FİDÂÎ

فدائي

Bâtınîler’in, muhaliflerini tehdit etmek veya ortadan kaldırmak amacıyla yetiştirdikleri görevli.

Sözlükte, “esir düşen kimseyi belli bir bedel karşılığında kurtarmak” mânasına gelen fidâ masdarının ism-i mensubu olan fîdâî (fîdâvî, Türkçe’de fedai), daha çok dinî veya siyasî toplulukların hasımlarını ortadan kaldırmak amacıyla yetiştirdikleri, hayatlarını feda etmekten çekinmeyen kişi veya gruplar için kullanılmıştır.

İslâm tarihinde örneklerine ilk defa Hâricîler’de rastlanan fidâîlerin Nizârî-İsmâilîler devrinde teşkilâtlanmış oldukları görülmektedir. Nizârîler’in İran’da yerleşmesini sağlayan Hasan Sabbâh’ın siyasî muhaliflerini ortadan kaldırmak için kurduğu terör örgütüne “fidâiyyân” adı verilmişti. Nizârî-İsmâilîler’e göre fıdâîler, Nizârî imamının düşmanlarına karşı mücadele eden ve onun sevgisini kazanma imtihanında başarı gösterip ebedî mutluluğa eren kimselerdir. Hasan Sabbâh Mısır’da bulunduğu sırada, devlet ileri gelenlerinin oğullarının Fatımî sarayında ikamet ettiğini. Halife Müstansır-Billâh’ın onları yetenekli hocalar nezâretinde özel olarak yetiştirdikten sonra devlet hizmetinde kullandığını ve yönetim konusunda kendilerine güvendiğini görmüştü. Bunu örnek alarak, Alamut ve çevresindeki kaleleri ele geçirince (483/1090) etrafına topladığı bazı kimseleri İsmâiliyye mezhebini yaymak, muhalifleri tehdit etmek veya ortadan kaldırmak amacıyla eğitmeye başladı. Hasan Sabbâh bu kişilere önce haşîş çektirerek zihinlerini bulandırıyor, sonra da Ehl-i beyt mensuplarının mâruz kaldığı zulümleri anlatp içlerini intikam hisleriyle dolduruyor, Ezrakîler’in Emevîler’e karşı isyanlarını örnek gösterip onları Nizârî-İsmâilî imamı uğrunda canlarını feda etmeye şartlandırıyordu. Böylece Hasan Sabbâh fidâîlerde imama mutlak itaat fikrini yerleştirmiş ve ellerine hançer vererek onları vurucu bir güç haline getirmişti. Fidâîler günümüzdeki komandolar gibi silâh kullanan, zorluklara katlanan, ölmeden öldürmeyi bilen kimseler olarak yetiştiriliyordu. İçlerinde faaliyet gösterilecek toplumların örf, âdet, din ve mezhep hususiyetlerinin bilinmesi ve yabancı dil öğrenimi fidâîlerin eğitiminde önemli bir yer tutmaktaydı. Frenkler’in dillerini bilen fidâîler altı ay Haçlı kampında kaldıkları ve bazı Haçlı liderlerini öldürmek için fırsat kolladıkları halde kimse bunun farkına varmamıştı.

Mezheplerinin bâtınî hakikatlerini dâîler seviyesinde bilmeyen fidâîlerin en önemli özellikleri verilen emirlere mutlak itaatti. Ebedî saadete nail olmak için imamın emrine uyarak hayatlarını tehlikeye atmaktan asla çekinmezlerdi. Selçuklu Sultanı Melikşah Hasan Sabbâh’a bir mektup göndererek fidâîlerin devlet adamları ve kumandanlarını öldürdüklerini, bundan vazgeçmezlerse kalelerini yerle bir edeceğini bildirmiş, bunun üzerine Hasan Sabbâh, elçinin huzurunda birkaç fidâîsine kendilerini kaleden atmalarını emretmiş, onlar da derhal bu emre uymuşlardı. Hasan Sabbâh elçiye, gözünü kırpmadan hayatını feda edecek binlerce fidâîsi olduğunu söyleyerek sultana bir mesaj vermek istemişti. Kaynaklarda fidâîlerin hayatına mal olan başka itaat örnekleri de bulunmaktadır (Browne, II, 209).

