FERRÂ, Yahyâ b. Ziyâd

يحيى بن زياد الفرّاء

Ebû Zekeriyyâ Yahy b. Ziyâd b. Abdillâh el-Absî el-Ferrâ’ (ö.207/822)

Arap dili ve tefsir âlimi.

144 (761-62) yılında Kûfe’de doğdu. Baba tarafından Benî Minkār’ın veya Benî Esed’in âzatlısı bir aileye mensuptu. Bu sebeple Kûfî, Esedî, aslen Deylemli oldukları için de Deylemî nisbeleriyle anılır. Çocukluğu ve ilk tahsil yılları Kûfe’de geçti. İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî ile teyze çocuğu oldukları bilinmektedir. Lakabı olan Ferrâ her ne kadar “kürk yapan, kürk satan” anlamına geliyorsa da kaynaklarda onun bu meslekle meşgul olduğuna dair bilgi yoktur. Bu lakabın ona kelâmı (söz) tahlil ve tetkik ettiği için (yefri’l-kelâm) verildiği söylenmektedir (Semânî, IV, 352). Süyûtî, Ferrâ’nın kürkçülükle hiçbir ilgisinin bulunmadığını belirtmekte (Tuĥfetü’l-erîb, vr. 194b), dil konularını inceleyerek düzene koyduğu için, deriden yapılan giyecekleri biçip diken kimseye benzetilerek ona bu lakabın verildiğini söylemektedir. Ancak fery kelimesi ayrıca “takdir edilecek, insanı hayrete düşürecek işler yapmak” anlamına da geldiğinden çalışmalarındaki olağanüstü başarı ve güzellikten dolayı kendisine bu lakabın verilmiş olması da mümkündür.

Ferrâ’nın ders arkadaşı olduğu anlaşılan Kûfeli muhaddis ve zâhid Hennâd b. Serî’nin anlattığına göre Ferrâ derslerde not tutmaz, dinlemekle yetinir, fakat tefsir veya lugatla ilgili bir söz geçtiği zaman hocadan tekrar etmesini isterdi. Bu sebeple Hennâd, onun kendisine lâzım olan şeyleri ezberlediği kanaatini taşımaktadır. Başlangıçtan beri lügat ve tefsir ilmine daha fazla alâka gösterdiği anlaşılan Ferrâ tahsiline Basra’da devam ederek Halîl b. Ahmed, Yûnus b. Habîb gibi meşhur âlimlerden ders okudu. Kaynakların bildirdiğine göre Ferrâ Halîl’den ziyade Yûnus b. Habîb’in derslerine devam etmiştir. Basra’da Arap dili, tefsir ve kıraat alanlarındaki tahsilini tamamlayıp Kûfe’ye döndüğünde, bu muhitte nahivle meşgul olanların kendilerine rehber edindikleri Ruâsî’nin Kitâbüü’l-Fayśal’ını (el-Faśl) iyice öğrenmiş bulunuyordu.

Mehdî-Billâh devrinde (775-785) hocası Ruâsî’nin tavsiyesiyle Bağdat’a gittiği zaman şehrin en yetkili âlimi olan Kisâî ile yaptığı ilmî tartışmada nahivdeki üstünlüğünü görünce onun gözde talebeleri arasında yer aldı. Daha sonraki yıllarda saraya ve devlet adamlarının çevresine girmesi ve buralarda tanınması da hocası vasıtasıyla oldu. Ferrâ’nın Bağdat’a gidişi ve Kisâî ile tanışması hayatında önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Onun faydalandığı pek çok âlim ve râvinin başında Kisâî gelmektedir. Kisâî’den daha ziyade kıraata dair rivayetleri ve nahvin inceliklerini öğrendi. Nahiv alanında ayrıca Ruâsî’den, lügat konusunda Yûnus b. Habîb’den, dil ve edebiyat konusunda fesahatiyle meşhur bedevîlerden olan Ebü’l-Cerrâh, Ebû Servân ve Ebû Ziyâd el-Kilâbî’den, şiir ve ahbâr* alanında da Mufaddal ed-Dabbî’den istifade etti.

