GANÎ

الغني

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ*) biri.

Ganî kelimesi, sözlükte “zengin olmak, ihtiyacı bulunmayıp müstağni kalmak; bir yerde ikamet etmek, hayatiyetini sürdürmek” mânalarındaki gına (ganâ’) kökünden sıfat olup “zengin, kendi varlığıyla yetinip başkasına muhtaç olmayan, müstağni” anlamına gelir. Gına kökü Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli fiil ve isim kalıplarıyla yetmiş üç yerde geçer. Bunlardan beş âyette “zengin kılmak, ihtiyaçtan kurtarmak” mânasındaki iğnâ mas-danndan türeyen fiiller yer almış, bir âyette “müstağni oldu” anlamındaki isteğnâ fiili Allah’a nisbet edilmiş, on sekiz âyette de ganî ismi Allah için kullanılmıştır (bk. M. F. Abdülbâkî, el-MuǾcem, “ġny” md.). Buna benzer kullanımlar hadislerde de geçmektedir (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “ġny” md.).

Gerek esmâ-i hüsnâya dair eserlerde gerekse konuyla ilgilenen âlimlerin muhtelif açıklamalarında ganî ismine genellikle “zâtında ve sıfatlarında her türlü ihtiyaçtan münezzeh olan” şeklinde mâna verilmiştir. Allah, varlığı açısından başkasına muhtaç olmadığı gibi ulûhiyyetini niteleyen, kâinatı yaratıp idare edişini dile getiren sıfatlara sahip olması ve bunları fonksiyoner kılması bakımından da bütün yaratıklardan müstağnidir. İlk dönemlerden itibaren âlimler ganî isminin bu anlamını, “O’ndan başka her şey kendisine muhtaç bulunan” şeklindeki bir ilâve ile zenginleştirmişlerse de Gazzâlî bu ikinci unsurun ganîde değil “melik” isminde mevcut olduğunu ve bundan dolayı melikin ganîye göre daha kapsamlı bir mâna taşıdığını ifade eder (el-Makśadü’l-esnâ, s. 37). Ebû İshak ez-Zeccâc ile çağdaşı Ebü’l-Hasan el-EşǾarî ve Zeccâc’ın öğrencisi Ebü’l-Kasım ez-Zeccâcî ganî ile kâdir isimleri arasında bağlantı kurarak gınâyı yetkin derecede kudretin bir ifadesi olarak telakki etmişlerdir (Zeccâc, s. 63; İbn Fûrek, s. 48; Zeccâcî, s. 117). Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, gınânın “bir yerde ikamet edip hayatını sürdürmek” şeklindeki sözlük anlamından hareketle ganînin “mekândan münezzeh olarak ezelden ebede kadar varlığını sürdüren” mânasına da gelebileceğini söylemiştir (el-Emedü’l-aķśâ, vr. 45a).

