GAFLET

لغفلة ا

Dünya veya âhiret hayatı için gerekli olan bir şeyin önemini kavrayamama halini ifade eden ahlâk ve tasavvuf terimi.

Sözlükte “terketmek, önemsememek” anlamında masdar ve “dalgınlık, dikkatsizlik, yanılma, ihmal” mânasında isim olan gaflet kelimesi, “bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edilememesi” (Ebü’l-Bekâ, s. 206), “nefsin kendi arzusuna uyması, zamanın boş geçirilmesi” (et-TaǾrîfât, ġaflet” md.), “yeterince uyanık ve dikkatli davranılmadığı için insana arız olan yanılgı hali” (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, ġfl” md.) şeklinde tarif edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de maddî ve manevî menfaatlerini bilen insanlara “zâkir” ve “ehl-i zikir”, bundan habersiz olanlara da “gafil” denilmiştir. Gaflet “unutma ve yanılma” mânasını da taşımakla birlikte aslında bu iki kavramdan farklıdır (Ebü’l-Bekâ, s. 206; et-TaǾrîfât, “nisyân” md.). Bir şeyi bile bile terketmek gaflet, bilmeden terketmek unutmaktır. Kur’ân, hayvanlardan daha aşağı seviyede bulunan ve kalpleri mühürlü olanları gafil diye niteler (el-Aǿrâf 7/179) ve müminlerden gafil olmamalarını isteyerek (el-Aǿrâf 7/205) Allah’ın âyetlerinden gafil olanların cehennemlik olduklarını bildirir (el-Aǿrâf 7/146; Yûnus 10/7-8). Gaflet içinde bulunanlar âhirette pişmanlık duyacaklardır (el-Enbiyâ 21/97). Gaflet kelimesi Kur’ân’da “habersiz olma” mânasında da kullanılmıştır (Yûsuf 12/3; Kâf 50/22) ve Allah’ın gafil (olup bitenlerden habersiz) olmadığı hususuna sık sık dikkat çekilmiştir (meselâ el-Baka-ra 2/74, 85, 140, 144, 149). Hadislerde de insanların Allah’tan, onun zikrinden ve âyetlerinden gafil olmamaları istenmiş, gafil kalple yapılan duanın kabul edilmeyeceği belirtilmiştir (Müsned, II, 177; el-Muvaŧŧa’, “Śalât”, 8; Tirmizî, “DaǾa-vât”, 65).

Zâhid ve sûfîler gaflet konusu üzerinde önemle durmuşlardır. İbn Ebü’l-Havârî gafleti “en büyük musibet ve kasvet” olarak tanımlar. Ona göre en derin uyku gaflet uykusudur. Gaflet olmasaydı insan nefsinin arzularına kul olmazdı. Cüneyd-i Bağdadî, Allah’tan gafil olmanın ateşe girmekten daha zor olduğunu söyler. Ebû Ca’fer Sinan’a göre, bir insanın işlediği günahtan tövbe etmesi gerektiğinden gafil olması o günahı işlemesinden daha kötüdür. Kalbin gaflet içinde bulunmamasını isteyen Dârânî’ye göre gafleti kalpten kovmanın tek yolu Allah korkusudur. İbn Mesrûk ise gafletle cehâlet arasında bir ilgi kurarak cehaletin gaflete yol açtığını söyler. Ebû Bekir eş-Şiblî’nin gaflete düşmemek için zaman zaman vücudunu kırbaçladığı rivayet edilir. Kaynaklarda, Ebû Hafs el-Haddâd’ın Allah’ı gaflet üzere iken zikretmediği, Bâyezîd-i Bistâmî’nin ise ölürken Allah’ı hep gafletle zikrettiğini söylediği kaydedilmiştir.

Sûfîler gafleti ikiye ayırır ve bazı hallerde gafletin gerekli olduğuna inanırlar. İbn Ebü’l-Verd’e göre gafletin biri rahmet, diğeri felâket olan şekli vardır. Rahmet olan gaflet kulluğun gereğini yerine getirmeye engel olmaz. İkincisi ise günaha giren kişiyi kulluk yapmaktan alıkoyar. Sürekli olarak celâl ve cemâl tecellilerini temaşa etmeye güç ye-tiremeyen âşık ve sıddîkların bazan gaflete ihtiyaç duydukları da olur. Nitekim Ebû Hafs el-Haddâd âşıkların ancak gaflette sükûn bulacaklarını söylemiş, Ebû Hamza el-Bağdâdî de, “Gaflet olmasaydı Allah’ın zikrinin verdiği hazdan sıddîklar ölürlerdi” diyerek Haddâd’ı teyit etmiştir. Mutarrif b. Abdullah’a göre Allah’ın sıddîkların kalbine gaflet vermesi rahmetinin eseridir. Eğer kendisini tanıdıkları kadar onlara korku verseydi hayatlarını sürdürmeleri güç olurdu. RebîǾ b. Abdurrahman, Allah gaflete düşürerek ölümü unutturduğu için insanların dünyayı imar edebildikleri görüşündeydi.

Zaman zaman insanların şarkı ve türkü söylemelerine, oynayıp eğlenmelerine ve dinlenmelerine imkân veren geçici gaflet halleri zahir ulemâsınca genellikle günah sayılmamıştır. Sûfîlerin tehlikeli buldukları ibadet dışındaki gaflet değil insana ibadeti ve kulluğu unutturan veya kalp huzuruyla dinî görevleri yerine getirmesine engel olan gaflettir. Ebû Tâlib el-Mekkî ve Gazzâlî gibi mutasavvıflar gafletle Kur’ân okumanın sakıncalarını geniş olarak açıklamışlardır.

Gafilleri uyarmak için Tenbîhü’l-ġâfil, Tenbîhü’l-ġâfilîn ve îkâzü’l-ġâfilîn gibi adlarla çeşitli eserler kaleme alınmıştır (Keşfü’ž-žunûn, I, 487; Ξâhu’l-meknûn, l, 159, 326). Bunların en meşhuru Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin Tenbîhü’l-ġâfilîn adlı eseridir.


BİBLİYOGRAFYA:

Râgib el-İsfahânî, el Müfredat, “ġfl” md.; et-TaǾrîfât, “ġaflet”, “nisyân” md.leri; Ebü’l-Bekâ, el-Külliyyât, Bulak 1253, s. 206; Tehânevî, Keşşaf, I, 724; II, 1436; CaǾfer Seccâdî, Ferheng, Tahran 1983, s. 349-350; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, s. 185; Müsned, II, 177; el-Muvattaǿ, “Salât” 8; Tirmizî, “DaǾavât”, 65; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, Kahire 1961, I, 108, 120; Sülemî, Tabakât, s. 81, 101, 105, 106, 116, 119, 159, 232, 241, 253, 271, 368; Ebû Nuaym, Hilye, X, 221, 321; Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (Uludağ), s. 97, 181, 251, 435; Herevî, Tabakât, s. 148; Gazzâlî, İhyaǿ, I, 281; III, 367; a.mlf., Mükâşefetü’l-kulûb, Beyrut 1985, s. 34-37; Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ”, s. 367, 451, 634; İbnü’l-Cevzî. Sıfatü’s-safve, III, 225; Fahreddin er-Râzî, Mefâtihü’l-gayb, XXIV, 115; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Beyrut 1403/1983, II, 451; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 124; Keşfü’z-zunûn, I, 487; Îzâhu’l-meknûn, I, 159, 326.

Süleyman Uludağ