FÂSILA

الفاصلة

Kıraat ilminde, edebiyatta ve mûsikide kullanılan bir terim.

Arapça fasl kökünden türeyen ve çoğulu fevâsıl olan kelime sözlükte “ara, aralık, ayıran şey, bölme” gibi anlamlara gelmektedir. Matematikte ve yazıda kullanılan tire işaretiyle ( - ) namaz tesbihinde otuz üçlü birimlerin arasını ayıran nişânelere de Arapça’da fâsıla denilir. Bir görüşe göre terimin kaynağı Kur’an’da geçen “fussılet” (Fussılet 41/3), “fassalnâhu” ve “mufassalât” (el-A‘râf 7/52, 133) kelimeleridir (Zerkeşî, I, 54; Muhammed el-Hasnâvî, s. 25).

Kur’an âyetlerinin son kelimesine, içinde bulunduğu âyetle onu takip eden âyeti birbirinden ayırdığı için “fâsıla”, son harfine de “el-harfü’l-fâsıla” adı verilmiştir; bazı âlimlere göre ise fâsıladan maksat kelimenin tamamı değil sadece son harfidir (Rummânî, s. 89; Muhammed el-Hasnâvî, s. 26). Kur’ânî bir terim olarak fâsılayı ilk defa Sîbeveyhi’nin (ö. 180/796) Kitâbü Sîbeveyhi adlı eserinde (II, 289) kullandığı görülmektedir. Sîbeveyhi’nin, eserini hocası Halîl b. Ahmed’in ders notlarını derleyerek meydana getirdiği (krş. İbnü’l-Kıftî, II, 347) ve Halîl b. Ahmed’in de gramer, sözlük, mûsiki, aruz ve Kur’an’ın i‘rabı, harekelenmesi gibi konulara birçok katkıda bulunduğu göz önüne alınırsa fâsılayı da Kur’ânî anlamda bir terim niteliğiyle ilk defa onun kullanmış olduğu düşünülebilir.

Kıraat ilmindeki fâsıla özetle, “noktalama işaretlerinin bulunmadığı mushaflar okunurken durulması gereken yerleri, yani cümlelerin başlangıçlarını ve sonlarını göstermek üzere yapılmış bir düzenleme” olarak tanımlanabilir. Bu düzenleme gerçekleştirilirken mesele, basit bir dil bilgisi olayı şeklinde ele alınıp meselâ Kitâb-ı Mukaddes’te olduğu gibi her cümlenin başına konulan “ve” edatı ile değil şiirdeki kafiye ve nesirdeki seci gibi bir edebî sanat metodu ile çözümlenmiştir. Bunun için âyetlerin sonuna gelen kelimeler kafiyeler gibi revî harfleriyle bitirilmiş, böylece kıraate mükemmel bir ahenk kazandırılmıştır. Ayrıca kafiye ve secideki zorlamalar olmadan fâsılalar yumuşaklıkla ve kendi tabii güzellikleriyle sıralanmış, herhangi bir anlam kaymasına da yol açılmamıştır.

Bir âyetin nerede başlayıp nerede bittiğinin, diğer bir ifadeyle hangi kelime veya harfin fâsıla olduğunun nasıl bilinebileceği konusunda kaynakların Ca‘berî’nin açıklamalarına itibar ettiği görülmektedir. Ona göre fâsılayı bilmenin biri tevkîfî, diğeri kıyasî olmak üzere iki yolu vardır (Süyûtî, III, 290-291). Birincisinde Hz. Peygamber’in fiilî sünneti esas alınır. Eğer rivayetlerden, onun Kur’ân-ı Kerîm’i okurken her defasında aynı kelime üzerinde durduğu anlaşılıyorsa o kelimenin fâsıla olduğuna hükmedilir; eğer aynı kelime üzerinde bazan durduğu, bazan da durmayıp geçtiği anlaşılıyorsa bu durumda fâsılayı bilmenin yolu kıyas ve ictihada başvurmaktır.

