GAZİ MİHALOĞLU MAHMUD BEY CAMİİ

Gazimihaloğulları ailesinden Mahmud Bey tarafından XV. yüzyılda yaptırılan imaret-cami.

Günümüzde Bulgaristan’da kalan, Sofya’nın 50-55 km. kadar doğusundaki İhtiman kasabasında bulunmaktadır. Kasabanın adı Ahtaman veya Ahtıman olarak da anılır. XVII. yüzyıl içinde defalarca buradan geçen Evliya Çelebi İhtiman’daki kalenin Lala Şahin Paşa tarafından fethedildiğini, kasabanın Yörük beylerinin ocaklığı olduğunu bildirdikten sonra ocak beyinin Gazi Mihaloğulları’ndan olduğunu da kaydeder. O sırada İhtiman 600 eve, camilere, iki tekkeye, bir hamam, 100 kadar dükkân ve üç hana sahip mâmur bir kasabadır. Bey Hanı’nın kapısı dibinde, Köprülü Mehmed Paşa’nın kethüdâsının 1070’te (1659-60) yaptırdığı bir de çeşme vardır. Evliya Çelebi cami hakkında bir şey yazmaz. Yalnız büyük hana Bey Hanı denildiğini söylemesi, bunun da Mihal Beyoğullarfnın bir eseri olması ihtimalini akla getirir.

Uzun yıllar Rumeli’de çeşitli görevlerde bulunan Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey’in notları arasındaki bir kayıtta, “İhtiman kasaba ve köyleri Mihal Beyzade Mahmud Bey vakfıdır” denildikten sonra o yıllarda burada şu eserlerin var olduğuna işaret edilir: Cami, hamam, kiliseden çevrilme imaret, 1210 (1795-96) tarihli Mestçi Mustafa Ağa Mescidi, Köprülüzâde kethüdâsı çeşmesi (üç adet), mütevelli İbrahim Bey Çeşmesi (İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 2466, 2475, vr. 54).

Balkan tarihi uzmanı Gonstantin Jireĉek 1891’de basılan bir eserinde, 3426 nüfuslu İhtiman kasabasının evvelce halkının ekseriyeti Türk ve müslüman iken 1888’de müslümanların sayısının 142’ye düştüğünü bildirir. Jireĉek buraya dair bazı bilgilerden sonra, “Kasabanın güneyinde, asırlık ağaçların gölgelediği kabristanda Gazi Mihaloğullan’ndan biri tarafından yaptırılmış küçük bir cami vardır. Bu ailenin torunları son yıllara kadar buranın mütevellisi olarak kalmış ve burada yaşamışlardır” der.

Caminin, çok geniş bir aile olduğu bilinen Gazi Mihaloğullan’ndan kimin tarafından yaptırıldığı meselesine gelince, evvelce Çarşıkapı’da Sadrazam Sinan Paşa Türbe ve Medresesi’nde muhafaza edilirken daha sonra Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ne gönderilen eski belgeler arasında, 919 yılı Rebîülâhiri başlarına (Haziran 1513) ait olup I. Selim’in tuğrasını taşıyan bir beratta, “İhtiman’daki Mahmud Bey vakfının beratı muharebede zayi olduğundan Vidin sancak beyi Mehmed’in iş’ârı üzerine tecdidin yapıldığı” bildirildiğine göre İhtiman ile yakından ilgili olan kişinin bu soydan Mahmud Bey olduğu kabul edilir. Mihaloğulları’nın şeceresinde pek çok Mahmud Bey adına rastlanmakla beraber en akla yatkın olanı, 1402’de Ankara Savaşı’nda şehid düşen İlyas Bey’in oğlu Mahmud Bey’dir. Yukarıda sözü edilen berattan da “merhum” Mahmud Bey evkafının Fâtih Sultan Mehmed devrinde temlik edildiği anlaşılmaktadır. Bu Mahmud Bey, aynı ailenin Bulgaristan topraklarındaki üçüncü kolundan olup ailenin diğer fertleri gibi akıncı, aynı zamanda vakıf kurucusu ve imarcı bir kişidir. M. Tayyip Gökbilgin ise Mahmud Bey’in II. Murad döneminde yaşadığını tahmin eder.

