerin elinden çıktığı gibi bazılarına minyatür ve şekiller de ilâve edilmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan (Hazine, nr. 1703) ve Kalender Paşa adlı bir sanatkâr tarafından hazırlanarak I. Ahmed’e (1603-1617) takdim edilen Türkçe ve Farsça falnâme bu özelliklere sahip en güzel örneklerdendir. Aynı kütüphanedeki Farsça Fâl-i Ķurǿbân nüshasında da (Hazine, nr. 1702) sayfa büyüklüğünde altmış minyatür bulunmaktadır.

FalnÂmelerin başında, “Gaybı ancak Allah bilir” hükmü kaydedildiği gibi fal bakmak suretiyle yapılacak işin olayları hayra yormadan (tefe’ül) ibaret olduğu özellikle vurgulanmıştır. Falnaâmelerde, tefe’ülde bulunmadan önce abdest almakla başlayan bir dizi dinî davranış tavsiye edilmiş, böylece falın caiz olmadığı konusundaki tereddütlerin giderilmesine çalışılmıştır. Meselâ halk arasında geniş kabul gören Tefe’ülnâme-i Muhyiddin Arabî adlı eserin mukaddimesinde, bir işe başlayıp başlamama konusunda tereddüt eden bir kimsenin abdestli olarak kıbleye doğru oturup eûzü besmele, Âyetü’l-kürsî, En‘âm sûresinin 59. âyetiyle üç İhlâs, bir Fatiha ve on salavât-ı şerife okuyup sevabını Hz. Peygamber’e bağışladıktan sonra tefe’ülde bulunması gerektiği ifade edilmektedir. Yine bu falnâmeden tefe’ülün bir nevi istihare mahiyeti taşıdığı anlaşılmaktadır. Bazı falnâmelerde fal bakmadan önce okunması gereken Arapça dualar da kaydedilmiştir.

Falnâmeler kıyafet (kıyafetnâme), firâset (firâsetnâme), ırâfet (ırâfetnâme) ve ta‘rîfat (ta‘rîfâtnâme) gibi bilinenleri yorumlayarak


yeni bilgiler elde etme yollarını gösterenler ve kura esasına dayalı olarak ileride meydana gelecek olaylar hakkında fikir yürütme usullerini açıklayanlar şeklinde iki kısımda ele alınabilir (“İstihrâcnâme”, “Yıldıznâme” ve “İhtilâcnâme” adlarıyla anılan eserler de bir bakıma falla ilgili olmakla beraber falnâmelerden ayrı bazı özelliklere sahiptir). Asıl falnâme türünü meydana getiren eserler ikinci grubu oluşturanlardır. Fâtih Sultan Mehmed devri şair ve âlimlerinden Mevlânâ Hâmidî’nin Câm-ı Süħangûy adlı kitabında olduğu gibi (Geniş bilgi İçin bk. Ertaylan, s. 66-79) bazılarına yazarları tarafından özel isimler de verilen bu ikinci tür falnameler de genel olarak hazırlayan kişilere, fal bakılmasında kullanılan metinlere göre iki grupta toplanabilir. Her grubu takip ettikleri metotlara veya tertip şekillerine göre sınıflandırmak da mümkündür. Hazırlayanların isimleriyle meşhur olan falnameler genellikle Hz. Ali, Ca‘fer es-Sâdık ve Muhyiddin İbnü’l-Arabîye nisbet edilen eserlerdir. Ancak bu eserlerin onlara ait olması uzak bir ihtimal olup manevî otoriteleri dolayısıyla kendilerine izafe edildikleri söylenebilir. Hz. Ali’nin ilim şehrinin kapısı ve peygamber sırlarının vârisi olarak kabul edilmesi, Ca‘fer es-Sâdık’ın güvenilir bir kişiliğe sahip oluşu, ikisinin de gizli ilimlere vâkıf ve cifri (cefr) en iyi bilen şahıslar olduğu, bilhassa Hz. Ali’nin kıyamete kadar olmuş ve olacak her şeyi Hz. Peygamber’den veraset yoluyla öğrendiği (DİA, VII, l, 215, 217) inancından hareketle onların falnâme müellifi olarak gösterildiklerini söylemek mümkündür. İbnü’l-Arabî ise manevî-bâtınî İlimlerdeki engin bilgisiyle tanınmış bir mutasavvıf olduğundan onun tertip ettiği kabul edilen bir tefe’ülnâme de çok yaygınlık kazanmıştır. Tefe’ülnâme-i İmâm Sühreverdî ile (İstanbul 1330), kütüphane kataloglarında Ahmed Bîcan adına kaydedilen Fâl-i Kuran ve Fâl-i Nebi adlı eserler de (Antalya-Elmalı Halk Ktp., nr. 4986, 4987) tanınmış kişilere izâfe edilen falnâmeler olarak bu gruba dahil edilebilir.

