FUHUŞ

الفحش

Evlilik dışı cinsel ilişkiler; din ve ahlâk ölçülerine uymayan her türlü aşırılık.

İslâm Öncesi Dönem. Kelime ve terim olarak İslâm dininde ve müslümanlar arasında daha geniş bir kullanım alanı bulunmakla birlikte fuhuş genellikle, “bir kadının evlilik dışında meslek edinerek veya başta para olmak üzere herhangi bir karşılık gözeterek vücudunu bir erkeğin cinsî tatminine sunması” anlamına gelir. Bunun yanında kadının kadınla ve erkeğin erkekle veya erkeğin anılan şartlarda başka bir kadınla olan cinsî münasebeti de fuhşun tanımına girer. Fuhşun tanımı, Talmud’da belirtildiği gibi hayvanlarla cinsel ilişkiye girmeye kadar genişletilebilir. Bu şekilde gayri meşru yollara sapan kadınlara (bazı durumlarda erkeklere de) fahişe denilir.

Dinî literatür göz önüne alındığı takdirde iki tür fuhuştan söz edilebilir, a) Bazı çok tanrılı dinlerde ortaya çıkan kutsal fuhuş; b) Meslek olarak icra edilen ücretli fuhuş. Bu iki gruptan hangisine girerse girsin fuhşun tarihi oldukça eski dönemlere ve geniş bir coğrafî alana uzanır. Sık olmasa bile arkaik ve çağdaş dinî topluluklarda fuhşa rastlanmaktadır. Bununla birlikte bu tip dinî gruplarda görülen fuhuş daha ziyade kutsal fuhuş veya “ilâhî evlilik”tir (hieros gamos).

Kutsal fuhuş, anaerkil dönemden kalma bir geleneğin devamı niteliğindedir. Buna göre yer ve göğün birleşimini taklit edecek şekilde özel seçilmiş kadınlar erkeklerle cinsî münasebete girerler; böylece göğün yeri “dölleme”sinin benzeri olarak erkekler de bir bakıma tanrıça addedilen özel kadınları döllemiş olurlardı. Çok eski dönemlerden itibaren kutsal sayılan bu evlilik kurumunun zamanla organize hale geldiği anlaşılmaktadır. Genellikle bereket ilâhlarına ayrılan tapınaklarda görevli kadınlar istekli erkeklerin davetlerini reddedemezlerdi.

Kutsal fuhşa ait en eski yazılı belgeler Mezopotamya’da Ur şehrinden gelmektedir. Milâttan önce 2300 yıllarına ait Sumerce bir tablet Tanrıça İnanna’nın hizmetindeki kutsal fahişelerden bahsetmektedir. İnanna’ya adanan tapınaklarda bu işe has olmak üzere ömürlerinde bir defa cinsî münasebete girecek çok sayıda kadın toplanır, tapınağa gelen bir kişi istediği kadını seçerek özel odalarda münasebette bulunurdu. Erkek ücret ödemek zorunda değildi. Aynı geleneğe daha sonra Sâmîler arasında da rastlanmaktadır. Akkadca’da, İnanna’nın Sâmî versiyonu olan İştar tapınaklarında bu işi yapan kadınlara “kadiştu” veya “zermaşitu” adı verilmektedir. Suriye ve Filistin’de Adonis tapınaklarında da aynı işlem yapılmaktaydı. Hammurabi kanunlarından anlaşıldığına göre Marduk Tapınağı’nda görev yapan bu kadınlar “Marduk’un kadınları” (sal Marduk) diye anılırlardı. Bununla birlikte eski Ön Asya dokümanları kutsal fuhuş ve ücretli fuhuş arasında belli bir ayrım yapmaktadır. Bu konudaki en önemli yazılı belge, tapınak görevlisi bir kadının genelevde çalışmasını yasaklayan Hammurabi kanunnâmesidir. Kutsal fahişelik kurumuna değişik bir şekilde Anadolu’nun Frig ve Lidya devletlerinde de rastlanır. Ana Tanrıça Kibele ve Attis’e


adanan tapmaklarda Galli adını alan rahipler kendilerini hadım ederler ve homoseksüel bir anlayışla fuhuş yaparlardı. Kutsal fahişelik eski Mısır ve Suriye’de de yaygındı. Öte yandan eski Ön Asya’da kutsal fahişelik dışında ücretli fahişelik de mevcuttu. Sâmîler arasında maddî imkânsızlıklar dolayısıyla genelevlerde fahişelik yapan çok sayıda kadının olduğu bilinmektedir.

Eski Yunanistan’da gerek “hierodouleia” denilen kutsal fahişelik gerekse ücretli fuhuş oldukça yaygındı. Aynı gelenek Helenistik ve Roma dünyasına da girmiştir. Atina’da Helenistik dönemin sonuna kadar her mahallede bir genelev bulunuyordu. Sıradan fahişelerin yanında “heteira” adını alan kültürlü fahişeler de vardı. Öte yandan gerek eski Yunanistan’da gerekse Roma’da icra edilen ve sonraları “lucerna extincta” (mum söndü) adıyla XVIII. yüzyıl Rusya’sında devam eden Dionizak kökenli toplu seks âyinlerini de zikretmek gerekir. Eski Yunan dünyasında bereket tanrısı Dionizos’a adanan bu törende kandiller söndürülüp taraflar toplu olarak bir nevi kutsal fuhuş ritüeli icra ederlerdi.

