FASIL

الفصل

Arap edebiyatında cümlelerin “ve” bağlacı ile birbirine bağlanmaması anlamında bir meânî terimi.

Sözlükte “kesmek, uzaklaştırmak, ayırmak” anlamına gelen fasıl (fasl), meânî ilminde “bir ibare içinde ardarda gelen cümleler arasında bazı durumlarda ‘ve’ (vav) bağlacını kullanmamak” demektir. Karşıtı “bitiştirmek, ulamak” anlamındaki vasıldır. Tanınmış Arap dil âlimi Ebû Ali el-Fârisî’nin (ö. 377/987) belâgatı “fasıl ve vasıl yapılacak yerleri bilmek” şeklinde tanımlaması, fasıl ve vaslın meânî ilminin en önemli konularından biri olduğunu gösterir.

Faslın yapıldığı yerler şunlardır: Birbirini takip eden iki cümle arasında tam bir kopukluk (kemâl-i inkıta, tebâyün-i tâm) varsa ve aralarında “ve” bağlacı kullanılmadığı takdirde muhatabın yanlış anlamasına yol açmıyorsa fasıl yapılır. Bu da iki şekilde olur. 1. İki cümleden biri bildirme (haberî, ihbârî), diğeri isteme (inşâî, talebî) kipinde olması. Cümleler arasındaki bu farklılık iki şekilde görülür. a) Hem lafız hem de anlamca farklılık: ’’إيّاك نعبد وإيّاك نستعين / اهدنا الصراط المستقيم‘‘ (Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız / bize doğru yolu göster [el-Fâtiha 1/5, 6]) örneğinde olduğu gibi. b) Sadece anlam açısından farklılık: “Mâte fülânün/rahimehullah” (Falanca öldü / Allah rahmet eylesin) cümlelerinde görüldüğü gibi. 2. İki cümlenin anlamı, yüklem ve özneleri arasında bir irtibat bulunmaması durumunda da fasla gidilir. Aşağıdaki beyit buna bir örnek teşkil eder: “İnneme’l-mer’ü bi-asgareyhi / Küllü’m-riin rehnün bi-mâ ledeyhi” (İnsan ancak iki küçüğüyle [kalbi ve dili] insandır / her insan yaptığından sorumludur).

İki cümle arasında tam bir ilgi (kemâl-i ittisal, ittihâd-ı tâm) bulunması halinde de fasıl yapılır. Bu da üç şekilde olur. a) İkinci cümle birinciyi lafız veya mâna bakımından pekiştirici (te’kîd-i lafzî, te’kîd-i mânevî) durumundadır. Şu âyetler buna örnek olarak verilebilir: ’’فمهّل الكافرين / أمهلهم رويداً‘‘ (Kâfirlere mühlet ver / onları biraz kendi hallerine bırak [et-Târık 86-17]); ’’ما هذا بشراً / إن هذا إلّا ملك كريم‘‘ (Bu bir beşer değil / bu ancak üstün bir melektir [Yûsuf 12/311]). b) İkinci cümle birinciden bedel durumundadır. Bunun kül. cüz (ba‘z) ve iştimal bedeli türlerinde olması câizdir. Aşağıdaki âyetler buna örnek teşkil eder: بل قالوا مثلما قال الأولون / قالوا أإذا متنا وكنّا تراباً وعظاماً أإنا لمبعوثون‘‘ (Buna rağmen onlar öncekilerin dedikleri gibi dediler/dediler ki; Sahi biz ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mî? [el-Mü’minûn 23/81-82]). أمدّكم بما تعلمون / أمدّكم بأنعام وبنين‘‘ (Bildiğiniz şeyleri size veren / size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden O’dur [eş-Şuarâ 26, 132, 133]). ’’اتبعوا المرسلين / اتبعوا من لا يسألكم أجراً وهم مهتدون‘‘ (Bu elçilere uyun / sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir [Yâsîn 36/20, 21]). c) İkinci cümle birinciyi açıklar durumdadır (atf-ı beyân): ’’فوسوس إليه الشيطان / قال يا آدم هل أدلك على شجرة الخلد وملكٍ لا يبلى‘‘ (Derken şeytan onun aklını karıştırıp / “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?” dedi [Tâhâ 20/120]) âyetinde görüldüğü gibi.

İki cümle arasında kısmen kopukluk (şibh-i kemâl-i inkıtâ) varsa yine fasıl yapılır. Bu da bir cümleden önce iki cümlenin geçip bunu, birisine bağlamak doğru olduğu halde istenilen anlamın bozulması sebebiyle diğerine atfetmenin uygun olmaması durumunda görülür ve bu yanılgıyı ortadan kaldırmak için atıf terkedilir. Bu fasla “kat” (kesme) adı verilir (Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, s. 126; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa, s. 164; Seyyid Ahmed el-Hâşimî, s. 165). Şu beyit buna bir örnektir: “Ve tezunnü Selmâ ennenî / ebgî bihâ // Bedelen / erâhâ fi’d-dalâli tehîmü” (Selmâ sanıyor ki / ben kendisini bıraktım; bir başkasını sevmekteyim / Görüyorum ki o yanılgı içinde bocalamaktadır). Burada son cümlenin başında bağlaç kullanılsaydı. bunun ilk cümleye bağlanması durumunda mâna doğru olduğu halde ikinci cümleye atfedilmesi durumunda yanlış olurdu. Bir karîne getirilerek atıf engeli kaldırılabildiği için bu tam kopukluk sayılmaz.