Fal bakılmasında kullanılan metinlere göre falnâmeleri üç gruba ayırmak mümkündür.

1. Kur’an Falnâmeleri. Falnâmelerin en yaygın türü Kur’an’a dayalı olarak hazırlanan eserlerdir. “Fâlü’l-Kur’ân” adıyla anılan bu eserlere müstakil olarak veya bazı yazma Kur’an nüshalarının sonuna eklenmiş halde rastlanır (Meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2; Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 9). Arapça, Farsça veya Türkçe olarak yazılan bu falnâmelerin başında genellikle Kur’an tefe’ülünün Hz. Peygamber tarafından tavsiye edildiği, hatta bazılarında bunun sünnet olduğu ifade edilip tefe’ülün âdâb ve usulünün anlatılması dikkati çeker. Bu tür falnâmeler de ikiye ayrılır,

a) Harflerin yorumuna dayalı falnameler. Bunlarda gerekli dualar okunduktan sonra Kur’ân-ı Kerîm açılır. Sağ sayfasında ilk karşılaşılan âyetin ilk harfinin Kur’an’ın hangi âyetlerine delâlet ettiği belirtilerek bu âyetlerin mânaları fala esas alınır. Bu türün daha karmaşık bir uygulaması da şöyledir: Kur’an açılıp sağ sayfada bulunan “Allah” adları sayılır. Daha sonra bu sayı kadar sayfa çevrilir. Bulunan sayfada yine aynı miktar satır sayılır. Ulaşılan satırın ilk harfinin ilgili olduğu âyetin mânasına göre hareket edilir. Her harfin ilgili olduğu âyet ve bunun yorumu falnâmede verilmiştir. “Eliften” “yâ”ya kadar her harfe ait bu gibi yorumlara, “Elif gelirse kavlühû teâlâ “ الله لا إله إلا هو الحيّ القيّوم لا تأخذه سنة ولا نوم” te’vili hayırdır ve şâdılıktır. Eğer tekrar gelirse emektir, nesne hâsıl olmaz. Eğer “dad” gelirse kavlühû teâlâ “ضرب الله مثلاً لِلذين كفروا ” hayrını şerrini Allah bilir, gayrı kimesnenin kuvveti vardır onun üzerine. Eğer tekrar gelirse evin adamı olursa dahi işlemeye” şeklindeki kayıtlar (Ertaylan, s. 14-15) örnek olarak verilebilir. “Kutbü’l-Âriffn Şeyh Fahreddin Efendi’nin kendi amel ettiği fal” diye takdim edilen bir falnâmede, “Hemen vahy menzilesindedir, şek getirmeyeler” kaydının bulunması dikkat çekicidir (a.e., s. 16).