Yaşar Gökçek tarafından derlenen bilgilere göre Gazi Mihaloğulları ailesinde de İhtiman’daki vakıflara dair bazı belgeler bulunmaktadır. Bunlar arasında Mahmud Ragıp Gazimihal Bey’deki bir berat, 1048 (1638-39) tarihinde İhtiman imaretine Mahmud Bey soyundan Mehmed Bey ile oğlu Kurd Bey’in mütevelli tayin edildiklerine dairdir. 1208 (1794) tarihli bir beratla yine aynı soydan Nûman Bey mütevelli olmuş, 1267 (1851) tarihli belge ile de aynı ailenin başka bir ferdi mütevelli tayin edilmiştir. Bu beratta şu cümleler dikkate değer: “Mahmud Bey İbn-i Mihal Zâviyesi, vâkıfı tarafından zaptolunmak iktizâ eylediği defter emininin arz-ı mealinden anlaşılmış idüğüne ve vâkıf-ı mumaileyhin zaviyesi denilen sâlifü’z-zikr imareti olup... derûnunda âyende ve revende fukaraya it’âm-ı taam olunmakta ve câmi-i şerîf-i


mezkûr dahi mevcut ve mâmur ve derûnunda salât-ı mefrûza edâ kılınmakta bulunduğu...”. 1306 (1889) tarihli berata göre mütevelli yine Gazi Mihaloğullan’ndan bir kişidir. Bu belgede burası “câmi-i şerîf ve imaret” olarak gösterilmekte ve vakfiyesinin kayıp olduğu bildirilmektedir. 1324’te (1906) mütevelli Gazi Mihaloğulları’ndan Yûsuf Râgıb Bey’dir. Bu beratların hepsi İhtiman’daki vakfın kurucusu olarak Mahmud Bey’i göstermektedir. Son mütevelli Râgıb Bey, buradaki vakıf eserleri dokuz kubbeli ve tek minareli bir cami, bir fırın, bir mektep, bir medrese ve imaretten ibaret olarak göstermiştir. Son cemaat yeri kubbeleri tamam olduğu ve kıble tarafındaki namaz mekânının tonozu da kubbe sayıldığı takdirde cami dokuz kubbeli olarak kabul edilebilir. İmaret ise herhalde avlunun köşesinde bulunan bir aşhane olmalıdır. Bu imaret-caminin etrafında uzanan ve artık hiçbir izi kalmayan hazîrede Mihaloğul-lan ailesinin tarihini aydınlatmaya yarayacak mezar taşlan bulunması ihtimali yanında belki de Mahmud Bey’in kabri de buradaydı.

İhtiman’daki bu Türk eseri ilk olarak Khristo Miatev tarafından 1921’de tanıtılmıştı. İki yanında mekânlar olan camilerden bahsederken O. Reuther böyle bir yapıya Bulgaristan’da İhtiman’da rastladığını yazmıştı. Semavi Eyice de 1966 yılı Ağustosunda, İhtiman’da ana caddeden sapan bir ara yolda ve bir okulun hemen yanında olan bu tarihî eseri bir Bulgar’ın yardımı ile bulabilmişti. Aynı Bulgar’ın sağladığı 1920’lerde çekilmiş fotoğrafta cami mimarisi belirli ve minaresi sağlam bir halde görülüyordu. 1966’da Mahmud Bey Camii her tarafını otlar bürümüş, minaresi temeline kadar yıktırılmış, yok olmaya yüz tutmuş bir harabe halindeydi. Bugün caminin hâlâ durup durmadığı ve ne halde olduğu hakkında bilgi yoktur.

Mahmud Bey Camii’nin esasında bir kilise olduğu yolundaki iddianın hiçbir dayanağı yoktur. Bina, planı ve duvar örgüsünde kullanılan taş ve tuğla işçiliği bakımından şüpheye yer vermeyecek şekilde XV. yüzyılın bir Osmanlı-Türk eseridir. Cami, erken Osmanlı dönemi eserlerinden bir tabhâneli camidir. 17 m. kadar genişliğindeki cephesinin önünde evvelce bir son cemaat yeri bulunduğu izlerden anlaşılmaktadır. Fakat bu kâgir ve herhalde beş bölümlü son cemaat yeri bilinmeyen bir zamanda yıkıldığından yerine ahşap çatılı, sundurma biçiminde bir yenisi yapılmıştı. Bunun kiriş delikleri muntazam bir sıra halinde cephe duvarında görülmektedir. Minare ise sağ köşede yükseliyordu. Pabuç kısmında gövdeye geçişin organik olmayan bağlantısı, şerefe çıkmasının sadeliği, minarenin de o haliyle geç bir dönemde yenilendiğine işaret sayılabilir.