İki cümle arasında kısmen ilgi (şibh-i kemâl-i ittisâl) bulunması halinde de fasıl yapılır. Bu da ikinci cümlenin birincide gizli bir soruya cevap niteliğinde olması durumunda görülür. Cevap sorudan ayrıldığı (atıf yapılmadığı) gibi ikinci cümle birinciden fasledilir. Bu tür fasla “istînaf”, cevap mahiyetindeki ikinci cümleye de “istînaf (başlangıç) cümlesi” adı verilir (Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, s. 125; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa, s. 163; Seyyid Ahmed el-Hâşimî, s. 164). İstînaf cümlesi, öndeki cümlenin taşıdığı hükmün genel veya özel sebebi veya başka bir sebep hakkındaki sorunun cevabı mahiyetinde olur. Aşağıdaki ibareler buna örnek teşkil eder: “Kāle lî keyfe ente? Kultü alîlü / Seherun dâimün ve hüznün tavîlü” (Bana nasılsın dedi. Hastayım dedim / sürekli uykusuzluk, devamlı hüzün içindeyim). ’’وما أبرّىء نفسي / إنّ النفس لأمّارة بالسوء‘‘ (Nefsimi temize çıkarmıyorum / çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder [Yûsuf 12/53]). Burada görüldüğü gibi özel soruya cevap durumundaki istînaf cümlesi tekitli getirilir ’’فقالوا سلاماً / قال سلام‘‘ (Onlar “selâm” dediler / o da “selâm” dedi [ez-Zâriyât 51/25]). Burada da son cümle, “Melekler böyle deyince İbrâhim ne dedi?” şeklindeki bir soruya cevap durumundadır (bk. İSTÎNAF).

İki cümle arasında anlam ilgisi bulunduğu halde ikinci cümle birincinin hükmüne ortak edilmek istenmiyorsa yine fasla gidilir: ’’وإذا خلوا إلى شياطينهم قالوا إنّا معكم إنما نحن مستهزؤن / الله يستهزىء بهم ‘‘ (Şeytanları ile baş başa kalınca da, aslında biz sizinle beraberiz, biz onlarla sadece alay ediyoruz, derler / Halbuki asıl Allah onlarla alay eder [el-Bakara 2/14-151]) âyetinde görüldüğü gibi. Burada son cümle, ’’إنّا معكم‘‘ (Biz sizinle beraberiz) cümlesine atfedilseydi münafıkların sözleri cümlesinden olacaktı. Bu yanılgıyı gidermek için fasıl yapılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “fsl” md.; Kamus Tercümesi, “fsl” md.; Lane, Lexicon, “fsl” md.; Abdülkâhir el-Cürcânî, Esrârü’l-belâğa, Kahire 1396/1976, I-II; a.mlf., Delâǿilül-iǾcâz (nşr. M. Reşîd Rızâ), Beyrut 1402/1982, s. 170-192; Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-icâz dirayeti’l-iǾcâz (nşr. İbrâhim es-Sâmerrâi - Muhammed Berekât), Amman 1985, s. 163-170; Ebû Ya‘kub es-Sekkâkî, Miftâhu’l-Ǿulûm, Beyrut, ts (el-Mektebetü’l-İlmiyye), s. 119 vd.; Hatîb el-Kazvînî, Telhîsü’l-Miftâh (MecmûǾu’l-mütûni’l-kebîr içinde), Kahire 1347, s. 380-384; a.mlf., el-Îzâh fî Ǿulûmi’l-belâğa, Beyrut 1405/1985, s. 151-178; Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Hâşiyetü’s-Seyyid Ǿale’l-Mutavvel (Teftâzânî, el-Mutavvel Ǿale’t-Telhîs kenarında), İstanbul 1309, s. 134-137; Süyûtî, Kitâbü’n-Hikâye (Ebû Ya‘kub es-Sekkâkî, Miftâhu’l-Ǿulûm kenarında), Kahire, ts. (el-Matbaatü’l-edebiyye), s. 280-281; Teftâzânî, Muhtasarü’l-meǾânî, İstanbul 1304, s. 219-233; a.mlf., el-Mutavvel Ǿale’t-Telhîs, İstanbul 1304, s. 190-209; Abdünnâfi‘ İffet, en-Nef’u’l-muavvel, İstanbul 1289, I, 310-334; Abdülfettâh Besyûnî, Ǿİlmü’l-meǾanî, Kahire 1408/1987, II, 166-231; Seyyid Ahmed el-Hâşimî, Cevâhirü’l-belâğa, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye), s. 157-174; Ahmed Mustafa el-Merâgı, ǾUlûmü’l-belâğa, Beyrut 1402/1982, s. 199-204; Ali Cârim - Mustafa Emîn, el-Belâgatü’l-vâzıha, İstanbul 1984, I, 227-230; Ebû Mûsâ Muhammed Muhammed, el-Belâğatü’l-Kurǿâniyye fî tefsiri’z-Zemahşerî ve eseruhâ fi’d-dirâsâti’l-belâğıyye, Kahire 1408/1988, s. 440-443.

İsmail Durmuş