Kutsal fahişelik kurumuna Hindistan’da da rastlanmaktadır. Hindistan’ın yerli halklarından olan Hijralar arasında hadım edilen homoseksüel erkekler tapınaklarda kutsal fahişelik yapmaktaydılar. Orissa eyaletindeki Puri’de Jagan-natha Tapınağı’nda “devadasi” denilen kutsal fahişeler bu geleneğin Hindistan’da 3000 yıl önceye kadar uzandığını gösterir. Eski Ön Asya dünyasındakinin benzeri olarak bu kutsal fahişeler genelevlerde çalışan fahişelerden farklı mütalaa ediliyordu.

Ücretli fahişelik kurumunun Hindistan’daki geçmişi oldukça eskidir. Vedalar’da ücret karşılığında fuhuş yapanlar için “pumscali, mahanagni” ve “rama” terimleri kullanılmaktadır. Manu kanunnâmesinde fahişelerin cezalandırılması gerektiği konusunda bir madde vardır. Hindistan’da soylu Budistler arasında fuhşun yaygın olduğu bilinmektedir. Buda’nın hayatını anlatan Catakalar’a bakılırsa bu fahişeler oldukça yüksek ücret alıyorlardı. Bunların en meşhur olanı da Visalalı fahişe Ambapata’dır. Bununla birlikte rahipler topluluğundan herhangi biri fahişelerle ilişkiye geçtiğinde derhal cemaatten atılırdı. Budizm’in genelde fahişeliğe olumlu baktığı söylenemez.

İlâhî dinlerin ücretli fuhuş veya kutsal fuhşun hükmü hakkında yaklaşık aynı tutumda birleştikleri görülmektedir. Yahudilik hem erkeğe hem kadına her türlü fuhşu yasaklamıştır. İbrânîce’de fuhuş “zenut”, fahişe “zona” kelimesiyle ifade edilir.

İsrâiloğulları’nın patriarklar (atalar) çağında kutsal fuhşun olduğu bilinmektedir. I. Samuel’deki (2/22) ifadeye bakılırsa bu eylem “çadır’da icra edilmekteydi. Öte yandan ücretli fahişelik de İsrail tarihinde oldukça yaygın olmakla birlikte (Tekvîn, 38/14; Yeşu, 2/1; I. Krallar, 3/16-27), bu tür fahişelik kutsal fahişeliğe göre daha az görülmektedir.

Yahuda’nın gelini Tamar’ın kocası ölünce kayınbiraderiyle evlendirilmesini beklemesi, bu yapılmayınca da tanınmayacak bir şekilde ücretli bir fahişe kılığına bürünüp kayınpederiyle yatıp ondan hamile kalması (Tekvîn, 38/14-15), aslında bir fahişe olan Rahab’ın Eriha’da İsrail casuslarını koruması (Yeşu, 2/4-16), Şimşon’un Gaza’da bir fahişenin evinde kalması (Hâkimler, 16/1) ve iki fahişe kadının Süleyman’a bir çocuk meselesi getirmeleri üzerine onun konuyu halletmesiyle (I. Krallar, 3/16-28) ilgili ifadelerde fuhuş ve fahişeliği kınayan bir üslûp yoktur. Ancak Ya‘kūb’un kızını alçaltan Şekem’le babasını öldürdüklerinde Ya‘kūb’un oğullarının, “Kız kardeşimize bir fahişeye olduğu gibi mi davranmalıydı?” (Tekvîn, 34/31) demesi ve Amos’un Amatsya’ya, rabbin onun karısının şehirde fahişe olacağını bildirdiğini söylemesi (Amos, 7/17) fahişeliğin utanılacak bir şey olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yanında hem on emirde hem de, “Kızını fahişe ederek onu murdar etme, ta ki zina etmesin ve diyar alçaklıkla dolmasın” (Levililer, 19/29) şeklindeki açıklamada, ayrıca kâhinlerin ve rahiplerin evlenecekleri kadınların fahişe veya bozuk kadın olmamaları (Levililer, 21/7), bir kâhin kızının fahişelik etmesi durumunda yakılarak cezalandırılması (Levililer, 21/9), bir kız fahişelik ederek lekelenmişse taşlanarak öldürülmesi gerektiği (Tesniye, 22/21), İsrâiloğulları’nda ücretli fuhuş yapanların bu ücreti mabede adak olarak getirememeleri (Tesniye, 23/18) gibi hususlar yahudi kutsal kitaplarında fuhşun yasaklandığını göstermektedir.

İsrail’de kutsal fuhuş sıradan fuhuştan daha ciddi bir tehlike olarak görülmüş, kutsal kitapta bu fuhuş bir putperestlik geleneği sayılmıştır. Çünkü bu işin dayandığı inanca göre âlemin düzeni tanrılar ve tanrıçaların arasındaki ilişkilerle yürümektedir. Kutsal yerlerdeki tapınak fahişeieriyle girilecek cinsî ilişki, taklit büyüsü yoluyla onların da ilişkiye girmesine yol açacak, ancak bu suretle sürülerdeki ve tarla bahçe mahsulündeki bereketle ailedeki zürriyet gerçekleşebilecektir. Yahudi kutsal kitabında erkek ve kadın kutsal fuhşu, “İsrail kızlarından ve İsrail oğullarından kendilerini fuhşa vakfetmiş kimse olmayacaktır. Kadın fuhşunun kazancını yahut erkek fuhşunun ücretini herhangi bir adak için Allah’ın rabbin mabedine getirmeyeceksin; çünkü bunların ikisi de Allah’ın rabbe mekruh şeylerdir” (Tesniye, 23/17-18) gibi ifadelerle yasaklamıştır. Yahuda devletinde zaman zaman, kadınlardan ve erkeklerden kutsal fuhuşta bulunanların ülke dışına sürülmesi kararları alınmıştır (I. Krallar, 14/24, 15/12, 22/46; II. Krallar, 23/7; Hoşea, 4/14). Peygamberlerle ilgili kutsal kitap metinlerinde putperest kökenli olduğu için kutsal fuhşa çok hücum edilmiştir (II. Krallar, 23/4-14; Yeremya, 2/20; Hezekiel, 23/37 vd.). Öte yandan fahişelikle ilgili terimler, yahudilerin rablerine itaatsizliklerini ifade etmek üzere mecazî-edebî bir şekilde de kullanılmıştır (Sayılar, 25/1-2; Hâkimler, 2/ 17, 8/27, 33; Yeremya, 3/6; Hezekiel, 6/9; Hoşea, 4/12 m).

