GAFÛR

الغفور

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ*) biri.

Gafur kelimesi, sözlükte “örtmek, gizlemek, kirlenmekten korumak için bir şeyin üstünü örtmek” mânasındaki gafr (gufran, mağfiret) kökünden sıfat olup “birinin kusurunu örten, suçunu bağışlayan” anlamına gelir. Râgıb el-İsfahâ-nî, Allah’a nisbet edilen gufran ve mağfireti O’nun, kulunu azap görmekten koruması şeklinde nnânalandırmıştir. Bu ise günahı bağışlamanın sonucunu gösteren (lâzımî) bir anlam niteliği taşır. Aynı kökten gelen istiğfar kelimesi kişinin, kusurunun bağışlanmasını Allah’tan talep etmesi anlamına gelir. Râgıb el-İs-fahânî’ye göre bu talebin hem söz hem de fiil ile olması gerekir. Aksi halde istiğfar kişiyi yalancı durumuna düşürür (el-Müfredât, ġfr” md.). Bu açıdan bakıldığında istiğfarın “Allah’a dönüş” mânasına gelen “tevbe” ile anlam yakınlığı içinde olduğu görülür.

Kur’ân-ı Kerîm’de gafr kökünden türemiş 234 kelime bulunmaktadır. Bunların beşi yine “affetmek, bağışlamak” mânasında olmak üzere insana nisbet edilmiştir. Altmış birini muhtelif fiil kalıplarının, diğerlerini de çeşitli sıfat ve isimlerin (gâfir, gafur, gaffar, gufran, mağfiret) oluşturduğu toplam 187 kelime doğrudan Allah’a izâfe edilmiştir. Kırk iki kelime ise istiğfar kavramı etrafında şekillenmiştir ki bunlar da sonuç itibariyle Allah’ın gafur ismine râcidir (bk. M. F. Abdülbâkî, el-MuǾcem, “ġfr” md.).

Allah’ın gafur (gaffar) oluşunu ifade eden 229 kelime, Kur’ân-ı Kerîm’in 29. cüzünün sonlarında yer alan Muddessir sûresinin nihayetine kadar (74/56) bazı kesintilerle birlikte ardarda devam eder. Kur’ân’ın tamamı göz önünde bulundurulduğu takdirde gufran kavramının yer almadığı sûreler hacim bakımından yüzde on üç civarında kalır. Bu kavramı içeren son sûredeki âyetin meali ise şöyledir: “O çok bağışlayan (gafur) ve çok sevendir” (el-Burûc 85/14). Aslında gafur isminin tecelli etmesi, yani fiilî bir sıfat olarak fonksiyoner olması insanların günah işlemeleri ve bağışlanmalarını istemelerine bağlıdır. İslâmî anlayışta her insan selim bir fıtratla ve günahsız olarak dünyaya geldiğine, ayrıca herkes kendi yaptığından sorumlu olacağına göre aslî günah yoktur. Şu halde mağfiret kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de birçok defa tekrarlanmasının sebebi nedir? Bu noktada, insanı sürekli günah işleyen bir mücrim telakki etmek yerine, onun Allah’a ulaşabilmesi için kazanması gereken kemal mertebeleri ve yetkinlik vasıflarında geri kalabileceği veya hatalı davranabileceği şeklinde bir yaklaşımı benimsemek ilgili âyetlerin genel muhtevasına daha uygun düşmektedir. Hadis literatüründe de gufranla ilgili çok zengin rivayetler mevcuttur. A. J. Wensinck’in el-MuǾcem’inde yirmi dört sütunluk bir yer tutan bu rivayetlerde, kavramın sülâsî ve istifǾâl kalıplarından birçok kelime ile muhtelif dua şekilleri, belirli davranışlar için gufran müjdeleri yer alır (ġfr” md.).

Esmâ-i hüsnânın zikredildiği İbn Mâce ile (“DuǾâǿ”, 10) Tirmizî (“DaǾavât”, 82) rivayetlerinde gaffar ve gafur isimleri, Kur’ân’da da bunlarla birlikte gâfir (el-A’râf 7/155; Gâfir 40/ 3) ismi yer almaktadır. Bu üç isimden gaffar ile gafur sigaları mübalağa ifade etmektedir. Gâfir “hata ve kusurları örten, günahkârı dünyada da âhirette de cezalandırmayan, onun iç yüzünü insanlara bildirmeyen” anlamına gelir. Her üç isimde de ortak olan bu temel muhtevanın günahkârın teşhir ve ilân edilmemesiyle ilgili kısmı, Buhârî ve Müslim’in de dahil bulunduğu muhaddisler grubunca nakledilen bir hadiste açıklığa kavuşturulmuştur. Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen bu hadise göre, âhiret gününde Cenâb-ı Hak mümin kulunu kimsenin görmeyeceği bir şekilde kendisine yaklaştıracak, günahlarını bir bir hatırlatarak ikrar ettirecek, öyle ki kul artık mahvolduğuna hükmedecek; fakat Allah, “Ben onları dünyada gizlediğim gibi bugün de bağışlıyorum” diyecek ve bu mümine sadece sevap defteri verilecektir (Müsned, II, 74; Buhârî, “Mezâlim”, 2, “Edeb”, 60; Müslim, “Tevbe”, 52; İbn Mâce, “Muķaddime”, 13).

