FAZL

الفضل

Genel olarak fazlalık, üstünlük, lutuf ve İhsan anlamına gelen, özellikle de Allah’ın çok yönlü lutuf ve keremini ifade eden bir terim.

“Artmak, fazlalaşmak; meziyet sahibi ve üstün olmak” anlamlarında masdar olan fazl kelimesi “fazlalık (eksikliğin naks zıddı), isteyerek yapılan iyilik, lutuf ve ihsan, sevabı çok olan iş” mânalarında isim olarak da kullanılır (Lisânü’l-ǾArab, “fżl” md.; Fîrûzâbâdî, Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “fżl” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “fżl” md.). Fahreddin er-Râzî’ye göre bu kelime genellikle “ihsanda çokluk” anlamını ifade eder. Başkalarına çokça iyilik eden kimseye de fâzıl adı verilir. Zamanla bir insanın iyilik yapma düşüncesiyle başka birine sağladığı faydaya da fazl denilmiştir (Mefâtîĥu’l-ġayb, VII 99). Nitekim Bakara sûresinin 237. âyetinde kelimenin bu anlamda kullanıldığı görülür. Burada zifaftan önce boşanmak isteyen kadın ve erkeğin gönüllü olarak birbirlerine ikramda bulunmaları, karşı taraf lehine maddî haklarından feragat etmeleri öğütlenmiştir (a.g.e., VI, 145). Cürcânî fazlı kısaca “karşılıksız iyilik etme” şeklinde tanımlamış (et-TaǾrîfât, “fżl” md.); Râgıb el-İsfahânî ise kelimenin anlamını “bir şeyin yeterli miktardan çok olması” diye açıkladıktan sonra bu çokluğun iyi veya kötü sayılabileceğini belirtmiş; iyi olanına bilgi ve hilim erdeminin ileri derecesini, kötü olanına da aşırı öfkelenmeyi örnek vermiştir. Sözlüklerde, genellikle olumlu fazlalığı ifade etmek üzere fazl, olumsuz olanı ifade etmek üzere de fuzûl kelimelerinin kullanıldığı belirtilir.

Râgıb el-İsfahânî’nin yaptığı, daha sonraki bazı kaynaklarda da tekrar edilen (meselâ bk. Tâcü’l-Ǿarûs, “fżl” md.) fazl tasnifine göre bir şey başka bir şey karşısında üç yönden üstünlüğe sahip olabilir. a) Cins bakımından: Hayvan cinsinin bitki cinsine üstünlüğü gibi; b) Tür (fasıl) bakımından: İnsan türünün hayvan türüne üstünlüğü gibi (Râgıb el-İsfahânî, insanın diğer birçok yaratıktan üstün kılındığını bildiren âyette [el-İsrâ 17/70] tür bakımından fazla işaret edildiğini belirtir); c) Zat bakımından: Bir kişinin başka bir kişiye üstünlüğü gibi. “Allah rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kılmıştır” meâlindeki âyet (en-Nahl 16/71) zat bakımından fazla delâlet eder. İlk iki kategorideki üstünlük farkları varlığın özüne ilişkin olduğu için sabittir. Nitekim bir hayvanın insana has bir üstünlüğe ulaşması mümkün değildir. Zata mahsus fazl ise değişken olup kazanılması da kaybedilmesi de mümkündür (el-Müfredât, “fżl” md.).

Kur’ân-ı Kerîm’de 104 yerde geçen fazl ve bu kökten türeyen diğer kelimelerin büyük bir kısmı Allah’ın genel olarak varlıklar âlemine, bütün insanlara, inananlara ve özel olarak da Muhammed ümmetine, ayrıca belli kişi veya zümrelere karşı maddî ve mânevî lutuf ve cömertliğini ifade eder (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “fżl” md.). Bu arada, “Allah büyük fazl sahibidir” ifadesi birçok âyette tekrar edilir. Kur’an’a göre, “Fazl Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir” (Âl-i İmrân 3/73; el-Hadîd 57/29); “Allah sana bir hayır dilerse O’nun fazlına engel olabilecek bir kimse yoktur” (Yûnus 10/107). Çeşitli âyetlerde dünya ve âhiret mutluluğu, cennet ve cennet nimetleri, Allah’ın bazı günahkârları hemen cezalandırmaması, azaplarını hafifletmesi, günahlarını bağışlaması, hüsrandan koruması, bilmediğini öğretmesi, hidayete erdirmesi, hayırlara fazlasıyla sevap vermesi, iman, İslâm, vahiy, peygamberlik, şefaat gibi Allah’ın insanlığa büyük lutuf ve ihsanları fazl kelimesinin kapsamı içerisinde gösterilmiştir. Müminlerin “hayırlarda yarışma” şeklinde ifade edilen ahlâkî yetkinlik ve çabaları da “büyük bir fazl” olarak nitelendirilmekte olup (Fâtır 35/32) buradaki fazldan ahlâkî fazilet kastedilmiştir. Bir âyette Allah ve Resulü’ne itaat edenlerin O’nun nimetine mazhar kılınmış bulunan peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle beraber olacağı belirtildikten sonra, “Bu Allah’ın bir fazlıdır” denilir (en-Nisâ 3/69-70). Başka bir âyette de Allah tarafından sevilmek ve O’nu sevmek, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve güçlü olmak. Allah yolunda cihad etmek, anlamsız kınama ve yergilerden korkmamak, Allah’ın sadece dilediği kimselere nasip ettiği birer lutuf olarak değerlendirilmiştir (el-Mâide 5/54).