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye atfedilen tefe’ülnâme de bu türdendir. Bu eserde, “İstediğim iş hayırlı mı değil mi? Hacc-ı şerife gitmek nasip olur mu olmaz mı? Şol nikâh hayırlı mı yoksa değil mi?” gibi yirmi dokuz çeşit soru altında “eliften” “yâ”ya kadar harflerin değişik şekillerde sıralanmasından meydana gelen cetveller yerleştirilmiş, sayfa kenarına da tefe’üle esas alınacak âyetler yazılmıştır. Âyetlere yani bunlardan çıkarılacak fala mevcut cetvellerdeki harfler yardımıyla ulaşılmaktadır. Millet Kütüphanesi’nde (Ali Emîrî, Şer’iyye, nr. 1096) İbnü’l-Arabî adına kayıtlı yazma bir falname de aynı şekildedir. Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi’nde (Ulucami, nr. 34) mevcut, müellifi bilinmeyen Türkçe manzum bir Kur’an falnâmesi İsmail Hikmet Ertaylan tarafından neşredilmiştir (Falnâme, s. 10-13). Bazı Kur’an falnamelerinde âyetler zikredilmeden sadece harflerin açıklamaları yapılmıştır. Fevâid mecmuaları ile cönklerde bu tür birçok falnâmeye rastlamak mümkündür.


b) Kur’an âyetlerine dayalı falnameler. Bu tür falnamelerde yirmi sûreden seçilmiş bazı âyetlerin yorumu yapılır. Ca‘fer es-Sâdık’a izafe edilen Türkçe Falname ile (Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî, Şer’iyye, nr. 549) bunun Farsça’sı Feǿlü’l-Ķurǿân (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4224, vr. 151b-154a) ve Arapça’sı (Süleymaniye Ktp., Giresun Yazmaları, nr. 108, vr. 170-176) bu falnamelere ömek olarak gösterilebilir. Yirmi haneli bir cetvelden kura ile belirlenen rakamın sûre adlarının numaralı olarak yer aldığı bir dairede tesbiti ve bunun altında mevcut olan aynı numaralı âyetin mânası fala bakan kişiyi sonuca ulaştırır.

Ayşe Duvarcı’nn fal ve falcılık hakkında bir inceleme ile birlikte yayıma hazırladığı Risâle-i Falnâme li-Ca‘fer-i Sâdık ve Tefeülnâme adlı iki falnâme Kur’an falnâmelerinin her iki tipine örnek olarak gösterilebilir (Bk. bib). Bunlardan Nuruosmaniye Kütüphanesi”nde bulunan (nr. 4988) ilk eser âyetlere dayalı mensur, Ankara’da Millî Kütüphane’de bulunan (nr. 1968 A 329) ikinci eser ise harfleri esas alan manzum bir falnâmedir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut (Reşid Efendi, nr. 22.546) eksik bir Fâî-i Kur’an nüshasının baş tarafında sûrelerin havassı anlatıldıktan sonra doğrudan âyetlerin, ardından da peygamber isimlerinin tefe’ülü hakkında bilgi verilmiştir. Örneği az bulunan bu nüsha Kur’ân falnâmelerinin karışık yapısı hakkında fikir veren tipik bir metindir.

2. Kura Falnameleri. Bu tür falnameler, üzerinde rakam veya harfler bulunan bir nevi zar atılarak kullanıldığı için bu adı almış olmalıdır. Birçok çeşidi bulunan bu falnâmelerin her birinin usulü ve muhtevası farklıdır. Kura falında atılan kura, harfleri gösterebileceği gibi rakamları da gösterebilir. Bir defa atılabileceği gibi üç, beş ve daha çok tek sayılarla da atılabilir. Bazan kura bir cetvel halinde düzenlenmiş harfler, rakamlar ve şekiller üzerine de atılabilmektedir. Nitekim Hurşîdnâme adlı manzum bir kura falında kuranın. “Al imdi kur‘ayı eline ey şâh/Oku bir Fatiha üç Kulhüvallah//Salât eyle resule etme ihmâl/Var imdi levh-i Hurşîd üstüne sal” beyitlerinden, kuranın “hurşîd” harflerinin yazılı olduğu bir cetvel üzerine atılacağı anlaşılmaktadır. Kitâb-ı Fâl (İstanbul 1273) adını taşıyan matbu bir Hurşîdnâme’de tefe’ül için köşeleri üzerine ha, re, şın, yâ, dal (hurşîd) harfleri yazılı bir zar kullanılacağı, üste gelen harfin delâlet ettiği yıldızın ifade ettiği anlam için o yıldızla ilgili beyitlere bakılması gerektiği, tekrar atılacak kurada gelen harfin ait olduğu kuşlar için nazmedilmiş beyitlere, oradan hayvanlara, oradan da peygamberlere ulaşılacağı anlatılmaktadır. Falın sonucu ise her peygamberin adının altında yazılmıştır.