Ferrâ 187 (803) yılından önce çevresinde kendini kabul ettirmiş ve halifenin huzuruna davet edilecek derecede şöhret ve itibar sahibi olmuştu. Bununla beraber gerek nahiv gerekse Kur’an ilimleri alanında dönemin en önemli şahsiyeti sayılması Kisâî’nin ölümünden (189/805) sonraya rastlamaktadır. Kisâî vefat edince arkadaşlarının ısrarı üzerine onun yerine geçti ve o tarihten itibaren hocalık hayatı başlamış oldu. MeǾâni’l-Ķurǿân’dan sonra yazmaya başladığı el-Ĥudûd’un telifine dair rivayetler de onun Bağdat’taki ilmî itibarını açık şekilde göstermektedir. Bu rivayetlerden birine göre Halife Me’mûn ondan, nahiv usulüne ve bedevîlerden derlenmiş fasih Arapça’ya dair malzemeyle ilgili bir eser telif etmesini istemiş, sarayda kendisine bir yer ayırtmış, her türlü ihtiyacını karşılayacak ve ona hizmet edecek kimseler tayin etmiş, eserini yazdıracağı verrâklar tahsis etmiştir. II. (VIII.) yüzyılın sonu ile III. (IX.) yüzyılın ilk yıllarında Kur’ânî ilimler sahasında Bağdat’ta en büyük otorite olarak kabul edilen Ferrâ’nın dersleri ve imlâ meclisleri büyük rağbet görüyordu. Me’mûn’un oğullarına da hocalık yapan Ferrâ’nın yetiştirdiği pek çok talebe arasında Ebû Abdullah et-Tuvâl, Ebû Abdurrahman Abdullah b. Ebû Muhammed el-Yezîdî, Basra dil mektebinin en tanınmış simalarından biri olan Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, aynı mektebin önde gelen âlimlerinden Ebû Yûsuf İbnü’s-Sikkît


Kûfe dil mektebine mensup nahiv âlimlerinden ve Sa’leb’in hocalarından Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Kādim, dil ve edebiyat âlimi Ebû Amr Şemr b. Hamdeveyh el-Herevî, aynı zamanda Ferrâ’nın râvisi ve verrâklarından biri olan Ebû Abdullah Muhammed b. Cehm es-Simmerî, Sa’leb’in hocaları arasında adı geçen Ebû Muhammed Seleme b. Âsım en-Nahvî zikredilmektedir. Ferrâ Bağdat’ta ikamet etmekle beraber Kûfe ile ilgisini kesmez, senenin sonu yaklaşınca Kûfe’ye giderek yakınlarının arasında kırk gün kalır ve kazandıklarını onlara dağıtırdı. 206 (822) yılında hacca giden Ferrâ, zilhicceyi (mayıs) Mekke’de geçirdikten sonra dönüşünde 207 yılının başlarında vefat etti.

Dindarlığıyla övünen Ferrâ çok para kazanmaktan hoşlanır, bu sebeple durup dinlenmeden çalışırdı. Buna rağmen son derece sade bir hayat yaşardı. Talebelerini ciddi bir tavırla karşılayarak onları kapısının önünde toprak zemine oturturdu (Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ, XIII, 9-10). Hoşlanmadığı kimseler hakkında konuşurken bile hissiyata kapılmaz, onların iyi ve güzel taraflarını söylerdi.

Ferrâ, nahvin bütün meselelerinin henüz açıklığa kavuşmadığı bir dönemde yaşadığından bunlar üzerinde önemli çalışmalar yapmıştır. Halife Me’mûn’la tanışmasını sağlayan, devrin belâgatı ve fesahatiyle meşhur âlimlerinden Sümâme b. Eşres’in Ferrâ hakkındaki sözleri onun yaygın şöhretini, çeşitli ilimlere vukufunu ve şahsiyetini belirtmesi bakımından önemlidir. Halifenin huzuruna girebilmek için defalarca saraya gidip gelen Ferrâ’nın kim olduğunu anlamak için kendisiyle görüşen ve belli başlı alanlardaki bilgisini yoklayan Sümâme onun son derece edepli ve vakur, lugat ve nahiv sahasında derinleşmiş, çeşitli fıkhî meselelere vâkıf, nücûm ve tıp ilimlerinde bilgi sahibi, eyyâmü’l-Arab*ı ve Arap şiirini çok iyi bilen bir kimse olduğunu gördükten sonra, “Sen Ferrâ’dan başkası olamazsın” demiştir (Hatîb, XIV, 151; İbnü’l-Kıftî, IV, 12-13).

