GÖNÜLLÜ

Kendi isteğiyle orduya katılan ve sefere çıkan askerler için kullanılan bir tabir.

Eski Türk ve İslâm devletlerinde, çeşitli adlar altında yardımcı askerî güç olarak kendi arzularıyla savaşa katılmak üzere orduya gelen grupların varlığı bilinmektedir. Bunlara Osmanlılar zamanında gönüllü veya bunun çoğulu olarak gönüllüyân denmiş, bu gruplar için özel askerî teşkilât oluşturulmuştur.

İslâmiyet’in ortaya çıkışı ve yayılışı sırasında müşriklerle savaşanlar düzenli bir askerî birlikten ziyade kendi isteğiyle gelenlerden oluşuyor, eli silâh tutan müminler cihad çağrısına koşuyorlardı. Bunlar maaş yerine zekât ve ganimetten pay alırlar, çok defa dış düşmanlara karşı savaşta, bazan da iç ayaklanmaları bastırmada kullanılırlardı. Ribât*larda toplanan ve murâbıt adıyla anılan bu gönüllülerin çoğu savaştan sonra işlerinin başına dönerlerdi. Zamanla ribâtlarda dâimî muhafız bulundurma gereği duyulunca bu askerler yardımcı kuvvet statüsüne dönüştürülerek buralarda istihdam edildi.

Kaynakların belirttiğine göre Selçuklu ordusunda düzenli askerlerden başka yardımcı kuvvet olarak mutatavvıân adı verilen gönüllü askerler mevcuttu. Taşradaki şehir ve bölge kuvvetlerini oluşturan bu gönüllüler bir yandan cihad yaparak sevap kazanırken diğer yandan da ganimet elde ederlerdi.

Eyyûbî ordusunda da yardımcı kuvvetler arasında mahallî milis kuvvetleri (ahtas) ve gönüllüler bulunuyordu. Bunların Kudüs ve Askalân’ın fethinde büyük hizmetleri geçmiştir (Şeşen, s. 149-150). Anadolu Selçuklularında haşer denilen ücretli askerler, daha sonraki Türk devletlerinde umumiyetle gönüllü adı altında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra burada kurulan beylikler arasında yer alan Osmanlılar’ın ilk askerî güçlerinin önemli bir kısmını ve hatta tamamını gönüllü olarak gelen gruplar oluşturmaktaydı. Dolayısıyla devletin kuruluşunda ve ilk fetihlerde emeği geçen gazilerin hemen hepsinin gönüllü olduğu söylenebilir. Devlet, önemli seferler arefesinde dellâllar vasıtasıyla timar ve ulûfe vaad ederek gençlerin orduya katılmasını isterdi. Yerli müslümanların timar sahibi ve ücretli asker olmasının başlıca yolu bu uygulamaydı. Bazı gönüllüler de kalelerde muhafızlık yapar, bu hizmetlerine karşılık ulûfe alırlardı. Gönüllü ve ücretli askerlerden, kuruluş ve yükseliş devirlerinde saltanat için ayaklanan Osmanlı şehzadeleriyle zaman zaman devlete başkaldıran âsi elebaşıları da faydalanmıştır (Kantemiroğlu, II, 27). XVII ve XVIII. yüzyıllarda askere olan ihtiyaç artınca gönüllü alayları kurulmuş ve bu uygulama genişletilmiştir.

Gönüllü tabiri klasik dönemde Osmanlılar’ın taşrada istihdam ettikleri ulûfeli ve muvazzaf askerler için de kullanılmış, bunlar “yerli kulu gönüllüleri” adıyla anılmıştır. XVI. yüzyılda imparatorluğun Avrupa’da Budin, Tımışvar; Asya’da Bağdat, Lahsâ, Musul, Diyarbekir, Van, Erzurum, Kars, Şam, Halep, Kıbrıs; Afrika’da Mısır ve Habeş eyaletleri gibi merkeze uzak topraklarındaki kalelerinde dizdar maiyetinde “gönüllüyân” adı altında “müstahfız” ve “beşlü” teşkilâtları tarzında düzenli askerî birlikler vardı. “Serhad kulu” veya “yerli kulu” da denilen bu zümreler sınır boylarındaki şehir ve kasabalardan, özellikle kuloğullarından, Anadolu yiğitlerinden ve ihtida eden hıristiyanlardan toplanırdı. Bunların başlıca görevleri barış zamanında kale muhafızlığı yapmak, savaş zamanında ise savaşa gitmekti.