Kura fallarının yapısı çok karmaşık olduğundan her defasında atılacak kuralar da değişebilmektedir. Önce harf veya rakam, ardından bitkiler (özellikle çiçek ve meyveler), hayvanlar (özellikle kuşlar), insanlar (Halifeler, sultanlar, beyler, erenler, kabileler, milletler vb.), yıldızlar (özellikle burçlar) için kura atılmakta, en son olarak da peygamber isimlerinde karar kılınmakta, böylece son kura fal sahibi için neticeyi belirlemektedir. Bütün bu gruplar arasında birinden diğerine intikali sağlayan karmaşık bağlantılar kurulmuştur.

Kura falnamelerinin en tanınmışları Ca‘fer es-Sâdık’a izafe edilenleridir. İsmail Hikmet Ertaylan Falnâme adlı eserinde Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilen ve Fâtih Sultan Mehmed adına hazırlanmış olan Türkçe en geniş (106 sayfa) ve en eski kura falnâmesi nüshalarından birinin tıpkı basımını yayımlamıştır (İstanbul 1951). Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Nuri Arlasez, nr. 52; Tercüman, nr. 71) başka yazma nüshaları da bulunan bu falnâme 1270 (1854) ve 1333 (1917) yıllarında iki defa basılmıştır.

Hazırlayanı belli olmayan Bahtnâme adlı (İstanbul [?], ts.) risale de mensur bir kura falnâmesidir. “Tecrübe-i tâli‘ meselesini ilm-i hikmet ve fenn-i tıbba tatbîkan halletmek” ve okuyucuları safsatalardan kurtarmak amacıyla değişik kaynaklardan derlendiği belirtilen bu kitapçığın önsözünde “maksadın gaybı bilmek gibi eblehâne bir işe yeltenmek olmayıp bî-esas tefe’üllere fünûn-ı hâzıranın üstünlüğünü göstermek olduğu” ifade edilmektedir (s. 3). Ancak incelendiğinde, vücuttaki elektriğe dayanılarak rakam tesbiti yapılması gibi kura usulünde farklı bir yol tutulan bu eserin de bir kura falı olduğu görülür. Eser, fal kısmı biraz daha geliştirilerek Bahtnâme-i Cedîd adıyla da yayımlanmıştır (Özege, I, 112). Abdülkadir adında bir kişi tarafından Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin ĶurǾa-tü’ŧ-ŧuyûr adlı eserinden tercüme edildiği belirtilerek yayımlanan Baht Aynası isimli eser de (İstanbul 1332) manzum bir kura falıdır. Tefe’ülnâme-i Hüseynî adını taşıyan bir diğer matbu falnâme ise (İstanbul 1332, 1339) Hz. Ali, Ca‘fer es-Sâdık, Muhyiddin İbnü’l-Arabî başta olmak üzere çeşitli kişiler tarafından tertip edildiği kaydedilen bir kura falnâmesidir.

3. Peygamber Adlarına Göre Düzenlenen Falnameler. “Fe’lü’n-nebî” (Fâl-i Nebî) veya “Fe’lü esmâi’n-nebî” (Fâl-i Esmâ-i Nebî) adlarıyla da anılan bu eserlerde peygamberlerin isimleri bir şema veya daire halinde düzenlenmiş ve her birinin hayati, tebliğleri ve mucizelerine dayalı fallar verilmiştir. Millet Kütüphanesindeki eser (Ali Emîrî, Şer’iyye, nr. 569, vr. 41-48) bu türdendir. Ayrıca aynı kütüphanede bulunan (nr. 549, vr. 22-28) başka bir eserde olduğu gibi bazı fâl-i nebî türü eserlerde


peygamber isimlerine dört halife ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adlan da dahil edilmiştir.

