GÜRGENÇ

(گرگنج)

Amuderya’nın sol kıyısında Hârizm’in idari ve iktisadî merkezi olan tarihî bir şehir.

Araplar’ın Cürcâniye dedikleri şehrin tarihi çok eskilere uzanır. Milâttan önce 138-126 yıllarında Türkistan’ı gezen Çinli seyyah Çian-Kien, Amuderya (Ceyhun) üzerindeki Yeu-gien eyaletinden bahseder ki buranın Hârizm’in merkezi olan Gürgenç olması kuvvetle muhtemeldir. Müslüman Araplar Gürgenç’i Emevîler zamanında fethettiler (93/712) ve Hârizm’i kontrol altında tutmak maksadıyla bölgeyi ikiye ayırdılar. Kâs’ı yerli hânedan Afrigoğulları’na bırakırken Gürgenç’i kendilerine hükümet merkezi yaptılar. Mâverâünnehir, Horasan ve Fergana yanında Gürgenç de “Türkistan’ın kapısı” olarak nitelendirilmekteydi (Ħudûdü’l-Ǿâlem, s. 38). Gürgenç’in dört kapısı ve Bâbülhuccâc’ın yanında büyük bir saray vardı. Sâmânîler döneminde (819-1005) Gürgenç Kâs kadar önem taşımamakla beraber zamanla büyük bir gelişme gösterdi. Sâmânîler’e tâbi Gürgenç valisi ve Me’mûnî hânedanının kurucusu Emîr Me’mûn b. Muhammed, Kâs’ta hüküm


süren Afrigoğulları’na son vererek 385’te (995) bütün Hârizm’i kendi hâkimiyeti altına aldı. Bu tarihten itibaren Gürgene Hârizm’in Kaş’tan sonra ikinci büyük şehri oldu.

Hârizm’de hüküm süren bütün hânedanlar gibi Me’mûnîler de “hârizmşah” unvanını aldılar. Gazneli Mahmud, 408’de (1017) Ebü’l-Hâris Muhammed b. Ali’yi azl ve hapsedip Me’mûnîler’in Hârizm’deki hâkimiyetlerine son verdi ve buraya kendi kumandanlarından Altuntaş el-Hâcib’i tayin etti. Altuntaş’ın oğlu Hârizmşah Hârun, Sultan Mahmud’un ölümü üzerine (1030) oğlu Mesud’a muhalefet etti. Hârizm sınırına gelmiş olan Tuğrul Bey, Çağrı Bey ve İbrâhim Yinal idaresindeki Selçuklu Türkleri ile Sultan Mesud’a karşı iş birliği yaptı. Ancak Gazneli Veziri Ahmed b. Abdüssamed’in tahriki ve Sultan Mesud’un tasvibiyle öldürülünce (427/1035) Hârizm bölgesi Cend Emîri Şah Melik’e verildi. Şah Melik de Altuntaşoğulları’nı ve taraftarlarını Hârizm’den uzaklaştırıp Gürgenç’e girdi (433/1041) ve Sultan Mesud adına hutbe okuttu.

Gürgenç, Me’mûnîler zamanında bölgenin en önemli ilim ve ticaret merkezi oldu. İslâm dünyasının çeşitli yerlerinden çok sayıda ilim adamı Gürgenç’e akın etti ve burada Me’mûnî ailesinden himaye gördü. Bunlar arasında İbn Sînâ, Bîrûnî, Ebû Sehl el-Mesîhî, İbn Irâk, İbnü’l-Hammâr, Ebû Mansûr es-Seâlibî zikredilebilir. Şehir ayrıca yoğun bir imar faaliyetine sahne oldu ve çeşitli binalar yapıldı. II. Me’mûn’un yaptırdığı bir minare Gürgenç harabeleri arasında yer almaktadır.

Çağrı Bey, 434’te (1043) Tuğrul Bey’le birlikte Hârizm üzerine yürüyerek Hezâresb ve Gürgenç’i Selçuklu topraklarına kattı. Bu tarihten sonra Gürgenç Kâs’ı geride bıraktı. Gürgenç’in XI ve XII. yüzyıllardaki durumu hakkında yeterli bilgi yoktur. XI. yüzyılın sonlarında Büyük Selçuklu devlet adamlarından Kutbüddin Muhammed b. Anuş Tegin hârizmşah unvanıyla Hârizm’e vali tayin edilince Gürgenç bu yeni Hârizmşahlar’ın idaresine girdi.