Kur’an’da çeşitli varlık ve imkânlar da fazl kapsamında gösterilir. Buna göre Allah’ın insanların geçimi ve barınması için yaratmış olduğu nesneler, ticaret, kazanç, zenginlik, fetih, zafer ve ganimet gibi dünyevî imkânlar Allah’ın lutuflarındandır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “fżl” md.).

Bazı âyetlerde, “bir kimseyi veya bir şeyi diğerinden üstün kılma” anlamına gelen tafdîl masdarından fiillerle Allah’ın bütün insanlığa veya belli kesimlere şâmil fazlından da söz edilmektedir. Nitekim İsrâ sûresinde (17/70) Âdem oğullarının bazı mazhariyetlerinden örnekler verildikten sonra, “Onları yarattıklarımızın birçoğundan gerçekten üstün kıldık” denilmektedir. Taberî’ye göre bu üstünlük insanın elleriyle iş yapabilmesi, yiyip içebilmesidir (CâmiǾu’l-beyân, XV, 125-126). Râzî ise söz konusu âyet üzerinde kısmen felsefî mahiyette geniş bir yorum yaptıktan sonra burada geçen “tekrîm” ile “tafdîl” arasındaki farkı şöyle açıklar: Yüce Allah insanı akıl, konuşma ve yazma melekeleri yanında estetik bir beden ve ayakta durabilme


gibi özellikleriyle öteki canlılardan üstün kılmış olup âyetteki “tekrîm” kavramı bu fıtrî meziyetlere işaret eder. Allah insana bilhassa akıl ve kavrama yeteneği sayesinde doğru bir akîde ve erdemli bir ahlâkı kazanma imkânını da bahsetmiştir. Âyette geçen “tafdîl” kavramı da sonradan kazanılan bu doğru inanç ve üstün ahlâkı ifade eder (Mefâtîĥu’l-ġayb, XXI, 12-16). Ayrıca bazı insanların biyolojik, dinî, ahlâkî ve insanî değerlerdeki farklılıklarına göre Allah’ın onlara yönelik lutuf ve fazlının farklı olacağını bildiren âyetler de vardır. Buna göre, “Allah insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmıştır” (en-Nisâ 4/83); “Allah malları ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturup bekleyenlerden üstün kılmıştır” (en-Nisâ 4/95). Âhirette bu derece ve üstünlük farkları daha da büyük olacaktır (el-İsrâ 17/21). Allah bir zamanlar İsrâiloğulları’nı da âlemlere üstün kılmıştı (el-Bakara 2/47, 122); fakat daha sonra işledikleri büyük günahlar ve isyanları sebebiyle “onlara zillet ve meskenet damgası vuruldu” (el-Bakara 2/61).

Bütün peygamberlerin âlemlere üstün kılındığının belirtilmesi yanında (el-En‘âm 6/86) bir kısım peygamberlerin diğerlerinden üstün yaratıldığını bildiren âyetler de vardır (bk. TAFDÎL). Ayrıca bazı peygamberlerin isimleri anılarak bunların nâil oldukları özel lutuflardan söz edilir. Meselâ Hz. Süleyman ve oğlu Dâvûd, Allah’ın kendilerini mümin kullarının birçoğundan daha üstün kılmasından dolayı O’na hamdetmişler; Hz. Süleyman, kendisine kuşlarla konuşmanın öğretildiğini ve daha birçok şeyin verildiğini söylemiş, bunun açık bir fazl olduğunu belirtmiştir (en-Neml 27/15-16). Bu âyet, devlet adamlarının veya bu göreve talip olanların sahip oldukları meziyetler hakkında toplumlarını bilgilendirmelerinin uygun olacağı kanaatini vermektedir. Müfessirler Hz. Dâvûd’a verildiği belirtilen fazlı (Sebe’ 34/10) peygamberlik, Zebur, ilim, kudret, dağların ve kuşların ona boyun eğdirilmesi, tövbesinin kabul edilmesi, adaletli yönetimi, demiri eritmesi ve işlemesi, sesinin güzel olması şeklinde açıklamışlardır (Kurtubî, XIV, 264-265).