Her şeyden önce bir nahiv âlimi olan Ferrâ hocası Kisâî’yi bile zamanla gölgede bırakmıştır. Nitekim kendisi henüz hayatta iken Kûfeliler onu bu ilimde Kisâî’den daha büyük bir âlim olarak kabul etmişlerdir. Öğrencisi Seleme b. Âsım’ın, Ferrâ daha büyük bir nahiv âlimi olduğu halde onun Kisâî’yi kendisinden büyük telakki etmesine hayreti bu yüzdendir (İbnü’l-Kıftî, IV, 8). “Nahiv Ferrâ’dır ve Ferrâ nahivde emîrü’l-mü’minîndir” şeklindeki yaygın kanaat de bunu göstermektedir (Hatîb, XIV, 152). Her ne kadar eski müellifler, Kûfe mektebinin tarihî seyrinde ve kıraat alanındaki önemli yeri dolayısıyla Kisâî’yi nahivde de birinci, Ferrâ’yı ise ikinci şahsiyet olarak kabul ederlerse de Zübeydî ve İbnü’l-Kıftî, yalnız dil konusundaki ilmî seviyesini dikkate alarak onu “Kûfiyyûn’un en üstünü ve en âlimi” diye nitelendirirler (Ebû Bekir ez-Zübeydî, s. 131; İbnü’l-Kıftî, IV, 1). İbn Hallikân da Ferrâ’yı nahivde, lugatta ve edebiyatın çeşitli dallarında bu şekilde tavsif eder (Vefeyât, V, 225).

Kıyasa çok önem veren Ferrâ bunu dil meselelerine ve başka konulara da uygulardı. Sadece öğrendiklerini ve derlediği bilgileri telif ve nakletmekle kalmaz, bunları inceleyip tahlil eder ve yeni birtakım sonuçlara varırdı. Nitekim Kisâî, “Ferrâ mı yoksa Ahmer mi daha büyük âlimdir?” şeklinde bir soruya Ahmer’in daha bilgili, ancak Ferrâ’nın daha akıllı, daha geniş görüşlü olduğu, bu sebeple kendi düşünce ürünü olan bilgiler bakımından onu daha âlim bulduğu cevabını vermiştir (Zeccâcî, s. 212).

Arapça’nın özelliklerinin ve kurallarının tesbit edilmesinde Ferrâ’nın büyük hizmeti olmuştur. Sa’leb’in kanaatine göre Arapça’yı unutulup kaybolmaktan koruyan odur. Çünkü münakaşa konusu olan bu dil hakkında herkes dilediği iddiada bulunuyor, birçok kimse aklının erdiği, kabiliyetinin el verdiği kadar konuşuyor ve o günün âlimleri de diğer ilim adamlarının sözlerini tekrarlamaktan öte bir şey yapmıyorlardı. Tenkitsiz ve değerlendirilmeden nakledilen bu sözler de halledilmemiş problemler halinde kalıyordu (Ebû Bekir ez-Zübeydî, s. 131). İşte böyle bir durumda Ferrâ, gerek kendisinden öncekilerin gerekse çağdaşlarının fikir ve kanaatlerini karşılaştırmakla yetinmemiş, bunları tenkit ederek kendi görüşüne göre birleştirmiş ve meseleleri uyumlu bir sistem haline getirmiştir. Kûfe mektebine mensup olmasına rağmen Basriyyûn’un doğru bulduğu görüşlerini de benimser ve savunurdu. Bu sebeple kendisi, Basra ve Kûfe mekteplerini mezceden Bağdat mektebinin kurucusu olarak da kabul edilir.