Sultan Sencer devrinde Hârizm Valisi Kutbüddin Muhammed’in ölümü üzerine oğlu Atsız b. Muhammed hârizmşah tayin edildi (1128). Atsız ilk zamanlarında metbûu Sultan Sencer’e sadık kaldı. Fakat daha sonra Cend ve Mangışlak bölgesi gibi stratejik önemi büyük merkezleri zaptederek siyasî nüfuzunu Selçuklular’ın aleyhine Siriderya’nın (Sey-hun) ilerisine yayma faaliyetine girişti. Sencer, Atsız’ın bu bölgeleri ele geçirmesinden rahatsız oldu ve onu cezalandırmaya karar verdi; bunun üzerine Atsız bağımsızlığını ilân etti. Belh’ten Hârizm’e yürüyen Sencer Atsız’ın ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı ve Hârizm’in idaresini akrabalarından Süleyman b. Muhammed’e verdi. Atsız daha sonra Hârizm’i tekrar ele geçirip Sencer’i metbû tanıdığını bildirdi (536/1141); fakat aynı yıl içinde Sencer’in Katvân’da Karahıtaylar’a yenilmesi üzerine tekrar bağımsızlığını ilân etti. İkinci defa Hârizm seferine çıkan Sencer (538/1143) Gürgenç kapısına kadar gelince Atsız kaleye sığındı. Sencer de şehri mancınıkla dövmeye başladı. Zor durumda kalan Atsız elçiler ve hediyeler sunarak Sencer’den eman aldı. Varılan anlaşmaya göre Atsız Horasan’da ele geçirdiği bütün malları iade edecek ve Sencer’e bağlı kalacaktı. Atsız, daha sonra iki Bâtınî fedaiyi suikast düzenlemek üzere Merv’e gönderdiyse de bunda başarılı olamadı. Bunun üzerine Sencer, 542’de (1147) Atsız’a karşı üçüncü bir sefer düzenleyerek Gürgenç yakınlarına kadar geldiyse de Atsız, Ahûpûş adlı bir derviş vasıtasıyla kendini sultana affettirdi.

Atsız 1156’da ölünce oğlu İlarslan Gürgenç’e gelip tahta çıktı; Sencer de onun hârizmşahlığını tasdik etti. İlarslan, Karahıtaylar’ın hücumlarına karşı koymakla beraber onlara vergi ödemekten kurtulamadı.

İlarslan’ın ölümünden (568/1173) sonra, Cend valisi olan oğlu Alâeddin Tekiş Karahıtaylar’la anlaşarak büyük bir ordu ile Gürgenç’e yürüdü; bunun üzerine rakibi Sultan Şah Mahmud Gürgenç’i terkederek Horasan’a kaçtı. Bâtınîler’e karşı çıktığı bir seferde hastalanarak ölen (596/1200) Tekiş’in naaşı Gürgenç’e getirilerek kendisi tarafından inşa ettirilen büyük medresedeki türbeye defnedildi.

Hârizmşah Muhammed b. Tekiş devrinde Gurlular’dan Şehâbeddin büyük bir ordu ile Hârizm’e geldi ve Karasu’da Hârizm ordusunu yenerek Gürgenç’i muhasara etti. Ancak başarı sağlayamayıp geri çekildi (600/1204).

Moğollar Otrar hadisesinden sonra Hârizm’i istilâ etmeye karar verdiler. Hârizmşah Muhammed b. Tekiş Cengiz Han’a mukavemet edemeyip ülkeyi terketti ve 617’de (1220) Âbeskûn adalarından birinde öldü. Yerine veliaht tayin ettiği oğlu Celâleddin Hârizmşah geçti. Halk, Gürgenç’i kuşatan Moğol ordusuna karşı şehri birkaç ay savunabildi. Sonunda şehre giren Moğollar yakaladıklarını öldürdüler ve şehri yakıp yıktılar; Amuderya bentlerini açarak her tarafı sular altında bıraktılar. Gürgenç harabeye döndü; medreseler, kütüphaneler ve diğer bütün eserler mahvoldu (618/1221). Yalnız Tekiş’in türbesiyle eski saray ayakta kalabildi. Tarihçi İbnü’l-Esîr, Gürgenç’in âkıbetinin Moğol istilâsına uğrayan diğer şehirlerden daha kötü olduğunu, diğer şehirlerde katliamdan kurtulanlar bulunduğu halde buradaki halkın suda boğulduğunu veya enkaz altında kalarak can verdiğini kaydeder (el-Kâmil, XII, 394-395).