Fidâîlerin, kendileri aleyhinde faaliyet gösteren bir emîr veya devlet adamına ulaştırdıkları mektup, yahut girilmez sanılan ikametgâhına veya çadırına girip üzerine bir uyarı yazısı iliştirerek yere sapladıkları hançer ihtar ve tehdit ifade etmekteydi. Fidâîlerin öldürecekleri bir kişiyi bazan kesin söz almak suretiyle öldürmekten vazgeçtikleri de görülmüştür. Rey’de Şiîlik’le İtham edilen Fahreddin er-Râzî bunun asılsız olduğunu söyleyerek vaaz ve derslerinde İsmâilî mezhebini ve teşkilâtını açıkça lânetlemeye başlamış, haber Alamut’a ulaşınca bu sözlerin halk üzerinde İsmâiliyye aleyhinde bırakacağı etkiler dikkate alınarak Rey’e bir fidâî gönderilmişti. Öğrenci kıyafetiyle uzun süre Râzî’nin derslerine devam ederek fırsat kollayan bu fidâî Râzî’yi yalnız bulduğu bir sırada üzerine atlayıp yere yatırmış, hançerini boğazına dayayıp İsmâiliyye mezhebi hakkındaki suçlamalarına son vermesini istemişti. Bunun üzerine Râzî, İsmâilîler aleyinde hiçbir söz söylemeyeceği hususunda teminat vermek suretiyle canını kurtarabilmişti. Fahreddin er-Râzî’ye İsmâilîler aleyhinde söz söylemekten vazgeçmesinin sebebi sorulunca hançerlerini ima ederek, “Çünkü onların burhân-ı kātı’ları vardır” dediği rivayet edilir. Fidâîler istedikleri sonuca ulaşacaklarını anlayınca ihtar ve tehditle yetinmişler, ancak faaliyetlerine engel olan ve öldürülmeleri kararlaştırılanları mutlaka öldürmüşlerdir. Nitekim Hasan Sabbâh, faaliyetlerini yasaklayan Nizâmülmülk’ü öldürmek için Ebû Tâhir Errânî adlı fıdâîyi Nihâvend’e göndermiş, sûfî kıyafetindeki fidâî Nizâmülmülk’ü hançerleyerek öldürmüştür.

Başta Nizâmülmülk olmak üzere öldürülen kişilerle katil fidâîlerin isimlerini ihtiva eden listeler bazı mahallî Alamut vekâyi’nâmeleri vasıtasıyla günümüze kadar ulaşmıştır. Haşîş çektikleri ve haince adam öldürdükleri için Batı literatüründe “Assassins” diye anılan fidâîler, Suriye’de Reşîdüddin Sinan el-İsmâilî devrinde özellikle çevredeki Sünnî devlet adamlarına karşı büyük bir tedhiş faaliyeti sürdürmüşlerdir.

Fidâvî kelimesi Cezayir’de “savaş kahramanlıklarını anlatan kişi”, fidâviyye ise “kahramanlık hikâyesi veya şarkısı” anlamında kullanılmaktadır. XX. yüzyıl başlarında İran’daki meşrutiyet hareketleri sırasında önce cumhuriyet taraftarlarına, sonra da liberal düşünceye sahip olanlara ve anayasayı savunanlara fidâvî denilmiştir. Bazı İranlı ünlü kişiler Fidâvî mahlasını kullanmışlardır. Şah İsmâil’in, Özbek Hükümdarı Muhammed Han Şeybânî’ye elçi olarak gönderdiği şair Şeyhzâde Lâhîcî ve İsfahan’da Muhammed Şah Kaçar’ın gözde şairi olan Seyyid Mirza Saîd-i Erdistânî bunlar arasında zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “fdy” md.; İbnü’l-Cevzî, Telbîsü iblîs, s. 110; Cüveynî, Târîħ-i Cihângüşâ, s. 204-207; İbn Haldun, Muķaddime (trc. De Slane), Paris 1858, I, 122; R. Dozy, Târîh-i İslâmiyet (trc. Abdullah Cevdet), Kahire 1908, s. 395-397; Browne, LHP, II, 206-207, 209; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, İstanbul 1953, s. 131-132; Safâ, Edebiyyât, II, 163; M. G. S. Hodgson, The Order of Assassins, The Hague 1955, s. 82; a.mlf. - Cl. Huart, “Fidāǿî”, EI² (İng.), II, 882; B. Lewis, The Assassins, London 1968, s. 48; J. N. Hollister, The Shi’a of India, New Delhi 1979, s. 307-308; Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (498-511 /1105-1118), Ankara 1990, s. 72-75; M. Şerefeddin, “Fâtımîler ve Hasan Sabbâh”, DİFM, IV (1926), s. 22 vd.; a.mlf.. “Bâtınîlik Tarihi”, a.e., VIII (1928), s. 22; Muhammed Fethi Îd, “ĶalǾatü Alamut ve firdevsühe’l-mezǾûm”, ME, LI/10 (1399/ 1978), s. 2455-2456; Dihhudâ, Luġatnâme, XXI, 81-82; W. Madelung, “Shiism Ismailiyah”, ER, XIII, 255; DMF, I, 147, 854; II, 1521.

Tahsin Yazıcı