Kutsal kitap Tanah dışındaki yahudi dinî literatüründe de fuhuş yerilmiştir. Talmudik dönemlerde yahudiler arasında fahişelik yaygındı. Pesahim’den (113/2) anlaşıldığına göre içerisinde çok sayıda yahudi kadının çalıştığı genelevler vardı. Bazı rabbiler buradaki fahişeleri kiralayarak belli bir müddet onlarla birlikte olabiliyorlardı (Tosef., Tem. 4/8; krş. Tesniye, 23/19). Evli olmayan fahişenin ücretinin nasıl ve neye göre ödeneceği hususunda farklı anlayışlar vardır. Bir kısım rabbiye göre böyle bir fahişeyle ilişkiye giren ona para ödemelidir (Maim. Yad, Issurei ha Mizbe’ah, 4/8). Bazı rabbiler de, sunakta verilecek takdimenin değerinde olmayan, para dışında bir hediye ile fahişenin bedelinin ödenebileceğini kabul ederler (Tem. 6/4). Halakha’ya göre fuhuş ilişkisi sadece şer’î anlamda yasaklanmış olanları değil, aynı zamanda evlilik gayesiyle yapılmayan her türlü cinsî ilişkiye ve nikâhsız evlenmeye de şâmil olup bunların tamamı yasaklanmıştır.


Yahudi kutsal kitabı, bazan fuhuş ve zina terimleriyle İsrâiloğulları’nın tevhid yolunun dışına özenmelerini de kastetmektedir (Sayılar, 25/1-2; Hâkimler, 2/ 13, 17, 8/27, 33; Yeremya, 3/6). Yahudi dininde zina on emir içerisinde yasaklanmıştır (Çıkış, 20/14; Levililer, 18/20; Tesniye, 22/22-29). Baba evinde zina yapan kadınla şehirde bu işi yapan erkek ve kadın taşlanarak öldürülür. Kırda zina yapılması durumunda ise sadece erkek öldürülür (Tesniye, 22/21-24).

Yeni Ahid’de fuhuş için kullanılan genel terim “pornee”dir. Hıristiyanlık’ta “fahişe” (Matta, 21/31), “kötü kadın” (Luka, 15/30), “zina” (Korintoslular’a Birinci Mektup, 6/13) gibi kelimeler kullanılarak fuhuş yasaklanmakla birlikte Eski Ahid ile karşılaştırıldığında Yeni Ahid’de fahişeleri yermekten çok onları dine çekme gayesinin ön plana alındığı görülmektedir. “Doğrusu size derim: Vergi mültezimleri ve fahişeler Allah’ın melekûtuna sizden önce giriyorlar. Çünkü Yahyâ size salâh yolunda geldi, siz ona inanmadınız; fakat vergi mültezimleri ve fahişeler ona inandılar...” (Matta, 21/ 31-32) cümlesi bunun delilidir. Bununla beraber fuhşu yeren ifadeler de bulunmaktadır (Meselâ bk. Luka, 15/30-32). Îsâ Mesîh bir mesel içinde, fuhşa düşüp kötü kadınlara kapılanların manen öldüğünü, onların bir kayıp olduğunu anlatmaktadır. Pavlus da fuhşu yermektedir (Korintoslular’a Birinci Mektup, 6/5-17). Aynı şekilde Yeni Ahid’in “Vahiy” bölümünde “büyük fahişe”, “kadın”, “zina”, “canavar”, “kuzu” kelimeleri mecazi olarak kullanılmış; muhtemelen Roma “Büyük Bâbil, dünyanın fahişelerinin ve çirkinliklerinin anası” şeklinde nitelendirilmiştir (Vahiy, 17/1-8). Roma büyük şehir, kadın ve büyük fahişeye benzetilmiş, onunla yerin krallarının zina ettiği belirtilerek eski kutsal fuhuş anlayışına göre kralların kutsal fahişelerle fuhuş yapmaları canlandırılmış; kuzunun (Îsâ Mesîh) canavarın (Roma imparatoru) emrindeki kralları yeneceği, böylece Allah’ın sözünün tamamlanacağı anlatılmıştır.