Mısır’ın zaptından sonra burada bırakılan Osmanlı gönüllü askerleri meydana gelen olayları bastırmaya kâfi gelmeyince 1520 yılında Hayır Bey, merkezden aldığı izinle Mısır halkından ve özellikle evlâdü’n-nâs’tan gönüllü alarak Mısır ordusunu takviye etmişti. Ancak bu gönüllüler Hâin Ahmed Paşa zamanında dağıtılmıştı. XVI yüzyılın ilk yarısına kadar Mısır gönüllüleri dergâh-ı âlî


kullarından tayin edilirken daha sonra bey ve ağa oğulları ile tâbileri, müteferrika ve çavuş oğulları da bu zümreye katılmıştır. 1524 tarihli Mısır Kanunnâmesi’nde, barış zamanında gönüllülerin mal tahsili ve memleket muhafazası için “kâşif” denilen Mısır beylerinin hizmetinde bulundukları belirtilerek bu görevlerini düzen içinde yapmaları, kimseye zulmetmemeleri, kâşiften yiyecek içecek ve hayvanları için yem talebinde bulunup halka bu hususta sıkıntı vermemeleri gerektiği kaydedilmişti. Gönüllülerin çarşıda dükkân açıp alışveriş yapmaları, sanatla meşgul olmaları da yasaktı. Bu yasağa uymayıp ulûfesi kesilen gönüllülerin Rumeli’ye nakledilmeleri karara bağlanmıştı (Barkan, s. 355). Mısır’daki Çerâkise taifesi de aynı statüdeydi (a.g.e., s. 358).

Kale gönüllüleri de bu hizmetleri karşılığında ulûfe alırdı. Ücretleri bağlı oldukları eyalet maliyesinden verilirdi. Bu gönüllülerin âmirine “gönüllü ağası” denirdi. Bunun altında kethüdâ, kâtip, alemdar, çavuş gibi gönüllü zâbitleri vardı. Bu gönüllüler Kapıkulu Ocağı gibi cemaat ve bölük tarzında teşkilâtlandırılmış olup sağ gönüllüler (gönüllüyân-ı yemîn) ve sol gönüllüler (gönüllüyân-ı yesâr) diye iki kısma ayrılırdı. Büyük kalelerde süvari ve piyade olarak iki cemaat teşkil edilmişti. Her cemaate bir ağa kumanda ediyordu ve bunlar onar veya otuzar kişilik bölüklere ayrılmıştı. Süvari bölüklerinden birincisi ağa bölüğü, ikincisi kethüdâ (kâhya) bölüğü adıyla anılırdı. Birinci yaya bölüğü ise kethüdâ bölüğüydü. Her bölük “serbölük” de denilen bir bölükbaşının emri altında bulunurdu. Her biri at beslemekle yükümlü olup mızrak ve yay kullanırlardı. Gönüllüler zaman zaman ağaları tarafından silâh kullanma hususunda imtihan edilirdi.

1556 yılında Kahire gönüllülerinin yevmiyeleri 10-16 akçe arasındaydı. 1616’da Mısır’daki gönüllü ağasının yevmiyesi 50, kâtibinin ve kethüdâsınınki ise 20-25 akçe civarındaydı. Bölükbaşılar 10-20 akçe arasında yevmiye alıyordu. 1718’de Niş Kalesi’nde mevcut gönüllülerin yevmiyesi 14 akçeydi. Bazı imtiyazlı gönüllülere ulûfe yerine timar tevcih edilirdi. Yerli kulu gönüllüleri gedik statüsündeydi. 1524 yılında Mısır’da 1100 civarında gönüllü bulunuyordu. Zamanla sayıları artan Mısır gönüllüleri eski mevcuda ininceye kadar kimseye gedik tevcih edilmemesi için Kanûnî Sultan Süleyman’ın son zamanlarında ferman çıkarılmıştır (BA, MD, nr. 5, s. 431). Gönüllülük, münhal vukuunda eyalet valisinin veya defterdarının arzıyla padişah tarafından sınır boylarındaki yiğitlere, yoldaşlara, gönüllü veya yeniçeri oğullarına tevcih edilirdi. Kalelerde gönüllülerle ilişkili olarak ayrıca müteferrika ve kuloğulları cemaatleri de vardı.