Kur’ân-ı Kerîm’de beş yerde geçen gaffar ismiyle doksan bir yerde geçen gafur isminin her biri mübalağa ifade etmekle birlikte aralarında ne gibi bir farkın bulunduğu hususu ilk dönemlerden itibaren âlimleri düşündürmüştür. Meşhur nahiv ve lügat âlimi Zeccâc, her iki kelimenin aynı mânada mübalağa ifade ettiğini, tekrarın ise zât-ı ilâhiyyeye ait sıfatlardaki nihaî yetkinliği bildiren bir tekit niteliği taşıdığını söylemekle belki en isabetli hükmü vermiştir (Tefsîru esmaǿillâhi’l-hüsnâ, s. 46). Bununla birlikte Zeccâc, başkasından naklen gaffarın “günahları dünyada örten”, gafurun ise “âhirette bağışlayan” anlamlarına gelebileceğini kaydetmiştir (a.g.e., s. 47). Ebû Süleyman el-Hattâbî de tereddütlü görünmekle birlikte bu yorumu benimsemiştir (Şeǿnü’d-duǾâǿ, s. 65). Abdülkerîm el-Kuşeyrî, gaffarın daha çok mübalağa ifade ettiğini söyledikten sonra asıl mağfiretin kulun tövbesi ve itaatiyle değil ilâhî lutufla gerçekleştiğini kaydetmiştir. Ancak Kur’ân’da yer alan mağfiret âyetlerinin çok defa tövbeyi ve iyi davranışları şart koştuğu görülmektedir. Her ne kadar Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, genellikle benimsendiği gibi, gaffarın gafura nisbetle daha çok mübalağa ifade ettiğini ileri sürmekteyse de (el-Emedü’l-aķśâ, vr. 116b) Hattâbî’-de görülen bir işaretin Gazzâlî tarafından geliştirilen şekli daha mâkul görünmektedir. Buna göre her bir ismin kendine has bir mâna zenginliği mevcut olup gaffar tekrarlanan hata ve kusurları, gafur ise her nevi günahı bağışlamayı ifade etmektedir. Öyle ki sadece bir çeşit günahı bağışlayana gafur denmeyeceği gibi bütün günahları kaplasa bile sadece bir defa affeden için gaffar ismi kullanılmaz. Ancak Kur’ân’da açıkça belirtildiği üzere (en-Nisâ 4/48, 116) şirk ve inkârın bağışlanması söz konusu değildir.

Gaffar, Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı beş âyetin üçünde “yenilmeyen yegâne galip” anlamındaki “azîz” ismiyle birlikte tekrarlanmış ve bu zatî isim sayesinde muhtevasındaki süreklilik anlamı zenginlik kazanmıştır. “İyi biliniz ki o azizdir ve çok bağışlayandır” (ez-Zümer 39/ 5) ifadesi, Allah’ın bağışlamasının yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek


gibi dış faktörlere bağlı olmayıp zâtının niteliklerinden sayıldığını bildirmektedir. Gaffarın “settâr” (örten) mânasına geldiği açıktır. “Ey ayıpları örten” (yâ settâre’l-uyûb) şeklindeki niyazların yaygın olduğu bilinmektedir. Muhtelif hadislerde de “setr” kökünden türemiş fiiller Allah’a nisbet edilmiştir (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “str” md.). Bu tür rivayetlerden biri şöyledir: “Kim bir müslümanın aybını örter, kusurunu bağışlarsa Allah da kıyamet gününde onun kusurlarını bağışlar” (Buhârî, “Mežâlim”, 3, Müslim, “Źikir”, 38). Bir başka hadiste de Allah’ın “setîr” olduğu, yani iffeti, örtünüp korunmayı sevdiği ifade edilmiştir (Ebû Dâvüd, “Ĥammâm”, 1; Nesâî, “Ġusl”, 7). Gazzâlî, “güzel olanı gösterip çirkin olanı gizleyen” şeklinde mânalandırdığı gaffar isminin tecellisi sayesinde kula yönelen “setr” şeklindeki ilâhî lutufları şöyle sıralar: a) Bedenin çirkin görülen organlarının içte gizlenmesi, güzelleriy-le örtülüp süslenmesi, b) İnsanın kötü düşünce ve duygularının kimsenin vâkıf olamayacağı iç dünyasında gizlenmesi. Öyle ki içinden geçen vesvese, hile, hıyanet ve kötü zanlara başkaları vâkıf olsa ondan nefret eder, hatta onu öldürüp ortadan kaldırmaya çalışırlardı, c) Kişiyi başkalarının yanında mahcup duruma düşürecek günahların bağışlanması ve imanını koruduğu takdirde bunlardan doğacak çirkinliklerin sevaplarla örtüleceğinin vaat edilmesi. Gazzâlî’nin kanaatine göre kulun gaffar isminden nasibi, ifşa edilmesini istemediği kusurlarının benzerlerini başkalarında gördüğü takdirde onları yaymayıp örtmesidir. Şüphe yok ki insanların gizli taraflarını araştıran, kötülüğe kötülükle karşılık veren kimse gaffar isminin tecellilerinden faydalanamaz (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 85-86).