Hıristiyanlık’ta zina, Îsâ Mesih’in dağdaki vaazında (Matta, 5) on emrin, “Zina etmeyeceksin” şeklindeki 7. maddesini yorumlamasıyla aydınlık kazanmıştır. Hıristiyanlar, on emrin zina ile ilgili yasağına uymaları yanında, “Bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir” (Matta, 5/28) şeklindeki İncil cümlesini göz önünde tutmak ve eğer bir göz sürçmelere sebep oluyorsa onu çıkarıp atmakla yükümlü idiler (Matta, 5/29). Bu sebeple yahudiler kadar hıristiyanlar da eski Yunan ve Roma’da cârî olan fuhuşla mücadele etmek zorunda kaldılar. Bazı hıristiyan azizleri, İmparator Teodosius ve Valentinius’u genelevlerden vergi almaktan vazgeçirip bu kötülük odaklarını kapatmayı sağladılar. Buna benzer yollarla Ortaçağ başlarında Hıristiyanlığın hâkim olduğu ülkelerde fuhuş oldukça azaldı. Fakat fuhşun kesin olarak önlenmesi için başvurulan tedbirler yetersiz kalınca Hıristiyanlık fuhşu “gerekli kötülük” olarak tanımaya mecbur kalmıştır. İki büyük teolog aziz Augustinus ve Aquinolu Thomas bu konu üzerinde durmuşlardır. Kilise yöneticileri, Ortaçağ Avrupası’nda fuhuştan vazgeçmiş kadınları topluma yeniden kazandırmak için onların evlenme masraflarını üstlenme gibi bazı teşebbüslerde bulundular. Ancak Avrupa’nın maddeci geleneği, sosyete hesapları, derebeyinin evlenen her kızdaki öncelik hakkına toplumların alışması gibi olumsuz şartlar fuhşun önlenmesini engelledi. Bunun sonucunda fuhşun kanunlar dahilinde yapılması sağlanmaya çalışıldı, ruhsata bağlandı; sonuçta eski Yunan ve Roma’da olduğu gibi vergi gelirlerinin en önemli kaynağı haline geldi. Bütün Avrupa’da büyük şehirlerde genelevler açıldı. Ayrıca Rönesans’tan itibaren önce İtalyan saraylarında, ardından Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin aristokrat çevrelerinde eski Yunan ve Mezopotamya’daki gibi kibar fahişeler sınıfı oluştu. Böylece Avrupa’da fuhuş genelevde, sokakta ve özel yerlerde yaygınlaştı. Toulouse’da genelevlerden alınan vergi belediye ve üniversite arasında paylaşılıyordu. İngiltere’de ise genelev ruhsatlarını başlangıçta Winchester piskoposları, daha sonra da parlamento verdi.

BİBLİYOGRAFYA:

Cevherî, eś-Śıĥaĥ, III, 1014; Lisânü’l-ǾArab, “fĥş” md.; et-TaǾrîfât, “faĥişe” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “fĥş”; Ebü’l-Bekā”, Külliyyât (nşr. Adnân Derviş - Muhammed el-Mısrî), Dımaşk 1982, III, 317; Câhiz, Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Fazîletleri (trc. Ramazan Şeşen), Ankara 1967, s. 76; İbn Fadlan Seyahatnamesi (trc. Lütfi Doğan, AÜİFD, III/ 1-2 [1954] içinde), s. 59-80; Nevevî, Şerĥu Müslim, XVII, 77-78; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-meâd (trc. Mehmet Erdoğan v.dğr.), İstanbul 1990, VI, 345-352; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, XV, 153-154; Âlûsî, Ruĥu’l-meǾanî, XVIII, 122-123; Butrus el-Bustânî, Muĥîŧü’l-Muĥîŧ, Beyrut 1987, s. 678; Ahmed Râsim, Eski Maceralardan Fuhş-i Atîk, İstanbul 1340/1922; Elmalılı, Hak Dini, II, 1177, 1332; VI, 4247-4248; VII, 5055; O. J. Baab, “Prostitution”, IDB, III, 931-934; M. P. Srivastava, Society and Culture in Medieval India (1206-1707), Allahabad 1975, s. 122; “Fuhuş”, TA, XVII, 60-62; M. D. Herr - M. Wurmbrand, “Prostitution”, EJd., XIII, 1243-1247; T. G. Pinches, “Chastity (Semitic and Egypt)”, ERE, III, 497-498; W. J. Woodhouse, “Prostitution”, a.e., X, 404-409; “Fuhuş”, Büyük Larousse, İstanbul 1986, VII, 4322-4323; “Fuhuş”, ABr., IX, 190; F. A. Marglin, “Hierodouleia”, ER, VI, 309-313; K. W. Bolle, “Hieros Gamos”, a.e., VI, 320; I. P. Culianu, “Sexuality (Europe)”, a.e., XIII, 187, 188; Zafer Toprak, “Fuhuş”, DBİst.A, III, 342-345.

Günay Tümer




İslâm Dönemi. İslâmî literatürde fuhuş, kelimenin sözlük anlamıyla da bağlantılı olarak “aşırı derecede çirkin söz ve davranış, büyük günah, edep ve ahlâka aykırı olup dinen yasaklanan her türlü kötülük ve çirkinlik” anlamında kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu kökten türeyen fahşâ, fahişe ve fevâhiş kelimeleri yirmi dört yerde geçmekte olup (bk. M. F. Abdülbâki, el-MuǾem, “fĥş” md.) çoğunda yukarıdaki anlamlar, bir kısmında ise kinaye yoluyla zina, livâta, sevicilik gibi her toplumda yüz kızartıcı suç ve çirkinlik olarak kabul edilen iffetsizlikler kastedilir (bk. en-Nisâ 4/15, 19, 25; en-Neml 27/54; el-Ahzâb 33/30; et-Talâk65/1).