İyi hizmet veren gönüllüler taltif edilirken suç işleyenler önce ağalar tarafından cezalandırılır, ıslah olmayanların beylerbeyi tarafından ulûfesi kesilir, suçu büyük olanlar ise idam edilirdi. Boşalan gedikler bir süre kimseye tevcih edilmez, sayısı elliyi bulunca yıl sonunda merkeze bildirilir ve ertesi yıl için bu kadrolara tayin yapılması istenirdi. Ancak yıl sonundan önce boşalan gedik sayısı elli veya elliden fazla olursa yıl sonunu beklemeden tayin talebinde bulunulabilirdi (Barkan, s. 355). XVII. yüzyılda gönüllü ağalarının sancak beyliğine tayin edildiği de olmuştur. Mısır divanında kırk gedikli çavuşluk hizmetindeki münhallere, beylerbeyi tarafından sadece gönüllü veya atlı tüfekçi taifelerinin bu işe lâyık olanlarından tayin yapılırdı.

Bunların dışında XVII. yüzyılda merkezde vezîriâzam, taşrada eyalet valileri ve sancak beylerinin maiyetinde ücretli yardımcı kuvvetler arasında gönüllüyân denilen zümre de vardı ve bunlara “kapılı gönüllüler” deniyordu (Kantemiroğlu, II, 209-210). Her elli neferi bir gönüllüyân ağasının emrinde olan (d’Ohsson, VII, 173) bu gönüllülerden vezîriâzamın maiyetindekiler merasim alayı erkânına mensuptu ve sarı, allı bayrak taşırlardı (Evliya Çelebi, IV, 154). Kapı halkından olan gönüllülerin kıyafetleri leventlerinkinden farklıydı. Çuha elbise, sivri külâhlı siyah poşu ve kırmızı makramalı levent kuşağı kullanırlardı. Bellerinde yatağan, omuzlarında tüfek taşırlardı (Uluçay, XVII. Asırda Saruhan, s. 64). Kapılı gönüllülere bağlı oldukları kişiler tarafından bahşiş ve ulûfe verilirdi. 1182’de (1768-69) bu bahşişin kişi başına 40 kuruş olduğu anlaşılmaktadır (Cezar, s. 358). Gönüllülerin canfes denilen kumaştan yapılmış bayrakları için gönüllü ağasına ayrıca para verilirdi (a.g.e., s. 364). Kapılı gönüllüler sefer hizmetinde kullanılmak üzere eyaletlerden değişik isimler altında toplanırdı. Daha önceleri ilga edilmeleri için teşebbüste bulunulan sekbanlar nihayet 1718 yılında kaldırılmış, yerlerini deli, fârisân, azebân, tüfekçi ve gönüllüyân adlı teşekküllerin alması yolunda bir ferman çıkarılmıştır. Fakat boşta kalan saruca ve sekbanlar kılık değiştirerek bu yeni teşekküllere de kaydolmuşlar ve her fırsatta hoşnutsuzluklarını ortaya koymuşlardır. Yeni zümreler, bu arada gönüllüler sık sık itaatsizlik etmişler, eyaletlerde halktan “gelgeç akçesi” adı altında para toplayarak yağma ve hırsızlık olaylarına karışmışlardır (BA, Cevdet-Askerî, nr. 14003). Nihayet 5 Şaban 1206 (29 Mart 1792) tarihinde bunlar da resmen ilga edilmiştir (BA, MD, nr. 173, s. 39 vd.).

Ayrıca taşradaki yeniçerilerin içinde maaşsız gönüllüler vardı. Bunlar şehir ve kasaba halkındandı. Yeniçeriliğin imtiyaz ve şerefinden faydalanan, bazan yerli kulu gönüllüleriyle karıştırılan bu gönüllüler, bulundukları yörenin yeniçeri serdarının defterine kayıtlıydılar. Bu kayıt muameleleri dolayısıyla serdara bir miktar câize verilirdi (BA, MD, nr. 111, s. 617). Bunlar kalelerde topçu, cebeci vb. kapıkulu askerleri arasında nöbetleşe olarak hizmet görürlerdi. Gönüllü yeniçerileri ocaklı yeniçerilerden ayıran fark birincilerin sakallı olmasıydı. Bunların zenginleri sekban, zağarcı ve süvari ortalarına intisap ederler ve mensubu oldukları ortanın nişanını kollarına ve baldırlarına dövdürürlerdi. Gerektiğinde turnacılar vasıtasıyla serdarları maiyetinde savaşa katılan gönüllü yeniçerilerin gençleri orduda “tashîh be-dergâh” adıyla ulûfe defterine yazılır ve gerçek yeniçeri olurlardı (Lutfî, VIII, 358). Gönüllü yeniçeri olmak için yeniçeri ağasının arzı ve padişahın iradesi şarttı. Buna uyulmadığı zaman bozulma başlamış ve bu uygulama ocak nizamının bozulmasından sonra suistimallere yol açmıştır. Kapıkulu süvarilerinin oğullarına gönüllü gediği verilir (BA, MD, nr. 2, s. 46, 145), bu hususta sahtekârlık yaparak gedik tasarruf edenler cezalandırılırdı (BA, MD, nr. 2, s. 93). Kapıkulu süvari oğullarından gönüllü olarak sefere katılan ve hizmeti görülenler babalarının sağlığında bölüğe kaydedilirlerdi (BA, MD, nr. 8, s. 167).