Eserleri. Ferrâ çok verimli bir müellif olup kaynaklarda yirmi beş kadar eserinden söz edilmektedir. Ancak bunlardan sadece dördü günümüze kadar gelebilmiştir. Başlıca eserleri şunlardır: 1. MeǾâni’l-ĶurǾân. Ferrâ’nın Tefsîru müşkili iǾrâbi’l-Ķurǿân diye adlandırdığı bu eseri onun en tanınmış iki kitabından biridir. Daha sonraki lugat ve gramer çalışmalarına esas teşkil eden başlıca kaynaklardan biri olan eserde âyetlerdeki dil özelliklerinden hareketle Arapça’nın sarf ve nahvi tesbit edilmiştir. Eser, muhtelif kütüphanelerdeki nüshalarına dayanılarak üç cilt halinde yayımlanmıştır (nşr. Ahmed Yûsuf Necâtî-M. Ali en-Neccâr, Kahire 1955; M. Ali en-Neccâr, Kahire 1966; Abdülfettâh İsmâil Şelebî - Ali en-Necdî Nâsıf, Kahire 1972). 2. el-Eyyâm ve’l-leyâlî (ve’ş-şühûr). Gündüz, gece, haftanın günleri ve aylarla ilgili kelimeleri ihtiva eden sözlük mahiyetindeki eser, bilinen üç nüshası (Brockelmann, GAL Suppl., I, 179; Sezgin, GAS, VII, 343) esas alınarak İbrâhim el-Ebyârî tarafından neşredilmiştir (Kahire 1375/1956; 1400/1980). 3. el-Müźekker ve’-müǿenneŝ. Arap dilinde isimle sıfatın, fâille fiilin sayı ve cins bakımından uyumunda, zamirler, fiilimsiler, işaret sıfatları vb. önemli konularda müzekkerlik ve müennesliğin doğurduğu birtakım güçlükleri halletmek için yazılan ilk eserdir. Ferrâ, diğer kitapları gibi bunu da öğrencilerine imlâ ettirmek suretiyle, ölümünden üç yıl önce Me’mûn’un kumandanlarından Tâhir b. Hüseyin adına telif etmiştir. el-Müźekker ve’l-müǿenneŝ ilk defa Mustafa ez-Zerkā (Diğer iki kitabı ile birlikte el-MecmûǾatü’l-luġaviyye içinde, Beyrut-Halep 1345), daha sonra Ramazan Abdüttevvâb (Kahire 1975, 1989 [?]) tarafından yayımlanmıştır. 4. el-Maķśûr ve’l-memdûd. Arapça’da son harfleri elif-i maksûre ve elif-i memdûde olan kelimelere dairdir. Eseri Abdülazîz el-Meymenî (Kahire 1967) ve Mâcid ez-Zehebî (Kahire 1983) neşretmişlerdir. 5. el-Behâ (el-Behî). Konuşma dilinde görülen hatalı kelime ve kullanımlara dair olup genellikle “Kitâbü Mâ telĥanü fîhi’l-Ǿâmme”. “Laĥnü’l-Ǿāmme” benzeri adlarla anılan eserlerin ilk örneklerinden biridir. Ferrâ bu kitabını Tâhir b. Hüseyin’in isteği üzerine kaleme almıştır. Eseri gördüğünü belirten İbn Hallikân bunun küçük hacimde bir kitap olduğunu, Sa’leb’in el-Faśîĥ’inin esasını teşkil ettiğini kaydeder (Vefeyât, V, 229). 6. el-Ĥudûd (Ĥudûdü’n-naĥv). Ferrâ’nın, talebelerine on alt yılda imlâ ettiği bu eser sadece onun değil bütün Kûfe mektebi mensuplarının


nahiv konusunda yazdığı kitapların en önemlisi sayılmaktadır. Müellif eserini her birine “had” (tarif) adını verdiği kırk altı bölüme ayırmış ve her bölümde Arapça’nın çeşitli meselelerini ele almıştır (Tüccar, s. 52-53). Daha sonra gelen bazı dil âlimleri nahve dair teliflerinde bu eseri örnek almışlar, hatta Ebü’l-Hasan er-Rummânî gibi bazı müellifler eserlerine aynı adı vermişlerdir. 7. Ĥu-ûfü’l-muǾcem. Ferrâ’nın hayatını anlatan kaynaklarda böyle bir eserinden söz edilmemekle beraber İbn Reşîk el-Kayrevânî kafiyeden bahsederken bu eserden iktibasta bulunmuştur (el-ǾUmde, I, 100). 8. İĥtilâfü ehli’l-Kûfe ve’-Baśra ve’ş-Şâm fi’l-Meśâhif (İbnü’n-Nedîm, s. 36).