Yukarıda tanıtılan fanlâme türlerinin hiçbirine uymayan bazı falnmeler de vardır. Meselâ İranlı şair Ubeyd-i Zâkânî’nin külliyatı içinde bulunan TâliǾnâme (Falnâme-i Burûc) adlı Farsça mensur falnâmede (İÜ Ktp., FY, nr. 123) her falın sonunda bir rubâî yer almaktadır. Bu eserde fala inananlarla ve bu alanda yazılmış eserlerle alay edilmesi dikkat çekicidir. Aynı külliyat içinde yer alan Falnâme-i Vuhûş ile Falnâme-i Tuyûr adlı risalelerde kuşlara ve diğer hayvanlara dayanılarak çıkarılan fallar alaycı bir ifadeyle anlatılmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Reşid Efendi, nr. 984) Aristo’dan nakledilen Gālib-Mağlûb Falı adlı bir falname bulunmaktadır.

Fal için kullanılmanın yanı sıra bir nevi sanat göstermek ve hoş vakit geçirmek gayesiyle çeşitli risaleler kaleme alınmıştır. Bunların en tanınmışı, Cem Sultan’ın manzum bir çiçek falı olan “Fâl-i Reyhan” adlı kırk sekiz beyitlik mesnevisidir. Şair eserin “Der Tarîk-i Niyyet” başlıklı bölümünde, “Gel ey yâr-ı muvafık cân-ı sâdık/Gönül esrânna sensin muvafık//Bu ezhânn birin kıl dilde ihfâ/Ki sen demeden ola âşikâ-râ” diyerek çiçek adlarından tutulacak niyetlerle kalpte gizli olan şeylerin ortaya çıkacağını söyler. Son beyitlerinde ise, “Değildir hükm-i gaybî kasdım el-hak/Heman maksûd olan san’attır el-hak//Ki hükm-i gayba Hak’tır ancak ahkem/Budur söz doğrusu vallâhu a‘lem” diyerek maksadının gaybı bilmek olmadığını, gaybı Allah’ın bileceğini, eserini sadece sanat yapmak için kaleme aldığını belirtir. İsmail Hikmet Ertaylan’ın faksimilesini verdiği bu eseri Halil Ersoylu tek nüshasına dayanarak yayımlamış, daha sonra Münevver Okur Meriç de yeni tesbit ettiği bir nüshayı hakkında bilgi vererek neşretmiştir (Bk. Bibl). XVI. yüzyıl divan şairi Zaîfî de “bir gönül eğlencesi” olarak “fâl-ı mürgân” (kuş falı) tanzim etmiştir. Bazıları mükerrer elli dokuz kuş isminin her biri için yazılmış ikişer beyitten meydana gelen bu falnâme Cemal Kurnaz tarafından yayımlanmıştır (Bk. Bibl).

Amasya’da 1172 (1758) yılında Hacı Mehmed Ağa adlı bir kişiye hediye edilmek üzere istinsah edilmiş Falnâme-i Esâmî maa Remz ve Hazâ Falnâme-i Meyvehâ maa Remz adlarını taşıyan altmışar beyitlik iki manzume de çiçek ve meyve isimlerine dayalı değişik bir falnâme örneğidir (Millî Ktp., nr. 2837, vr. 77a-78b; 79a-80a). Müellifi belli olmayan bu falnâmelerden nasıl faydalanılacağı açıklanmamıştır. Son kısmında ise vr. 80b-8l b başlıksız, on altı beyitlik bir mukaddimenin ardından “eliften” “yâ”ya kadar her harfe ait falın üçer beyitle açıklandığı bir Kur’an falı yer almaktadır.

