GARÎB

الغريب

Senedinin herhangi bir yerinde râvi sayısı bire düşen hadis.

Sözlükte “vatanından uzakta yalnız ve tek başına kalan kimse; anlaşılması güç, yadırganan söz” anlamına gelen garîb kelimesi terim olarak sened veya metin yönünden tek kalmış, yahut benzeri başka râviler tarafından rivayet edilmemiş hadis demektir.

Garîb ile ferd* hadisler arasında ortak olan tek kalış (teferrüd, infirâd) kavramını dikkate alan bazı âlimler bu iki terimin eş anlamlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu durumda mutlak garîb ile mutlak ferd, nisbî garîb ile de nisbî ferd eş anlamlı olur. Fakat birçok hadis âlimi, az veya çok kullanılma açısından ferd ile garîb arasında fark gördükleri için garîb terimini çok defa belli bir şeyle kayıtlanan nisbî ferd hakkında, ferd terimini ise herhangi bir şekilde kayıtlanmayan mutlak ferd hakkında kullanırlar. Ancak bu farklılık kelimelerin birer terim olarak kullanılışı bakımından olup bunlardan türeyen fiillerin kullanılışında bir anlam farkı gözetmezler. Bu sebeple “mutlak ferd” veya “nisbî ferd” de denilen garîb hadisle ilgili olarak, “Bu hadiste falan teferrüd etmiştir” veya, “Bu hadis falan sebebiyle garîb olmuştur” derken aynı anlamı kastederler.

Garîb hadis, isnad zincirinde râvisinin teke düştüğü (teferrüd) tabakaya nisbetle iki kısma ayrılır. 1. Mutlak garîb (mutlak ferd). Garâbetin senedin aslında yani sahâbî râvide meydana geldiği hadistir. 2. Nisbî garîb (nisbî ferd). Garâbetin senedin aslında değil devamında meydana geldiği hadistir. Nisbî diye nitelendirilmesi, teferrüdün belirli bir şahsa nisbetle meydana gelmesi dolayısıyladır. Nisbet edildiği durumlara göre birçok türü bulunan teferrüdü dört grupta toplamak mümkündür, a) Yalnız bir sikanın teferrüdü. “Bu hadisi sika falandan başka hiç kimse rivayet etmemiştir” gibi ifadelerle anlatılmak istenen budur, b) Belli bir râvinin belli bir râviden teferrüdü. “Bu hadisin rivayetinde falan râvi falan râviden teferrüd etmiştir” derken bu duruma işaret edilir, c) Bir şehir veya bölge halkının belli bir râviden teferrüdü. “Bu hadisin rivayetinde Mekkeliler teferrüd etmiştir” gibi. d) Bir şehir veya bölge halkının başka bir şehir veya bölge halkından teferrüdü. Bu husus, “Hadisin rivayetinde Basralılar Medineliler’den teferrüd etmiştir” gibi sözlerle belirtilir.

Bezzâr’ın ei-Müsned’inde ve Taberâ-nî’nin el-MuǾcemü’l-evsaŧ’ında bolca örnekleri bulunan garîb hadislerin sıhhat durumuna gelince, hadiste sadece garabetin bulunması o hadisin sıhhatini yok etmez. Çünkü hadisin sıhhati öncelikle râvisinin güvenilir olup olmamasına bağlıdır. Bu sebeple garîb bir hadis, rivayetinde teferrüd eden râvisinin adalet ve zabt yönünden bulunduğu dereceye göre sahih, hasen veya zayıf olabilir. Bununla birlikte râvinin bir hadisin rivayetinde yalnız kalması, hata ve yanlış yapma ihtimalini arttıran ve râviye karşı güvensizlik doğuran önemli bir etkendir. Nitekim garîb hadisler, taşıdıkları zayıflık ve gizli kusurlar (illet) sebebiyle genellikle sahih değildirler. Bundan dolayı hadis âlimleri garîb hadis rivayetine rağbet etmemiş, hatta buna karşı çıkmışlardır. İbrahim en-Nehaî, “Selef hadisin ve sözün garibinden hoşlanmazdı” demiş; Ebû Yûsuf, “Garîb hadisin ardına düşen yalancı olur” hükmünü vermiştir. İmam Mâlik de ilmin kötüsünün garîb, iyisinin halk tarafından rivayet edilen zâhir (meşhur) olduğunu söylemiştir. Bu konuda Ahmed b. Hanbel görüşünü, “Garîb hadisleri yazmayın; çünkü bunlar münker rivayetlerdir ve çoğu zayıf râvilerden gelmektedir” şeklinde ifade etmiştir.

Hadis âlimleri garîb hadislerin tesbitine önem vermişler ve bu konuda müstakil eserler yazmışlardır. Ebû Davud’un (ö. 275/889) et-Teferrüd fi’s-sünen, Muhammed b. Muzaffer b. Mûsâ el-Bezzâz’ın Ġarâǿibü eĥâdîŝi ŞuǾbe (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 506/1, birinci kısım; Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye, Mecmua, nr. 94/1, vr. la-15b; nr. 124, vr. 124a-152b), Dârekutnî’nin Ġarâǿibü Mâlik, Ebû Abdullah İbn Mende’nin Ġarâǿibü ŞuǾbe, İbnü’1-Kayserânî’nin Etrafü’1-ġarâǿib ve’l-efrâd (GAL, I, 436; Suppl, I, 603) ve Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî’nin el-Eĥâdîŝü’ś-śıĥâĥu’l-ġarâǿib adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “garîb” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1086-1088; Hâkim, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-hadîs, s. 94-96; Hatîb, el-Kifâye (nşr. Muhammed el-Hâfız et-Tîcânî), Kahire 1972, s. 223-226; İbnü’s-Salâh, Mukaddime, Beyrut 1398/1978, s. 136; Tîbî, el-Hulâsa fî usûli’l-hadîs, Beyrut 1985, s. 51; Tecrid Tercemesi, I, 109, 308; Sehâvî, Fethu’l-mugis, Kahire 1388/1968, III, 28-56; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî, Kahire 1385/1966, II, 180-187; Radıyyüddin İbnü’l-Hanbelî, Kafvü’l-eser fî safvi Ǿulûmi’l-eser (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1408, s. 47-48; Ali el-Kârî. Şerhu Nuhbeti’l-fiker, İstanbul 1328, s. 36-37; Cemâleddin el-Kâsımî, KavâǾidü’t-tahdîs (nşr. M. Behçet el-Baytâr), Dımaşk 1380/1961, s. 125; Brockelmann, GAL, I, 436; Suppl., I, 603; Kettânî, er-Risâletü’l-müstetrafe, s. 113; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nazar, Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma’rife), s. 180-181; Talât Koçyiğit, Hadis Istılâhları, Ankara 1980, s. 114-115; Nûreddin Itr, Menhecü’n-nakd, Dımaşk 1401/1981, s. 396-402; Subhî es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981, s. 190-193; M. Accâc el-Hatîb, el-Muhtasarü’l-vecîz fî Ǿulûmi’l-hadîs, Beyrut 1407/l 987, s. 168-171; Mahmûd et-Tahhân, Teysîru mustalahi’l-hadîs, Riyad 1407/1987, s. 28-31.

Selahattin Polat