Delibaşının maiyetindeki mülâzıma gönüllü ağası denildiği gibi (Mustafa Nuri Paşa, III, 83) bazı deniz leventlerine de gönüllü, bunların reislerine gönüllü reisi, gemilerine gönüllü levent gemileri adı verilirdi (Kâtib Çelebi, s. 70).

Gönüllü asker kullanımı XIX. yüzyılda devam etmiştir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Mısır’ı işgal eden Napolyon’a karşı sevkedilen başı bozuk gönüllü askerlerinin kumandanıydı. Sultan Abdülmecid zamanında 1843’te ordu teşkilâtına alınan gönüllüler, 1854 ve 1877 Osmanlı-Rus savaşlarında istihdam edilmişlerse de kendilerinden beklenen hizmeti vermemişlerdir. Mahmud Şevket Paşa, II. Abdülhamid döneminin askerî teşkilâtını anlatırken


gönüllü asker adaylarının bulaşıcı hastalık taşımamalarının, sağlıklı, güçlü kuvvetli olup on sekiz yaşından küçük bulunmamalarının, hırsızlık gibi yüz kızartıcı suç işlememiş olmalarının gereği üzerinde durmaktadır (Osmanlı Teşkilât ve Kıyâfet-i Askeriyyesi, III, 24-25).

1908’de Kānûn-ı Esâsî’nin tekrar yürürlüğe girmesinden sonra genellikle mecburi askerlik sistemi benimsenmiş olmakla birlikte, görülen lüzum üzerine gönüllü ve ücretli askerlerle de ordu takviye edilmiştir. Nitekim 1911-1912 Osmanlı-İtalyan savaşında yerli halktan ve gönüllü subaylardan da faydalanılmıştır. Hatta bu savaşın önemli ölçüde gönüllülerle yapıldığı söylenebilir. Balkan Savaşı’nın sonlarında Edirne yönünde gerçekleştirilen ileri harekâta gönüllüler de katılmıştı. Eşref Sencer (Kuşçubaşı) kumandasındaki gönüllü müfrezesi Batı Trakya’ya girerek Bulgaristan’a karşı oradaki Türkler’i organize etmiş ve merkezi Gümülcine olan Batı Trakya geçici hükümetinin kurulmasına ön ayak olmuştu (31 Ağustos 1913).

I. Dünya Savaşı’nda gönüllü sistemi tekrar ortaya çıkmış, bir kısım halk kendi isteğiyle savaşmak için silâha sarılmıştır. Bunların başında Konya Mevlevî’leri ile Kādirîler geliyordu. Ayrıca bir kısım Kafkas ve Rumeli Türkü de Irak ve Sînâ harekâtına katılmıştı. Öte yandan, doğuda bazı aşiretlerden oluşan birliklerin başında gönüllü alay kumandanı olarak Kafkas cephesinde savaşa katılan Bedîüzzaman Said Nursi’nin mücadelesi daha ziyade Ruslar’a ve bunların tahrikiyle yerli halka zarar veren Ermeniler’e karşı olmuştur (Documents sur les atrocités, s. 22-23). Türk gönüllülerinden başka bazı Arap ve bedevî gönüllüler de Mısır’a karşı girişilen Kanal Harekâtı’na katılmışsa da amaçları maddî ve siyasî olduğundan bunlardan bir fayda sağlanamamıştır. Sayıca az olan Türk gönüllüleri de esaslı bir eğitime tâbi tutulmadıklarından erimişler, böylece I. Dünya Savaşı’nın sonlarında gönüllü olarak savaşa katılan kalmamış ve bu sistem kendiliğinden ortadan kalkmıştır.