Hadislerde fuhuş kelimesi ve fahiş, mütefahhiş, fahişe, fevâhiş, fahhâş gibi türevleri sıkça kullanılmakta olup (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “fĥş” md.) bunların bir kısmında “bir söz ve davranışın mâkul ve mûtat ölçülerin dışına taşıp aşırılığa kaçması” anlamı (Buhârî, “Edeb”, 38, 39, 48; Müslim, “Birr”, 73; “Selâm”, 11; Tirmizî, “Birr”, 47, 59), çoğunda ise “büyük günah, edepsizlik ve iffetsizlik” anlamları kastedilmiştir. Esasen her iki mânanın özünde aşırılık, İslâm filozoflarının tabiriyle “itidalin iki aşırı ucundan biri olan ifrat” anlamı mevcut olup buna göre fuhuş insanın ahlâkî davranışlarını meydana getiren bazı kuvvetlerdeki ifratı ifade eder. Ancak fuhuş ve fahişe kelimeleri İslâmî kaynaklarda giderek insanın iffet ve haya sınırlarını aşan, dinen ve ahlaken yasaklanıp kınanan cinsî suçlar ve davranış bozukluklarını ifade eden birer terim halini almıştır.

Arapça’da fuhuş karşılığında bigā, fahişe karşılığında bagī kelimeleri de


kullanılmaktadır. Hz. Peygamber, vaktiyle bir fahişenin (bagī) çölde susuz kalan bir köpeğe su vermesi sayesinde günahlarının bağışlandığını belirterek (Müsned, II, 507; Müslim, “Selâm”, 154, 155) hayvanlara merhamet etmenin sevabı yanında fuhşun büyük günah olduğunu da vurgulamıştır. Resûl-i Ekrem ayrıca fahişenin mehrini (zina karşılığında veya haram olan nikâh için verilen para) kazancın en kötüleri arasında sayar (Buhârî, “BüyûǾ”, 113; Müslim, “Müsâķāt”, 40, 41).

Câhiliye devrinde daha çok câriyeler fuhşa itildiği için İslâmî kaynaklarda bagī kelimesi çoğunlukla onlar hakkında kullanılmıştır. Bu dönemde hür kadınların zina etmeyeceği düşünülürdü. Kur’an’da, Hz. Peygamber’in kadınlarla yaptığı biat şartları arasında gösterilen zina etmeme (bk. el-Mümtehine 60/12) şartını duyan Hind bint Utbe’nin, “Hür kadınlar zina eder mi!” diyerek şaşkınlığını belirtmesi böyle bir telakkiden dolayıdır (Taberî, XXVIII, 78; İbn Hişâm, II, 433-434). Bununla birlikte “liân” âyetleri (en-Nûr 24/6, 7) ve bunların nüzul sebebiyle ilgili rivayetlerle (Buhârî, “Ŧalâķ”, 31, 34, 35; Müslim, “LiǾân”, 9, 12; diğer kaynaklar için bk. Wensinck, el-MuǾcem, “lǾan” md.), Câhiliye geleneği uyarınca başkalarının nesebinden gösterilmelerine üzülen ve Hz. Peygamber’e babalarının kim olduğunu soran kimselerin mevcut olması, hür kadınlardan da zina edenlerin bulunduğunu göstermektedir. Nitekim bunlardan Abdullah b. Huzâfe’nin kendi nesebini soruşturduğunu duyan annesi oğluna, “Senin kadar hayırsız bir evlât görülmemiştir. Câhiliye günlerinde yapılagelen şeyleri benim de yapmış olup Resûlullah’ın huzurunda bununla rezil olabileceğimden hiç korkmadın mı?” demiştir (Tecrid Tercemesi, II, 481-482, 4. dipnot). Câhiliye döneminde erkekler çoğunlukla zinayı ayıp saymazlar, hatta bununla övünürlerdi. Nitekim bu husus İmruülkays’ın şiirlerinde açıkça görülmektedir (Yedi Askı, s. 20-21).

Câhiliye devrinde fahişelik yapan câriyeler öksürerek ilişki teklifinde bulundukları için kendilerine “kahbe” de denirdi. Aralarında sahipleri tarafından para kazanmak amacıyla zorla bu işe itilenler de vardı. Kur’an’da, “...Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye namuslu kalmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın” mealindeki âyet (en-Nûr 24/33) bunlarla ilgilidir.

Aynı dönemde zina karşılığında sifâh, müsâfehe kelimeleri de kullanılmaktaydı. Kelime Kur’an’da iki yerde bu anlamda geçmektedir (en-Nisâ 4/24; el-Mâide 5/5). Böyle bir ilişkiden doğan çocuğa da “ibnü’l-müsâfehe” denirdi.

Câhiliye devrinde dost hayatı yaşayan çiftler de vardı. Erkek kadının dostu ve arkadaşı (haden) olduğu için bu tür kadınlara “zevâtü’l-ahdân” veya “müttehızâtü ahdân” adı verilirdi. Kur’an’ın iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla câriyelerle evlenmeye izin veren (en-Nisâ 4/25), açık ve gizli kötülükleri (fevâhiş) yasaklayan (el-En’âm 6/151; el-A‘râf 7/33) âyetlerinde dolaylı olarak bunlardan söz edilir. Bu dönemde metres hayatı yaşayan evli kadınlar da vardı. “Dımd” denilen bu kadınlar kocalarından başka bir veya birkaç erkekle beraber olurlar, özellikle kıtlık zamanlarında karınlarını doyurmak için bu tür ilişkide bulunurlardı.