Falnâme adını taşımamakla birlikte falnâme özelliği gösteren eserler de vardır. Meselâ çok eski zamanlarda Arap kabilelerinden birisi tarafından düzenlendiği, Fransızca’ya tercüme edildikten sonra Türkçe’ye de çevrildiği kaydıyla yayımlanan Tuhfetü’t-ta‘bîrât adlı eser bir falnâmedir (İstanbul [?], ts.). Bu kitapta 100 haneli bir cetveldeki rakamlar yardımıyla ulaşılan, hemen hepsi âşık-mâşuk ilişkisi üzerine kurulmuş mâniler yer almakta olup bunlar halk içinde çok revaç bulan, niyet veya mâni falı adıyla ve özellikle genç kızlar arasında yaygın bir eğlence vasıtası olarak yaşayan türün güzel birer örneğidir.

İsmail Hikmet Ertaylan İstanbul, Anadolu ve Avrupa kütüphanelerinde tesbit edebildiği yirmi dört falnâme nüshasının listesini vermiştir (Falnâme, s. 29-31). Bundan başka Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi yazmaları kataloglarında (Karatay, Türkçe Yazmalar, I, 641-642; a.mlf., Farsça Yazmalar, I, 108-109) bazı falnâme nüshaları tanıtılmış. Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalogu’nda da Farsça iki falname nüshâsına işaret edilmiştir (Gölpınarlı, III, 95, nr. 2930), Ayrıca Millî Kütüphane’de çeşitli yazma falnâme nüshaları bulunmaktadır (nr. 153, 165, 592, 1133, 1881, 2461, 2703, 3793, 5179).


Bütün bu falnâme türleri dışında başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere bazı kitaplar da tefe’ül amacıyla kullanılmıştır. Kur’an’dan tefe’ül şöyle yapılır: Bir niyet tutularak Kur’an açılır. Sağ sayfada göze çarpan ilk âyetin mânasından çıkan sonuç ile tefe’ül edilir. Edebî ve tarihî kaynaklarda bu tür tefe’ül ile ilgili pek çok bilgi bulunmaktadır. II. Mehmed. 1446’da tahtı babasına terkedip Manisa’ya dönmek zorunda kaldığında Molla Hüsrev kendisini teselli etmek için Kur’an’dan tefe’ül etmiş, pek yakında yine padişah olacağı müjdesini vermişti. Özellikle sıkıntılı zamanlarda çok yaygın olarak başvurulan bu usul Kur’an’ın anlaşılıp uygulanmasını engellediği için Mehmed Akif tarafından, “İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin/Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için” beytiyle tenkit edilmiştir.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’si ve Dîvân-ı Kebîr’i ile Sa‘dî’nin Gülistân’ı, Hâfız, Yûnus Emre, Niyâzî-i Mısrî’nin divanları da tefe’ül amacıyla kullanılmıştır. Ahmediyye, Muhammediyye ve Envârü’l âşıkîn gibi bazı eserlerle tefe’ül etmek halk arasında çok yaygın bir gelenektir. Bunların münevver zümre arasında en çok rağbet bulanı Mevlânâ’nın Meŝnevi’si ile Sa‘dî nin Gülistân’ı ve Hâfiz-ı Şîrâzînin divanıdır. Özellikle Dîvân-ı Ĥâfıž’ın kitap falları arasında ayrı bir yeri vardır. Bu eserden fal açmak için söylenen, “Ey Hâfız-ı Şî-râzî bize bir bak! Ben bir fal açmak istiyorum, sen de bütün gizlilikleri bilirsin” mânasına gelen şu Farsça tekerleme bütün İslâm dünyasında Dîvân-ı Ĥâfıž’dan tefe’ülün ön şartı gibi kabul edilerek asırlarca tekrarlanmıştır: “Ey Hâfız-ı Şîrâzî/Ber mâ nazar endâzî/Men tâlib-i yek fâlem/Tu kâşif-i her râzî. Fasîh Ahmed Dede’nin divanı da Mevlevîler arasında bu maksatla çok kullanılan bir eserdir. Uygulanması kolay olduğu için eski toplum hayatında her sınıf insanın bu eserlere çok sık müracaat ettiği bilinmektedir. Bu kitaplardan fal açmak, “kitap falı” denilen bir fal türünün doğmasına sebep olmuştur.