Bir sûrenin fâsılası tek bir harf olabileceği gibi daha fazla da olabilir. Meselâ üç âyetten meydana gelen ve Kur’ân-ı Kerîm’in en kısa sûresi olan Kevser sûresinin fâsılası râ harfidir; 286 âyetten meydana gelen Bakara sûresi Kur’an’ın en uzun sûresidir ve fâsılası mim, nûn, bâ, râ, kâf ve lâm harfleridir. Muhammed el-Hasnâvî’nin tesbitine göre Kur’an’daki fâsılaların sayı bakımından harflere göre dağılımı şöyledir: Nûn 3152, mim 742, râ 710, dal 308, yâ (harf-i med) 245, bâ 221, lâm 211, he 129, yâ 92, kāf 67, te 45, ayn 33, fâ 21, cim 20, tâ 19, ze 17, zâ 17, sîn 14, sâd 10, kâf 9, sâ 6, hâ 5, dad 4, şin 3, vav 3, zâl 2, gayn 1 (el-Fâśıla fi’l-Ķurǿân, s. 296). Yine aynı müellifin tesbitine göre hı harfinde fâsıla yoktur ve 465 fâsılayı esmâ-i hüsnâ teşkil etmektedir (a.e., s. 313). Fâsılaların çoğunu tilâvete güzellik katan, ses zenginliğine sahip ve terennüme imkân veren gunneli harflerle (nûn, mim) med (vav, yâ, elif) ve lîn harfleri (vav, yâ) veya bunlara bitişik olanlar meydana getirmektedir.

İslâm âlimleri kıraat ilmindeki fâsılanın Allah’ın kitabına mahsus olduğu, bu bakımdan kafiye ve seci ile karıştırılmaması gerektiği görüşündedir. Çünkü kafiye şiirde bulunur; Kur’an ise şiir tarzında indirilmemiştir: “Biz ona şiir öğretmedik” (Yâsîn 36/69); “O bir şairin sözü değildir” (el-Hâkka 69/41, ayrıca bk el-Enbiyâ 21/5; es-Sâffât 37/36; et-Tûr 52/30). Seci belâgatta kusur sayılır; çünkü burada asıl olan kelimeler arasındaki armonidir, mâna ona uyar. Ayrıca seci ve kafiye bir zorlamayı gerektirdiği için, şekil ve ses bakımından birbirine uygun kelimelerin seçimi sırasında ortaya mânaca yanlış anlamalara sebebiyet verecek farklılıklar çıkabilmektedir. Halbuki fâsılada durum böyle değildir; burada anlam birinci planda tutulmuştur ve armoni tabii güzelliğiyle kendiliğinden gelir. Fasılaların meydana


getirdiği üstün ahenk, tenâsüp ve insicam zihinlerde ve gönüllerde derin bir tesir bırakır; dolayısıyla âyetlerin hâfızada daha kolay yer etmesine ve Kur’an’ın kolaylıkla ezberlenmesine yardımcı olur. Şüphesiz bu durum ses ve söz uygunluğu, anlam bütünlüğüyle sadece ilâhî kelâma mahsus bir güzelliktir. Bunlardan başka şiirde ve secide görülen kuru kalıplara bağlılık, gereksiz uzatma veya kısaltmalar fâsılada söz konusu değildir. Her ne kadar fâsıla gereği bazı âyetlerde harf ilâvesi (الرسولا’daki elif gibi, el-Ahzâb 33/66), hazfi (إذا يسر’in sonundan düşen yâ gibi, el-Fecr 89/4) veya takdim tehiri (فلله الآخرة والأولى gibi en-Necm 53/25) yahut kelime değişikliği (طور سينين [aslı: سيناء gibi, et-Tîn 95/2) yapıldığı ileri sürülmüşse de bunlarda daha başka sebep ve hikmetlerin bulunduğu da ifade edilmiştir (Zerkeşî, I, 60 vd.).