İslâm öncesinde livâta, sevicilik, hayvanlarla ilişki şeklindeki cinsî sapıklıklara da rastlanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm bunlardan bilhassa livâta üzerinde durmakta ve bu çirkin ilişkiyi ilk defa başlatan Lut kavminin (en-Neml 27/ 54; el-A‘râf 7/80-84) bu yüzden helak olduğunu anlatarak bundan ibret alınmasını istemektedir (el-Ankebût 29/28-35).

Câhiliye devrinde birçok yerleşim merkezinde ve ticaret kervanlarının uğrak yerlerinde “mâhûr” (muhtemelen Farsça “mey-hôr”dan [içki içen]) denilen işret ve zina âlemlerinin yapıldığı evler vardı. Buralarda câriyeler içki sunar, rakseder ve gayri meşru ilişkide bulunurlardı. Bu tür ilişkilerde pezevenklik (kıyâde) yapan kimseler de vardı. Bunlara “kavvâd” (Türk argosunda “kavat”) veya “kavvâde”, ailesini kıskanmayan ve fuhşa itenlere de “deyyûs” denirdi.

Bazı fahişeler evlerinin veya panayırlarda kurdukları çadırların kapılarına bayrak asarak ücret karşılığı ilişkide bulunmak isteyenleri davet ederlerdi. Hz. Âişe, Câhiliye dönemindeki nikâh türlerinden söz ederken bunlar hakkında da bilgi vermektedir (Buhârî, “Nikâĥ”, 36). Aynı rivayette, eşlerini kıskanmayan ve asil gördüğü bir kimseden çocuk sahibi olmak için onunla ilişkiye zorlayan ve eşi o kimseden hamile kalıncaya kadar bunu sürdüren erkeklerle (buna “nükâhu’l-istibdâ’“ denirdi) on kadar erkekle ilişki kuran kadının doğurduğu çocuğun nesebinin nasıl tayin edildiği hakkında da bilgi vardır. Kadın çocuğu doğurduktan sonra ilişki kurduğu erkekleri çağırır ve içlerinden birini çocuğun babası olarak belirlerdi. Doğan çocuk erkekse o kişi bunu kabullenmek zorundaydı. Kız çocuğu olması durumunda ise birtakım problemler ortaya çıkardı. Kız çocuğuna sahip olmanın utanç vesilesi sayılması ve doğan kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi âdeti de toplumda fuhşun yaygın olması, kız çocuklarının ileride fuhşa sürüklenmesi ihtimalinin bulunması ile açıklanabilir.

İslâmiyet fuhşu en büyük günahlardan saymış ve buna karşı büyük bir mücadele başlatmıştır. Câhiliye döneminde evinin damına bayrak asarak fuhuş yapan Ümmü Mehzûl adındaki kadını sahâbeden birinin nikahlamak istemesi üzerine nâzil olduğu rivayet edilen, “Zina eden kadını ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek nikâhlar” mealindeki âyette (en-Nûr 24/3) zinanın şirke yakın görülmesi dikkat çekicidir (geniş bilgi için bk. Elmalılı, V, 3473 vd.). Kur’ân-ı Kerîm, fuhuş yapan erkek ve kadınları “habîs” (murdar) olarak vasıflandırmakta ve bunların ancak kendi aralarında evlilik bağı kurabileceklerini belirtmektedir (en-Nûr 24/26).

İslâm’ın amaçlarından biri de nesillerin korunması, sağlıklı bir toplum yapısının oluşturulmasıdır. Bu bakımdan fuhuş ve fuhşa götüren bütün davranışlar zinaya yaklaştıran tutumlar olarak haram kılınmış (el-İsrâ 17/32); mümin erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakınmaları (en-Nûr 24/30-31), kadınların tahrik edici bir şekilde giyinip süslenmemeleri (en-Nûr 24/31) emredilmiş; mahrem olmayan kadın ve erkeklerin birbirlerine dokunmaktan, şehevî arzuları kabartan söz ve davranışlarda bulunmaktan sakınmaları istenmiştir. Ayrıca kadının erkeğin cinsî duygularını uyandıracak şekilde yürümesi de hoş görülmemiştir (en-Nûr 24/31). İlgili âyetlerin üslûbundan, bu kuralların hürriyetleri kısıtlama amacına değil toplum ahlâkını koruma gayesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Toplumda fuhşu önleyebilmek için fertlerin eğitimi, ahlâkî yetişkinliği, fuhşu kolaylaştıran ve özendiren yolların kapatılması kadar bu yönde gerekli içtimaî ve hukukî tedbirlerin alınması da önemlidir. İslâm’da ferdin cinsî ihtiyaçlarının tabii bir ihtiyaç olarak görülüp evliliğin kolaylaştırılması, evlilik yoluyla cinsel tatminin temel bir hak olarak karşılanması böyle bir anlam taşır. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in uygulamalarında zina eden, livâta ve sevicilik gibi


çirkin fiilleri işleyen kimseler hakkında öngörülen tedbirlerin ve cezaî müeyyidelerin de amacı müslüman toplumlarda fuhşu önlemek, kişilerin onur ve iffetlerini korumalarına yardımcı olacak bir toplum ve hukuk düzenini kurmaktır.