Halk arasında “kitap açmak” olarak adlandırılan bu davranışlar için Türkçe’de “fal açmak, fal tutmak, fal çekmek, fal bakmak, tefe’ül, tefe’ül etmek, fâl-i hayr, gözleri fal taşı gibi açılmak, falı kutlu olmak vb.” birçok deyim kullanılmış; “Fal yalancı gönül eğlenci”; “Falcı falcıya fend etmez”: “Neyse halin çıksın (odur) fâlin”; “Fala inanma, falsız da kalma” gibi atasözü ve tekerlemeler söylenmiştir. Bu arada divan şiiri kadrosunda da falla ilgili birçok mazmun ve remiz yerini almıştır (Çeşitli örnekler için bk. Onay, S. 164-165; Eyüboğlu, I, 98; II, 178).

BİBLİYOGRAFYA:

Buharî, “Tıb”, 42; İbn Haldun. Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 781-808; Kitâbü Fâl, İstanbul 1273, s. 4; Tefe’ül-nâme-i Muhyiddin Arabi, İstanbul 1330, s. 3-4; Abdülkādir, Baht Aynası, İstanbul 1332, s. 3-8; Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Tefe’ülnâme-i Hüseyni İstanbul 1339; Bahtnâme, İstanbul [?], ts., s. 3-6; Risâletü’t-tefe’ülâti’l-müteferrika, Millî Ktp., nr. 2837, vr. 77”-81b; Tuhfetut-ta‘birât, İstanbul, ts., s. 16, 20; İ. Hikmet Ertaylan. Falnâme, İstanbul 1951; Karatay, Türkçe Yazmalar, I, 641-642; a.mlf., Farsça Yazmalar, I, 108-109; FME, s. 273; Gölpınarlı. Katalog, III, 95; E. Kemal Eyüboğiu, Onüçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul 1973-75, I, 98; II, 178; Özege, Katalog, I, 112, 383; IV, 1783-1784; Cemal Kurnaz, “XVI. Asır Şairlerinden Za’îfî’nin Fal-ı Murgan’ı”, Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1983, s. 221 -234; Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar (Haz. Cemal Kurnaz), Ankara 1992, s. 164 165; Ayşe Duvarcı, Türkiyede Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser: Risâle-i Falnâme li-Cafer-i Sâdık ve Tefeülnâme, Ankara 1993; A. Süheyl Ünver. “Türk Mitolojisinde Yaşayan Lokman Hekim ve Hipokrat”, Tıp Fakültesi Mecmuası, IV/15, İstanbul 1941, s. 1973-1979; Halil Ersoylu, “Fal, Falnâme ve Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultan”, İslâm Medeniyeti Mecmuası, V/2, İstanbul 1981, s. 69-81; a.mlf., “Bir Açıklama”, TT, XVII/99 (1992), s. 131-132; K. Rührdanz, “Die miniaturen des Dresdener, Falnâme”, Persica, sy. 12 (1987), s. 1-55; Chahryar Adle, “K. Rührdanz, Die miniaturen des Dresdener, ‘Falnâme’, Abstracta Iranica, XII (1989), s. 161; Münevver Okur -Meriç. “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultan Adlı Eseri”, TT, XVI/96 (1991), s. 24-27; XVII/97 (1992), s. 64; Dihhudâ, Luğatnâme, XXI, 34-37; “Fal-Falcılar”, İst.A, X, 5506-5508; H. Masse. “Fāl-nā-ma”, EI² (İng. II, 760-761; Mustafa Öz, “Ca‘fer es-Sâdık”, DİA, VII, 1; Metin Yurdagür, “Cefr”, a.e., VII, 215, 217.

Mustafa Uzun