Fâsıla konusunda Süleyman b. Abdülkavî et-Tûfî (ö. 716/1316) Buġyetü’l-vâśıl ilâ maǾrifeti’l-fevâśıl, İbnü’s-Sâiğ ez-Zümürrüdî İĥkâmü’r-rây fî aĥkâmi’l-ây, Rıdvân b. Muhammed el-Muhallelâtî el-Ķavlü’l-vecîz fî fevâśıli’l-Kitâbi’l-ǾAzîz ve Muhammed el-Hasnâvî el-Fâśıla fi’l-Ķurǿân adlarıyla müstakil çalışmalar yapmışlardır. Bunlardan başka Bâkıllânî, Zerkeşî, Süyûtî, Taşköprizâde, Fîrûzâbâdî, Mustafa Sâdık er-Râfiî, İbrâhim Enîs, Muhammed Abdülvehhâb Hamûde, Ali el-Cündî, Muhammed b. Abdülkādir el-Mübârek, Âişe Abdurrahman, Abdülkerîm el-Hatîb gibi müellifler eserlerinde bu konu üzerinde durmuşlardır. Ayrıca ulûmü’l-Kur’ân ve i‘câzü’l-Kur’ân’a dair bazı kitaplarda da bilgi bulmak mümkündür.

Fâsıla terimi aynı anlamla edebiyatta da kullanılmakta ve nesirde paragrafların, nazımda (aruz) mısraların sonuna rastlayan seci ve kafiyelere fâsıla adı verilmektedir. Aruzda bu adı taşıyan kafiyeler iki grupta toplanıp dört harekeli, bir sakin harften meydana gelenlere “fâsıla-i kübrâ”, üç harekeli, bir sakin harften meydana gelenlere de “fâsıla-i suğrâ” denilir. Yine aruzda “fevâsıl-ı müteakibe”, “fevâsıl-ı muntazama” ve “fevâsıl-ı gayri muntazama” gibi terimler kullanılmaktadır. Mûsikide ise bugünkü karşılığı “aralık” olan fâsıla kelimesi iki ses arasındaki tizlik-peslik farkını ifade etmektedir (geniş bilgi için bk. Öztuna, I, 43).

BİBLİYOGRAFYA:

Cevheri, es-Sıhâh, “fsl” md.; Lisânü’l-ǾArab, “fsl” md.; et-TaǾrîfât, “fasl” md.; Tehânevî, Keşşaf, “fâsıla” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “fsl” md.; Kâmûs Tercümesi, “fsl” md.; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügati (İstanbul 1937), İstanbul 1973, s. 44-45; Türk Lugati, III, 642; Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ǾAyn (nşr. Mehdî el-Mahzûmî - İbrâhim es-Sâmerrâî), Beyrut 1408/1988, VII, 126, 127; Sîbeveyhi, Kitâbü Sîbeveyhi, Bulak 1317, II, 289; İbnü’l-Kıftî, İnbâhü’r-ruvât, II, 347; Zerkeşî, el-Burhân, I, 53-101; Fîrûzâbâdî, Besâǿir (nşr. Muhammed Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-İlmiyye), IV, 194; Süyûtî, el-İtkân (Ebü’l-Fazl), III, 290-315; Keşfü’z-zunûn, I, 18; II, 1293; Elmalılı, Hak Dini, I, 12-14; M. Tayyib Okiç, Kur’ân-ı Kerim’in Üslûb ve Kırâatı, Ankara 1963, s. 6-15; Kâsımî, Mehâsinü’t-teǿvîl (nşr. M. Fuâd Abdülbâki), Kahire 1376/1957, I, 278 vd.; Mennâ el-Kattân, Mebâhis fî Ǿulûmi’l-Kurǿân, Beyrut 1407/1986, s. 153-155; Muhammed el-Hasnâvî, el-Fâsıla fi’l-Kurǿân, Amman 1406/1986; Banarlı, RTET, İstanbul 1987, I, 107; Abdütfettâh Lâşin, “el-Fâsılatü fi’l-Kurǿâni’l-Kerîm”, ed-Dâre, VII/1, Riyad 1981, s. 80-105; Ali Eroğlu, “Kur’ân-ı Kerîm’de Fâsıla”, EAÜİFD, sy. 10 (1991), s. 251-291; Pakalın, I, 590; Öztuna, TMA, I, 43; M. Ben Cheneb, “Fâsıla”, İA, IV, 516; H. Fleisch, “Fâsıla”, EI² (İng.), II, 834-835.

Abdurrahman Çetin - Tevfik Rüştü Topuzoğlu