I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin dağılması ve Anadolu’nun işgale uğraması sırasındaki istiklâl mücadelesine halkın gönüllü katılımı olmuş, bu sayede Antep ve Maraş gibi birçok şehir kurtarılmıştır. Fakat kesin sonucun düzenli birlikler olmadan alınamayacağı anlaşılınca Türk ordusu yeniden düzenlenmiş, gönüllü kullanımı bir disiplin içinde sınırlandırılmıştır.

Gönüllü asker olarak savaşlara katılmanın bugün de devam ettiği görülmektedir. Özellikle 1979 yılı sonlarında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi üzerine başlayan iç savaşta Sovyet ve Afgan hükümet güçlerine karşı savaşan mücahidlere birçok İslâm ülkesinden gönüllüler de katılmıştır. 1992 baharında eski Yugoslavya’da başlayan savaşta çeşitli İslâm ülkelerinden gönüllüler Bosna ordusunda yer alırken Rus ve Slav gönüllülerin de Sırbistan güçlerine yardım ettiği bilinmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 2, s. 46, 93, 145; nr. 5, s. 431, 564; nr. 7, s. 68; nr. 8, s. 167; nr. 111, s. 617; nr. 173, s. 39 vd.; BA, Cevdet-Askerî, nr. 7420, 14003, 15542; BA, Cevdet-Dâhiliye, nr. 2354; BA, Dâhiliye Nezâreti, Kalem-i Mahsûs, Dosya nr. 41, vesika nr. 36/1-3; Kâtib Çelebi, Tuhfetü’l-kibâr, s. 70; Selânikî, Târih (İpşirli), s. 80, 149; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IV, 154 vd.; D. Kantemiroğlu, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (trc. Özdemir Çobanoğlu), Ankara 1979, II, 27, 209-210; D’Ohsson, Tableau général, VII, 173, 384 vd.; Cevdet, Târih, I, 133; Lutfî, Târih, VIII, 358; Mustafa Nûri Paşa, Netâyicü’l-vukūât, İstanbul 1327, III, 83; Mahmud Şevket Paşa, Osmanlı Teşkilât ve Kıyâfet-i Askeriyyesi, İstanbul 1325, s. 11; a.e. (haz. Mehmed Akçakoca, yüksek lisans tezi, 1992), Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, III, 24-25; Documents sur les atrocités arméno-russes, İstanbul 1917, s. 22-23; Barkan, Kanunlar, s. 355, 357, 358, 359; M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu (Ankara 1959), Ankara 1972, s. 132 vd.; Uluçay, XVII. Asırda Saruhan, s. 64, 219-223; a.mlf., XVIII ve XIX. Asırlarda Saruhan, s. 76, 77, 78-79, 117-119, 258; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 203; a.mlf., Medhal, s. 55, 142; a.mlf., Kapukulu Ocakları, I, 3, 4, 330-331, 462, 619; II, 80, 144, 165; a.mlf., Merkez-Bahriye, s. 16, 146; a.mlf., Osmanlı Tarihi, II, 566, 575; III/1, s. 287, 368; IV/1, s. 624; Mustafa Cezar, Osmanlı Tarihinde Levendler, İstanbul 1965, s. 15, 250-251, 276, 277, 294-295, 297, 305, 308-312, 350, 352, 357-360, 364, 411, 426; Selahattin Karatamu, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Ankara 1971, III/6, s. 239-240; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti-Habeş Eyaleti, İstanbul 1974, s. 59, 99, 108, 110, 113, 185, 241; Ramazan Şeşen, Salâhaddin Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 149-150; Mustafa Zeki Terzi, Abbasîler Döneminde Askerî Teşkilât (doktora tezi, 1986), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 35-37; a.mlf., Hazreti Peygamber ve Hulefâ-yı Râşidîn Döneminde Askerî Teşkilât, Samsun 1990, s. 21-23, 31; Seyyid Muhammed es-Seyyid, XVI. Asırda Mısır Eyâleti, İstanbul 1990, s. 66-67, 88, 174-179; Mehmet Altay Köymen, “Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askerî Teşkilâtı”, TAD, V/8-9 (1967), s. 35-37; Pakalın, I, 675-676; “Gönüllü”, TA, XVIII, 17-18; Halil İnalcık, “Gönüllü”, El2 (Fr.), II, 1146-1147; Abdülkadir Özcan, “Başı Bozuk”, DİA, V, 130.

Abdülkadir Özcan