İslâm’ın kesin tavrına rağmen Asr-ı saâdet’te, bilhassa yeni müslüman olmuş kesimlerde eski alışkanlıkların bir sonucu olarak bazı zina olayları görülmüştür. Nitekim Tâif örneğinde olduğu gibi İslâm’ın gücü karşısında teslim olanlar, kendilerine verilen emanda zina ve içkinin yasaklanmaması şartının bulunmasını istiyorlardı (Cevâd Ali, V, 139). Hz. Peygamberin vefatından sonra meydana gelen dinden çıkma olaylarının sebeplerinden biri de coğrafî konumları sebebiyle İslâmî terbiyeyi yeterince alamamış Araplar’ın içlerinde gizledikleri bu arzularını gerçekleştirmekti. Hatta Hadramut taraflarında bazı fahişeler Resûl-i Ekrem’in vefatını sevinçle karşılamışlardı.

Hulefâ-yi Râşidîn devrinde fuhuşla mücadele devam etmiştir. Bu dönemde zina suçu isnat edilen ve bu yüzden cezalandırılanların sayısı çok azdır. Daha sonraki dönemlerde İslâm’ın çok geniş bir coğrafyaya yayılması sonucu büyük bir zenginlik elde edilmiş, bilhassa saraylarda ve çevresinde görülen eğlence hayatı toplumu sarsabilecek bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte yaygın ahlâkî terbiye ve hukukî önlemler yanında câriye istifraşına izin verilmesi fuhşun toplumsal boyutta yaygınlaşmasını önlemiştir.

Emevîler’de açık fuhuş pek görülmezse de bazı hükümdarlar eğlenceye düşkünlükleri ve ahlâksızlıklarıyla şöhret bulmuştu. Hatta bu durum bazı halifelere karşı isyan edilmesinin ve nihayet Emevî Devleti’nin yıkılmasının sebeplerinden biri olarak gösterilir (Hasan İbrâhim, I, 432).

Abbâsîler’in ilk dönemlerinde de açık fuhşa pek fazla rastlanmaz. IV. (X.) yüzyılın başlarında Çin’i ziyaret eden bir İslâm seyyahı orada fahişelerin deftere kaydedildiğini ve bunlardan her yıl belli bir miktar vergi alındığını görünce böyle bir fitnenin İslâm ülkesinde bulunmamasından dolayı Allah’a şükreder. Fakat bundan kısa bir zaman sonra Büveyhî Hükümdarı Adudüddevle rakkase fahişelere vergi koydu. Daha sonra Fâtımîler de fuhuş yerlerinden (büyûtü’l-fevâhiş, dârü’l-kuhab) vergi aldılar (Makrîzî, I, 89). Suriye civarında Lazkiye’de fahişeler muhtesip kontrolünde bulunuyorlardı ve özel bir yüzük takmak zorundaydılar. Sûs’ta da bir zina evi olduğu söylenir. Bu dönemin Abbasî coğrafyasında artan fuhşun müstehcen ifadeler tarzında edebiyata da yansıdığı görülür (Mez, II, 141, 150).

Osmanlı ülkesinin bilhassa müslümanların yaşadağı yörelerinde fuhuş diğer ülkelerdeki kadar ciddi boyutlara ulaşmamıştır. Ancak İstanbul’da Bizans döneminden beri fuhuş olaylarına rastlanmaktaydı. Özellikle kozmopolit bir yapıya sahip olan Galata yakası şehrin fuhşa en uygun yeriydi. Evliya Çelebi İstanbul esnafından söz ederken abartılı üslubuyla “esnaf-ı zen-kahbegân” (muhabbet dellâlları), “esnaf-ı hîzân-dilberân” (vücutlarını satan delikanlılar) gibi “nice esnâf-ı mühmelân”ın bulunduğunu, bunların sadece subaşı tarafından bilindiğini söyler. Osmanlılar’da zaman zaman fuhşu önlemek için fermanlar çıkarılmıştır. Mahallelerde gizli fuhuş yapıldığı tesbit edilen evler mahalle imamına şikâyet edilir ve onun başkanlığında buralara baskınlar düzenlenirdi.

İstanbul’da I. Dünya Savaşı esnasında ve daha sonra fuhuş yapılan bazı yerler açılmış, buralarda Ekim İhtilâli’nin ardından Rusya’dan gelenlerle birlikte sayıları bir hayli artan fahişeler çalıştırılmıştır. Bu dönemde İstanbul’un yozlaşan ahlâkî durumu, Yakup Kadri’nin, adını helak olan Lût kavminin yaşadığı şehirlerden alan Sodom ve Gomore romanında anlatılır. Türkiye’de zührevî hastalıklarla mücadele ilk defa I. Dünya Savaşı yıllarında başlamış, 18 Ekim 1915’te Emrâz-ı Zühreviyye’nin Men‘-i Sirâyeti Hakkında Nizamnâme ile bu hastalıkların yayılmasını önlemek için özel bir teşkilât kurulmuştur.

Günümüzde fuhşun sebep olduğu AIDS gibi korkunç hastalıklar, İslâm’ın fuhşu önlemek için getirdiği hukukî ve ahlâkî tedbirlerin önemini ortaya koymaktadır. Fuhşun çirkinliği sadece sebep olduğu zührevî hastalıklarla sınırlı değildir. Cinsiyet ahlâkı bakımından fuhuş ruhî sapıklıklara ve kadın kişiliğinin en önemli unsuru olan iffetin kaybolmasına sebep olur. İffetin kaybolması kişinin cemiyet içinde şeref ve itibarını kaybetmesine, bu yüzden de başka ahlâkî kusurları yapabilecek hale gelmesine yol açar. Vazife ahlâkı bakımından fuhuş, başka bir kişiye bir insan gibi değil bir eşya gibi bakma anlamı taşıdığı için insanî prensiplere tamamen zıttır. Nihayet fuhuş sevgisiz olarak vücudunu satmaktır; kişilik şuurunu yıktığı için kişiliğe en ağır hakarettir (Ülken, s. 243).