Fazl kavramı, Allah’ın özellikle İslâm ümmeti hakkındaki lutuflarını belirtmek üzere de kullanılmıştır. Nitekim müfessirler Hadîd sûresinin 29. âyetindeki fazlı bu anlamda yorumlamışlardır (meselâ bk. Şevkânî, V, 207-208). Başka bir yerde, yine fazl kelimesinin kapsamında olmak üzere Allah’ın İslâm ümmetine bahşettiği lutufların bir kısmı aralarından bir peygamberin yetişmesi, onun birçok konuda çevresindeki insanlardan farklı davranarak onları yanlışlık ve sıkıntılardan kurtarması, Allah’ın müslümanlara imanı sevdirmesi, gönüllerini onunla süslemesi, onları inkâr, günah ve isyandan tiksindirmesi şeklinde sıralanmıştır (el-Hucurât 49/7-8).

Fazl kelimesi hadislerde sözlük anlamları yanında Kur’an’da olduğu gibi “Allah’ın lutuf ve ihsanı, cömertliği, zengin hazinesi” mânasında da geçmektedir. Hz. Peygamber’in ümmetine tavsiye ettiği şu duada fazl bu anlamda kullanılmıştır: “Allahım! Bana helâlinden yeteri kadar rızık vererek haram kıldıklarından beni esirge; fazlınla beni zengin kılarak senden başkasına muhtaç olmaktan koru” (Tirmizî, “DaǾavât”, 110). İnsanların malına göz dikmeyi yasaklayan ve Allah’ın fazlından istemeyi emreden daha başka hadisler de vardır (meselâ bk. Buhârî, “Bedǿü’l-vaĥy”, 15; Müslim, “Müsâfirîn”, 68). Birçok hadiste yemek, su, çeşitli mallar gibi maddî varlıkların ihtiyaçtan fazla olan ve başkalarının yararına sunulması öğütlenen kısmı da fazl kelimesiyle ifade edilmiştir.

Hadislerde fazl kelimesi “bir kimsenin veya bir şeyin diğerinden üstün, değerli ve faziletli olması”, tafdîl masdarından muhtelif kelimeler de “üstün, hayırlı ve faziletli kılma” mânasında yaygın şekilde kullanılmaktadır: “Âlimin âbide üstünlüğü dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir” (Ebû Dâvûd, “Ǿİlim”, 1; İbn Mâce, “Muķaddime”, 17); “Arap’ın Arap olmayana... takvadan başka bir üstünlüğü yoktur” (Müsned, V, 411) gibi. Yine fazl kökünden olup “en hayırlı, daha faziletli, sevabı en çok olan” anlamındaki efdal kelimesi de hadislerde sıkça geçmektedir. “Sözlerin en hayırlısı şu dört sözdür: Sübhânallah, elhamdülillah, lâ ilahe illallah, Allāhüekber” (Buhârî, “Eymân”, 19; Müsned, V, 20) anlamındaki hadis buna örnek verilebilir. Bu hadisin başka rivayetlerinde efdal yerine “ehab” (en sevimli) ve “ahyer” (en hayırlı) kelimeleri kullanılmıştır (İbn Hacer, XXV, 63-64). Hadis mecmualarının çoğunda bazı konulara, bu arada sevabı bol olan hayırlı amellere dair hadisleri ihtiva eden özel bölümler ayrılmıştır. Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde “Kitâbü Fażli leyleti’l-Ķadr”, “Kitâbü Feżâǿili aśĥâbi’n-nebî”, “Kitâbü Feżâǿili’l-Medîne”; Müslim’in aynı adı taşıyan eserinde “Kitâbü’l-Feżâǿil” ve “Kitâbü Feżâǿili’n-nebî”, Tirmizî’nin es-Sünen’inde “Kitâbü Feżâǿili’l-cihâd” başlıklı bölümler bunlara örnek teşkil eder. Aynı eserlerde “fazl” kelimesiyle başlayan pek çok alt bölüm de bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fzl” md.; Lisânü’l-ǾArab, “fzl” md.; et-TaǾrîfât, “fzl” md.; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, “fzl” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “fzl” md.; M. F. Abdülbâkî, el-MuǾcem, “fzl” md.; Wensinck, MuǾcem, “fzl” md.; Seyyid Ali Ekber Karaşî, Kâmûs-ı Kurǿân, Tahran 1367, V, 182-192; Müsned, V, 20, 411; Buhârî, “Bedǿü’l-vahy”, 15, “Eymân”, 19; Müslim, “Müsâfirîn”, 68; İbn Mâce, “Mukaddime”, 17; Ebû Dâvûd, “Ǿİlim”, 1; Tirmizî, “DaǾavât”, 110; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1405/1984; XV, 125-126; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, VI, 145; VII, 99; XXI, 12-16; Kurtubî, el-CâmiǾ, XIV, 264-265; İbn Hacer, Fethu’l-bârî (Sa‘d), XXV, 63-64; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, Beyrut 1412/1991, V, 207-208.

Mustafa Çağrıcı