Caminin son cemaat yeri 1966’da tamamen yıkılmış haldeydi. Harim’e geçit veren cümle kapısı, sadece sivri kemeri belli büyük bir gedik halinde bulunuyordu. Yanlardaki üstleri birer kubbe ile örtülmüş misafirlere mahsus tabhâne mekânlarının son cemaat yerinden ışık alan birer penceresi vardı. Diğer cephelerinde de birer pencere bulunuyordu. 1966’-da bunların bazıları şekilsiz birer gedik halinde iken bazıları da örülmüştü. Üstü kubbe ile kapatılmış bir avlu mekânı hâtırasını yaşatan kubbeli orta mekânın ortasında olması gereken şadırvanla kubbenin ortasındaki aydınlık feneri artık yoktu. Geç dönemde camide değişiklik yapıldığında yanlardaki tabhâneleri orta mekândan ayıran kemer dolgusu halindeki perde duvarları bu çeşit camilerin çoğunda olduğu gibi kaldırılmıştır. Bu duvarların varlığı ve içlerinde tabhâne odalarını ısıtan birer ocağın bulunduğu kubbe dibindeki baca çıkışlarından anlaşılmaktadır. Büyük kubbe sekiz köşeli bir kasnağa oturuyordu. İçeride ise geçişler üçgen biçimli tromplarla sağlanmıştı. Kapalı avlu hâtırası olan kubbeli orta mekândan bir kemerle ayrılan esas namaz mekânı, bu tip yapıların ilk örneklerinde olduğu gibi bir beşik tonozla örtülmüştür. Böylece bu bölüm bir eyvan görünümü almıştır ki aynı mimari düzen İznik’te Nilüfer Hatun İmareti’nde de görülür.

İhtiman İmaret Camii’nin dış cephelerindeki duvar örgüleri, erken Osmanlı dönemi Türk mimarisinin inşa tekniğine sahip bulunmaktadır. Duvarlar taş ve tuğladan beraberce faydalanılması suretiyle yapılmış olmakla birlikte tuğla yer yer süs unsuru olarak da kullanılmıştır. Hatta bazan basit kaba bir moloz taşın etrafı tuğlalarla çerçevelenerek cazip bir görüntü sağlanmıştır. 1966’da caminin içinde, sıva üzerinde eski kalem işi nakışlar ve yazılar görülebiliyordu.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 390; Gazi Mihaloğlu Mehmed Safıyüddin Bey, Gazi Mihal Bey ve Evlâd ü Ahfadının Devlet-i Aliyyeye Hidemât-ı Mesbûkalan, İÜ Ktp., nr. T. 4610; C. Jireĉek, Die Heerstrasse uon Belgrad nach Constantinopel, Prag 1877, s. 29, 91, 126; a.mlf., Das Fürstentum Bulgarien, Wien 1891, s. 379; Yaşar Gökçek. Köse Mihaloğulları (mezuniyet tezi, 1950), İÜ Ed.Fak. Tarih bölümü Tez, nr. 3137; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 244; a.mlf., “Mihal-oğulları”, İA, VIII, 288-289; Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri III-1V, s. 53-54; Kr. Miatev, “Prilozi kimsredno ve kovnata arkeologla na Bulgarski zemi, III. Starini b ihtiman i Novi Han, Sofiycko”, Godischnik na Narodnija Arkeoloseçki Muzei Sofla, III, Sofia 1921, s. 242-285; O. Reuther, “Die Qa’a”, Festschrift F. Sarre Jahrbuch der Asiatischen Kunst, II, Leipzig 1925, s. 216; Y. Trifanov, “Tarih ve Rivayetlerde Mihal Beyoğulları” (trc. Türker Acaroğlu), ülkü, XVI/96, Ankara 1941, s. 535-536; Tahsin Öz, “Topkapı Sarayı Müzesinde Yemen Fatihi Sinan Paşa Arşivi”, TTK Belleten, X/37 (1946), s. 174, nr. 2; Semavi Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimâî Bir Müessesesi; Zaviyeler ve Zâviyeli Camiler”, İFM, XXl/l-4 (1963), s. 48; a.mlf., “Sofya Yakınında İhtiman’da Gaazî Mihaloğlu Mahmud Bey İmâret-Câmii”, KAM, IV/2 (1975), s. 49-61 ; ismail Hakkı Uzunçarşılı, “Köse-Mihal”, İA, VI, 914-915.

Semavi Eyice