Kur’ân-ı Kerîm’in doksan bir âyetinde yer alan gafur ismi sadece iki âyette tek başına kullanılmış, yetmiş bir yerde “rahîm” ismiyle “gafurun rahim” şeklinde, bir yerde aynı mânaya gelen “zü’r-rahme” terkibiyle, bir yerde de “rahîmun gafur” olarak tekrarlanmıştır. Gafurun zatî bir işim olan rahîmle birlikte kullanılışı, ona hem süreklilik ve derinlik açısından mâna zenginliği kazandırmakta, hem de bağışlayıcılığın sevginin en üstün derecesini oluşturan rahmetten kaynaklandığını göstermektedir. Gafurun “çok seven, çok sevilen” mânasındaki “vedûd” ismiyle bir âyette yer alması da bir önceki kullanıma benzemektedir. Gafur bunlardan başka, “acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen” anlamındaki “halîm”, “az iyiliğe çok mükâfat veren” mânasındaki “şekûr” ve “hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden” anlamındaki “afüv” isimleriyle de kullanılmaktadır. Gafurun mânasını destekleyen bu isimlerin tamamının esma-i hüsnânın insanla ilgili olan grubuna girdiği görülmektedir. Gafurun iki âyette azîz ile tekrarlanması gaffar isminin aynı isimle tekrarlanmasına benzer.

Allah’ın insanla ilgili isimleri ve fiilî sıfatları grubuna giren gaffar ve gafur esmâ-i hüsnâdan raûf, sabûr, tewâb ve vâsi’ isimleriyle de mâna yakınlığı içindedir (bunların anlamları için bk. DİA, XI, 415).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “gfr” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “gaffar”, “ğafûr” md.leri; Lisânü’l-ǾArab, “gfr” md.; Ebü’l-Bekâ, el-Külliyyât (nşr. Adnan Dervîş - Muhammed el-Misrî), Beyrut 1413/1993, s. 666-667; Kâmûs Tercümesi, “gfr” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “gfr”, “str” md.leri; M. F. Abdülbâkî, el-MuǾcem, “ğfr” md.; Müsned, II, 74; Buhârî, “Mezâlim”, 2, 3, “Edeb”, 60; Müslim. “Zikir”, 38, “Tevbe”, 52; Ebû Dâvûd, “Hammâm”, 1; İbn Mâce, “Mukaddime”, 13, “DuǾâ=“, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; Nesâî, “Gusl”, 7; Zeccâc, Tefsîru esmâ’illâhi’l-hüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk), Beyrut 1399/1979, s. 37-38, 46-47; Zeccâcî, İştikaku esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 93-94, 189; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾa (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk), Dımaşk 1404/1984 - Dımaşk, ts. (Dârü’s-Sekâfeti’l-Arabiyye), s. 52-53, 65; Halimi, el-Minhâc, I, 201; Bağdadî, el-Esma’ ve’s-Sıfât, vr. 152b-153a; Kuşeyrî, et-Tahbîr fi’t-tezkîr (nşr. İbrahim Besyûnî), Kahire 1968, s. 37-39; Gazzâlî. el-Maksadü’l-esnâ (Fadluh), s. 37, 85-86, 114, 151; Ebü’l-Muzaffer es-Sem’ânî, Ravhu’l-ervâh fî şerhi esma’i’l-Meliki’t-Fettâh (nşr. Necîb Mâyil-i Herevî), Tahran 1368 hş., s. 87-92, 325-332; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aksâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 116b; Beyhakî, el-EsmâǾ ve’ş-sıfât (İmâdüddin), I, 104-107; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 220-228; Feyz-i Kâşânî, Ǿİlmü’l-yakîn, Kum 1358 hş./1400, I, 115, 125; Suad Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 155-158; Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i hüsnâ”, DİA, XI, 415.

Bekir Topaloğlu