FETH el-MEVSILÎ el-KEBÎR

فتح الموصلي الكبير

Ebû Muhammed Feth b. Muhammed b.Vişâh (el-Veşşâh) el-Ezdî el-Mevsılî el-Kebîr (ö.170/786 [?])

İlk dönem zâhid ve sûfîlerinden.

Musul’da yaşayan, aynı adla tanınan ve muhtemelen aralarında hoca - öğrenci ilişkisi bulunan iki sûfîden büyük olanıdır. İlk devirlerin yazılı ve sözlü rivayetlerini esas alan sonraki müelliflerin gereken dikkati göstermemeleri, bu iki çağdaş sûfî hakkındaki bilgilerin birbirine karışmasına yol açmıştır. Bazı eserler (meselâ bk. Ebû Nuaym, VIII, 294), Basralı hadis râvilerinden Muhammed b. Abdurrahman et-Tufâvî’nin (ö. 187/803) bir rivayetine dayanarak Feth es-Sagīr’in (ö. 220/835) Arap eşrafından zâhid bir kişi olduğunu kaydeder. Kaynaklarda kabile nisbesi zikredilmeyen bu zatın köle asıllı olduğu da belirtilmiştir (İbnü’n-Nedîm, s. 277). Ancak Tufâvî’nin Feth es-Sagīr’den otuz üç yıl önce vefat ettiği göz önüne alındığında onun Arap eşrafından olduğunu söylediği zâhidin Feth el-Kebîr olduğu anlaşılır.

Başka bir karışıklık da Feth es-Sagīr’in hayat hikâyesi anlatılırken Muâfâ b. İmrân’dan (ö. 185/801) gelen rivayette görülür. Muâfâ’ya Feth el-Mevsılî’nin ilim (diğer bir kayda göre amel) yönünden önemli olup olmadığı sorulduğunda, “Dünyadan el etek çekmiş olması ilim (veya amel) olarak ona yeter” diye cevap vermişti (Attâr, s. 375; Şa’rânî, I, 80). Halbuki Muâfâ’ya bu soru, kendisinden otuz altı yıl sonra vefat eden Feth es-Sagīr için değil, on dört yıl önce vefat eden Feth el-Kebîr için sorulmuştu. Çünkü rivayet ettiği hadisler Kütüb-i Sitte’ye alınan ve güvenilir bir hadis âlimi olan Muâfâ (İbn Hacer, X, 199-200) Feth el-Kebîr’in akranı idi. Feth el-Kebîr’le ilgili birçok husus muhtemelen Muâfâ tarafından rivayet edilmiştir. Bu durumda onun Feth el-Kebîr’in yakın dostu ve öğrencisi olduğu söylenebilir.

Hakkında netleşen bilgilere göre Feth el-Kebîr, fetihlerden sonra Irak’a yerleşen Güneyli (Yemânî) Araplar’ın Ezd kabilesi eşrafından bir zâhiddi. İbn Abbas’ın öğrencisi Atâ b. Ebû Rebâh’tan (ö. 114/732) hadis rivayet etmiş, kendisinden de Tufâvî, Muâfâ, Afîf b. Müslim gibi âlimler rivayette bulunmuşlardır. Genellikle güvenilir bir râvi olarak kabul edildiği halde kendini daha çok zühde verip hadis rivayetiyle fazla meşgul olmadığı için bu konuda ona müracaat edilmemiştir (Sem’ânî, I, 120; Zehebî, VII, 349). Feth el-Mevsılî’nin 165’te (781) vefat ettiğine dair bir rivayet varsa da (İbnü’l-Esîr, VI, 68) 170’te (786) öldüğünü bildiren rivayet (Hatîb, XII, 383) daha doğru olmalıdır.

Ferîdüddin Attâr, Feth el-Mevsılî’nin takvâ ve mücâhedeye son derece önem veren mahzun bir kişiliğe sahip bulunduğunu, gösterişten kaçındığını, fakir ve âbid bir kişi olduğu halde zengin bir tüccarmış gibi yanında bir deste anahtar taşıdığını kaydeder (Tezkîretü’l-evliyâ, s. 375). “Allah’a itaat eden balıkları avlayıp O’na isyan edenlere yedirmek anlamsızdır” diyerek balıkçılık mesleğini terketmişti. Öğrencisi Muâfâ, “Feth el-Me’sılî’den daha akıllı birini görmedim” sözüyle onun dünyadan el etek çekmesini akıllı oluşuna bağlamıştır (Hatîb, XII, 383). Halk arasına fazla karışmayan, gıda, giyim, konuşma ve uyuma hususlarında en azla yetinen Feth, bazan yoksul ve muhtaç bir halde kalmasını Allah’ın büyük bir lutfu olarak görür, “Allah katında makbul olan ne iş yaptım da bu ihsanına nâil oldum” derdi (Münâvî, I, 151). Ona göre zenginlerin fakirlere karşı alçak gönüllü davranması güzeldir, ancak Hakk’a bel bağlayan fakirlerin zenginlere karşı gururlu davranması daha hoştur (Attâr, s. 375). Hızır’la görüştüğü söylenen, daha başka kerametleri de nakledilen Feth ilmi, hikmeti ve meşâyihin sözlerini kalbin gıdası olarak görür, gönül zikrinin ilâhî bir neşenin meydana gelmesine vesile olacağını söylerdi (a.g.e., s. 376).

Feth el-Kebîr’in zühd anlayışı, başkasına muhtaç olmadan kendi el emeğiyle haysiyetli bir şekilde yaşamayı esas alır. Dicle nehri kenarında balık avlayarak, taş ocaklarında çalışarak ve tuğla pişirerek elde ettiği kazançla ailesini geçindirmeye gayret etmesi, Musul valisinin gönderdiği yüklü ihsanların çok azını alarak geri kalanını iade etmesi onun zühd anlayışını göstermesi bakımından önemlidir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hibbân, eŝ-Ŝiķāt, VII, 322; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, Kahire 1377, s. 274, 277; Ebû Nuaym, Ĥilye, VIII, 292, 294; Hatîb, Târîħu Baġdâd, XII, 383; Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârüdî), I, 120; IV, 68-69; İbnü’l-Cevzî, Śıfatü’ś-śafve, IV, 181-183, 184, 187; Attâr, Tezkiretü’l-evliya (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1985, s. 375, 376; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 68; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, VII, 349; İbnü’l-Mülakkın, Ŧabaķātü’l-evliyâǿ, s. 276-277; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, X, 199-200; Şa‘rânî, eŧ-Ŧabaķāt, I, .80; Münâvî, el-Kevâkib, I, 151; Kehhâle, MuǾcemü ķabaǿili’l-ǾArab, Beyrut 1402/1982, I, 15-18; a.mlf., MuǾcemü’l-müǿellifîn, XII, 303.

Mustafa Bilgin