Esmâ-i hüsnâdan biri olarak ganîye verilen bu mânalar şüphe yok ki Allah’a mahsustur ve ganiyy-i mutlak sadece O’dur. O’ndan başkasına izâfe edilen bütün zenginlikler aslında mevcut olan bir ihtiyacın giderilmesi anlamına geleceğinden nisbî ve mecazî bir nitelik taşır. Nitekim, “Zenginlik fazla servete sahip olmak değildir; asıl zenginlik gönlün ihtiyaç duygusundan uzak kalabilmesidir” (Buhârî, “Riķâķ”, 15; Müslim, “Zekât”, 120) mealindeki hadis de buna işaret etmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’in on sekiz âyetinde geçen ganî ismi, iki yerde herhangi bir terkip oluşturmadan tek başına (ganiyy-i mutlak) kullanılmıştır. Bunların birinde, Allah’a ortak koşanların O’nun evlât edindiğini ileri sürdükleri belirtilmekte ve Allah’ın bundan müstağni olduğu, kâinatta bulunan her şeyin onun mülkiyet ve tasarrufu altında bulunduğu ifade edilmektedir (Yûnus 10/68). Diğer âyette ise Allah yolunda harcama yapma durumunda olanlardan bazılarının cimrilik gösterdiği, fakat bu tür bir davranıştan doğacak zararın eninde sonunda kendilerine döneceği bildirilmekte ve şöyle denilmektedir: “Allah -her şeyden müstağni olan- zengindir, siz ise -ihtiyaçtan kurtulamayan- fakirlersiniz” (Muhammed 47/38). Ganî, belli bir ilgi alanına bağlı olarak kullanıldığı üç âyetin ikisinde (Âl-i İmrân 3/97; ez-Zümer 39/7), kendisine küfür ve inkâr şeklinde yönelecek bir fiilden Allah’ın asla zarar görmeyeceği, diğerinde de (el-Ankebût 29/6) manevî yücelik ve ruhî yetkinliğe ulaşma yolunda gösterilecek çabaların iyi sonuçlarının sahibine ait olacağı, çünkü âlemlerden müstağni olan Allah’ın yücelik ve yetkinliğin en üstün derecelerine ezelden beri sahip bulunduğu dile getirilmektedir. Ganî ismi on âyette “övülmeye lâyık” anlamındaki “hamîd”, bir âyette “acele ile ve kızgınlıkla muamele etmeyen” anlamındaki “halîm”, bir âyette de “fazilet türlerinin hepsine sahip” mânasındaki “kerîm” ismiyle birlikte kullanılmaktadır. Bu kullanımlarda ganî, insanların iyi veya kötü davranışlarının zât-ı ilâhiyyeye herhangi bir yarar veya zarar vermeyeceğini, göklerde ve yerde olan her şeyin O’nun kudret ve tasarrufunun altında bulunduğunu ifade etmekte, hamîd, halîm ve kerîm isimleri de bu muhtevayı pekiştirme, destekleme ve dengeleme fonksiyonunu yerine getirmektedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, ganî isminin hiçbir şey için illet ve sebep teşkil etmediğini, yani herhangi bir taalluk alanının bulunmadığını söylemektedir (el-Fütûĥât, XII, 181). “Senin rabbin her şeyden müstağnidir ve rahmet sahibidir” (el-EnǾâm 6/133) mealindeki âyet ise Allah’a mahsus gınânın cimri insanlardaki gibi zâtına münhasır kalmayıp kâinata taştığını belirtmektedir. Nitekim çeşitli âyet ve hadislerde ayrıca Allah’ın zengin kılma (iğnâ) sıfatı işlenmektedir (bk. MUĞNİ). Hz. Peygamber’in, “Allahım! Hak mâbud sensin, senden başka tanrı yoktur. Ganiyy-i mutlak sensin, biz ise sana muhtacız, bize yağmur gönder...” (Ebü Dâvûd, “İstisķâ3”, 2) cümleleriyle başlayan yağmur duası, ilâhî gınânın yaratıklar için rahmet kaynağı oluşturduğunu ifade etmektedir.


Abdülkahir el-Bağdâdî, âlimlerin ganî isminin zatî sıfatlardan olduğu hususunda ittifak ettiklerini söyler (el-Esmâǿ1 ve’ś-śıfât, vr. 154a). Bu isim her türlü acz, eksiklik ve ihtiyacı zât-ı ilâhiyyeden nefyettiği için selbî isim ve sıfatlardan kabul edilmiştir. Ganî ayrıca bakî, melik, mâlikü’l-mülk, kâdir, muktedir ve metîn isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur (bu isimlerin mânaları için bk. DİA, XI, 411-415).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “gny” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “gny” md.; Ebü’l-Bekâ, el-Külüyyât, s. 696; Kâmûs Tercümesi, “gny” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “gny” md.; M. F. Abdülbâki, el-MuǾcem, “gny” md.; Buhârî, “Rikâk”, 15; Müslim, “Zekât”, 120; Ebû Dâvûd, “İstiskâǾ”, 2; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Zeccâc, Tefsîru esmâǿillâhi’l-hüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk), Beyrut 1399/ 1979, s. 63; Zeccâcî, İstikâku esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 117-125; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk), Dımaşk 1404/1984 -Dımaşk, ts. (Dârü’s-Sekâfeti’l-Arabiyye), s. 92-93; Halîmî, el-Minhâc, I, 196; İbn Fûrek, Mücerredü’l-makâlât, s. 48; Bağdadî, el-Esmâǿ ve’s-sıfât, vr. 154”; Gazzâlî, el-Maksadü’l-esnâ (Fazluh), s. 37, 155-156, 172-173; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aksâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 44b-45a; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾü’l-beyyinât, s. 344-345; İbnü’l-Arabî, el-Fütühât, XI, 70; XII, 181-182; Suad Yıldırım, Kurǿan’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 205-207; Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i Hüsnâ”, DİA, XI, 411-415.

Bekir Topaloğlu