Ferrâ’nın kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Âletü’l-küttâb (Âletü’t-kâtib veyâ Âlâtü’l-kâtib), el-CemǾ ve’t-teŝniye fi’l-Ķurǿân, el-Ebniye, el-Emâlî, FaǾale ve efǾale, Ġarîbü’l-ĥadîŝ, el-Kâfî fi’n-nahv, Luġātü’l-ķabâǿil, Luġātü’l-Ķurǿân, el-Meśâdir fi’l-Ķurǿân, Kitâbü Mülâzım, Müşkilü’l-luġa, en-Nevâdir, en-Nüdbe, et-Taśrîf, el-Vaķf ve’l-ibtidâǿ, el-Vâv, YâfiǾ ve yefeǾa. Bazı kaynaklarda ve yeni araştırmalarda el-Fâhir fi’-emśâl adlı eser Ferrâ’ya nisbet edilmişse de bunun, Ferrâ’nın talebelerinden ve râvilerinden Seleme b. Âsım’ın oğlu Ebû Tâlib el-Mufaddal’a ait olduğu tesbit edilmiştir.

Ferrâ hakkında yapılan belli başlı çalışmalar şunlardır: Ahmed Mekkî el-Ensârî, Ebû Zekeriyyâ el-Ferrâǿ ve meźhebühû fi’n-naĥv ve’l-luġa (Kahire 1964); Abdülhamîd Muhammed Abdülkerîm es-Subhî, el-Lehecâtü’l-ǾArabiyye fî Meâni’l-Ķurǿân li’l-Ferrâǿ (bk. bibl.); Zülfikar Tüccar, al-FarrāǾ, Hayatı, Eserleri ve Arap Dili ve Edebiyatındaki Mevkii (Doktora tezi, bk. bibl.); Ahmed Alemüddin el-Cündî, Fi’l-Ķurǿân ve’l-ǾArabiyye min türâŝin luġaviyyin mefķūd (Mekke 1410).

BİBLİYOGRAFYA:

Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, MeǾâni’l-Ķurǿân (nşr. Ahmed Yûsuf Necâtî-M. Ali en-Neccâr) Kahire 1955, I, 1; a.mlf., el-Müźekker ve’l-müǿenneŝ (nşr. Ramazan Abdüttevvâb) Kahire 1975, nâşirin mukaddimesi; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Ġarîbü’l-ĥadîŝ (nşr. Muhammed Abdülmuîd Han), Haydarâbâd 1967, I, 8; II, 86; III, 44; IV, 93 vd.; Zeccâcî, Mecâlisü’l-Ǿulemâǿ, Küveyt 1962, s. 102, 212, 251-252, 258-259, 269-270; Sîrâfî, Aħbârü’n-naĥviyyîn ve’l-Baśriyyîn (nşr. F. Krenkow), Beyrut 1936, s. 34; Tehźîbü’l-luġa, I, 18, 26; VII, 631; Ebû Bekir ez-Zübeydî, Ŧabaķātü’n-naĥviyyîne’l-luġaviyyîn (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1952, s. 71, 131-132, 143-146, 150 vd., 213, 234; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Flügel), s. 34, 35, 36, 46, 47, 51, 66-72; İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-ǾUmde, Kahire 1325, I, 100; Hatîb, Târîħu Baġdâd, XII, 196; XIV, 149-155; Sem‘ânî‘, el-Ensâb (Bârûdî), IV, 352; Kemâleddin el-Enbârî, Nüzhetü’l-elibbâǿ (nşr. İbrâhim es-Sâmerrâî), Bağdad 1959, s. 97-103; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, I, 358; II, 440, 479; III, 389; a.mlf., MuǾcemü’l-üdebâǿ, V, 109, 113; XIII, 9-10, 192; XVI, 123; XX, 9-14; İbnü’l-Kıftî, İnbâhü’r-ruvât, I, 69, 151; II, 36, 37, 40, 56, 57, 81, 257, 270, 273, 314, 351; III, 12, 56-57; IV, 1, 7-23; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 325; V, 225-229; Ebü’l-Fidâ, el-Muħtaśar (nşr. Yo. Yac Reiske v.dğr.), Hafniae 1789, I, 37, 111; Yâfiî, Mirǿâtü’l-cenân, II, 38-41; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 261; İbnü’l-Cezerî, Ġāyetü’n-nihâye, II, 371; Süyûtî, Buġyetü’l-vuǾât, Kahire 1326, s. 173, 411; a.mlf., el-Müzhir, I, 96; II, 95; a.mlf., Tuĥfetü’l-erîb, Feyzullah Efendi Ktp., nr. 1414, vr. 194b; Dâvûdî, Ŧabaķātü’l-müfessirîn, II, 367; Taşköprizâde, Miftaĥu’s-saǾâde, I, 144; Abdülkādir el-Bağdâdî, Ĥizânetü’l-edeb, I, 8, 516; II, 99, 259; III, 195; Keşfü’ž-žunûn, II, 1577, 1980; Îżâĥu’l-meknûn, I, 5; II, 325; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, II, 514; Hânsârî, Ravżatü’l-cennât, IV, 235-236; Yağmurî, Nûrü’l-ķabes (nşr. R. Sellheim), Wiesbaden 1964, s. 95, 301; Abdülazîz el-Meymenî, İķlîdü’l-Ħizâne, Lahor 1927, s. 105; Brockelmann, GAL, II, 200; Supp., I, 178-179; Sezgin, GAS, II, 87; VII, 343-344; VIII, 108, 116, 117, 123-125, 271; a.mlf., Buhârî’nin Kaynakları, İstanbul 1956, s. 157; Şevkī Dayf, el-Medârisü’n-naĥviyye, Kahire 1968, s. 192-223; Ahmet Bulut, Arap Dil ve Edebiyatında Emsâl (doktora tezi, 1984), İSAM Ktp., NMÇ, nr. 1321, s. 27, nr. 38; Abdülhamîd Muhammed Abdülkerîm es-Subhî, el-Lehecâtü’l-ǾArabiyye fî MeǾâni’l-Ķurǿân li’l-Ferrâǿ, Kahire 1406/1986; Zülfikar Tüccar, al-Farrā, Hayatı, Eserleri ve Arap Dili ve Edebiyatı’ndaki Mevkii (doktora tezi, 1987), İSAM Ktp., NMÇ, nr. 1378; Ahmed Alemüddin el-Cündî, Fi’l-Ķurǿân ve’l-ǾArabiyye min türâŝin luġaviyyîn mefķūd li-Ebî Zekeriyyâ el-Ferrâǿ, Mekke 1410; a.mlf., “Türâŝün mefķūdün maǾa kitâbeyni mefķūdeyni li’l-Ferrâǿ”, ME, LII/5 (1980), s. 912-934; Edmund Becks, “Studen zur Geschichte der kufischen Koranlesung in den beiden ersten Jahrhunderten. I”, Orientalia, XVII, Roma 1948, s. 326-355; a.mlf., “Die Zuverlassigkeit der Überlieferung von ausser Ǿuŧmanschen Varianten bei al-Farrāǿ”, a.e., XXIII (1954), s. 412-435; a.mlf., “Die b. MasǾūdvarianten bei al-Farrāǿ. I”, ae., XXV (1956), s. 353-383; a.mlf., “Die b. MasǾūdvarianten bei al-Farrāǿ. II”, a.e., XXVIII (1959), s. 186-205, 230-256; H. Ritter, Filologita, XIII, 240 (Oriens, II, 1949); Nihad M. Çetin, “Arapça’da Kelimelerin Müzekkerlik ve Müenneslik Keyfiyetine Dair Müstakil Eserler”, ŞM, I (1956), s. 90-91; R. Blachère, “al-Farrāǿ”, El2 (İng.), III, 806-808.

Zülfikar Tüccar