Tarihin hemen her devrinde fuhuş bir yandan varlığını sürdürürken bir yandan da toplumlar din, ahlâk, hukuk gibi kurumlar vasıtasıyla fuhşu önlemeye çalışmışlardır. Ancak dinin fert ve toplum hayatındaki etkisini büyük ölçüde ortadan kaldıran modernist hayat felsefesiyle birlikte son yüzyılda fuhşun türlü şekilleri giderek meşrulaşma zemini ve daha çok yayılma imkânı bulmuştur. Modern Batı’da hararetle savunulan bireycilik, saptırılmış özgürlük anlayışı ve bunların sonucu olarak gençlerin aile ilgisinden, terbiye ve himayesinden yeterince faydalanamaması, aynı dünya görüşünün bir ürünü olan lüks ve pahalı yaşamanın ev ve aile kurmayı zorlaştırması, ekonomik ve siyasî başarının en yüksek ideal kabul edilmesi ve cinselliğin bu amaç için sömürülmesi gibi sebepler yüzünden modernizmin benimsendiği toplumlarda veya kesimlerde fuhşun da yaygınlaştığı, hatta bir fuhuş sektörünün ortaya çıktığı görülmektedir. Aslında bazı çevrelerde din ve ahlâk gibi kurumlara karşı çıkmanın temelinde, modern zihniyet yanında uyuşturucu pazarıyla da yakın ilgisi olan fuhuş sektörünün çıkarları bulunmaktadır. Fuhşa karşı ahlâk terbiyesi, güçlü aile yapısı, toplumsal kontrol gibi mekanizmaları canlı tutması yanında kesin hukukî ve sosyal önlemler de alan İslâmiyet fuhuş sektörünü özellikle rahatsız etmektedir.

Fuhşu günah, ayıp ve en sonunda yasak olmaktan çıkarma eğiliminde olan modern zihniyet, sözde özgürlük adına fuhuşta sadece zor kullanma ve zarar vermeyi reddetmekte, fuhşun fert ve toplum üzerindeki yıkıcı etkileri bu düşünce sahiplerini fazla ilgilendirmemektedir. Türkiye’de ve diğer İslâm ülkelerindeki bazı küçük çevrelerde bu anlayış bir ölçüde etkili olmakla birlikte İslâm dininin dinamik yapısı sayesinde İslâm toplumları ve bilhassa müslüman aileler fuhşa karşı direncini korumaktadır. Fuhşun cazip kılınarak teşvik edilmesinde son derece etkili olan yazılı ve görüntülü medya alanında da dinî ve millî kimliğini yaşatan büyük çoğunluğun kendi ahlâk değerleri ve kültürüne


uygun alternatif neşriyata yönelmesi, fuhşa karşı son derece etkin bir mücadele dönemine girildiğini göstermesi bakımından önemlidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fĥş” md.; Lisânü’l-ǾArab, “sfĥ” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “fĥş”, “lǾan” md.leri; M. F. Abdülbâkī”, el-MuǾcem, “fĥş” md.; Müsned, II, 507; IV, 78; Buhârî, “Edeb”, 38, 39, 48, 82, “BüyûǾ”, 113, “Ŧalâķ”, 31, 34, 35, “Nikâĥ”, 36; Müslim, “Birr”, 73, “Selâm”, 11, 154, 155, “Müsâķāt”, 40, 41, “LiǾân”, 9, 12; Tirmizî, “Nikâĥ”, 6, “Birr”, 47, 59; Eflâtun, Devlet (trc. Sabahattin Eyüboğlu - M. Ali Cimcoz), İstanbul 1985, s. 148-149; İmruülkays v.dğr.. Yedi Askı: el-MuǾallaķatü’s-sebǾ (nşr. ve trc. Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1943, s. 20-21; İbn Hişâm, es-Sîre2, II, 433-434; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 184-185; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1405/1984, XXVIII, 78; Gazzâlî, İhyâ (trc. Ahmed Serdaroğlu), İstanbul 1974, III, 126, 127; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 415; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I, 89; Tecrid Tercemesi, II, 481-482; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 519; Mazhar Osman Uzman, Tababet-i Ruhiye (İstanbul 1325-26), İstanbul 1947, II, 318-416; Mahmûd Şükrî el-Alûsî, Bulûġu’l-ereb, II, 3-5; Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlâkı (İstanbul 1931), İstanbul 1981, s. 242-243; Elmalılı, Hak Dini, V, 3473 vd., 3512; Mez, el-Ĥađâretü’l-İslâmiyye, II, 141-150; Bekir Topaloğlu, İslâm’da Kadın (İstanbul 1965), İstanbul 1992, s. 210-227; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, V, 133-145, 533-546; Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1974, VIII, 16-19; Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, I, 432; Zafer Toprak, “İstanbul’da Fuhuş ve Zührevî Hastalıklar (1914-1933)”, TT, VII/39 (1987), s. 31-40; R. Ekrem Koçu, “Fuhuş”, İst.A, VII, 5855-5863; a.mlf., “Baskın”, a.e., IV, 2141-2152.

Nebi Bozkurt