Moğollar şehrin adını Ürgenç’e çevirdiler ve bu ad günümüze kadar geldi. Ancak yeni şehir, Ceyhun’un Hazar denizine dökülen başka bir kolunun sağ kıyısında inşa edilmiştir (628/1231). Şimdiki Künye Ürgenç ise XIX. yüzyıla aittir (Barthold, Türkistan, s. 482).

Yâkūt el-Hamevî, Moğol istilâsından önce 616’da (1219) ziyaret ettiği Gürgenç’ten daha güzel, daha zengin ve daha büyük bir şehir görmediğini söyler (MuǾcemul-büldân, II, 143). Moğol istilâsından sonra Gürgenç artık başşehir hüviyetini koruyamamış ve Celâleddin Hârizmşah da babası Muhammed b. Tekiş gibi Moğollar karşısında tutunamayarak 1221 yılında Hârizm’den Hindistan’a gitmiştir. Şehir daha sonra imar edilerek tekrar canlandırılmıştır. Müslüman ve Avrupalı seyyahlar Ürgenç’i Batı Asya ve Avrupa ile Uzakdoğu ticaret yolu üzerindeki en büyük şehirlerden biri olarak nitelendirmişlerdir. VII. (XIII.) yüzyılda yaşayan Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî de Ürgenç’i (Cürcâniyye) büyük ve güzel bir şehir olarak tanıttıktan sonra halkın tamamının Mu‘tezile mezhebine mensup bulunduğunu, bakkal, kasap ve fırıncıların dahi aynı zamanda iyi bir asker olduğunu, şehirde çok sayıda sanatkârın yaşadığını ve bunların mesleklerini büyük bir özenle icra ettiklerini söyler (Âŝârü’l-bilâd, s. 519-521).

Timur 1388’de Ürgenç’i istilâ ederek halkını Semerkant’a sürdü ve şehrin yıkılan yerlerine arpa ekilmesini istedi. Ürgenç daha sonraki yıllarda Timurlu Şâhruh Mirza tarafından imar edildi. Tekrar büyük bir nüfusa sahip olan Ürgenç Timur’un torunları tarafından başşehir seçildi. Bununla beraber Timur’un istilâsından sonra eski ticarî önemini kazanamadı. Özbekler’den Ebülhayr Han,


Ürgenç Valisi Nâsırüddin Sultan İbrâhim’i buradan uzaklaştırarak Timurlu hâkimiyetine son verdiyse de sonra iklimini beğenmediği için kendisi de buradan ayrıldı (834/1430-31).

Arap Muhammed Han dönemine kadar Hîve hanlarının başşehri olan Ürgenç, 1645’ten sonra Hîve’nin kuzeydoğusunda Yeni Ürgenç adıyla tekrar kuruldu.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Rüste, el-AǾlâķu’n-nefîse, s. 91; İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 299, 300, 302, 341-342; İbn Havkal, Śûretü’l-arż, s. 429, 460, 477, 478, 480, 527-529; Ĥudûdü’l-Ǿâlem (Minorsky), s. 38, 122, 312, 314, 371; Makdisî, Aĥsenü’t-teķāsîm, s. 26, 49, 289, 292, 293, 344, 370; Yâkūt, MuǾcemü’I-buldân (nşr. Ferîd Abdülazîz el-Cündî), Beyrut 1990, II, 142-143; IV, 484; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IX, 107, 108, 132, 264; X, 49; XII, 394-395; Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ (Öztürk), I, 171 vd.; Kazvînî, Âŝârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 349, 519-521; Müstevfî, Nüzhetü’l-ķulûb (Strange), s. 358; Muhammed Nazım, The Life and Times of Sultān Mahmūd of Ghazna, Cambridge 1931, s. 23, 56, 59-60, 185; İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara 1956, s. 32-33, 48, 59, 84, 89, 119, 145-147, 157, 268-269, 271-272, 275; G. Le Strange, The Lands of Eastern Caliphate, Cambridge 1966, s. 446-459, 472, 473; W. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler (haz. K. Yaşar Kopraman - İsmail Aka), Ankara 1975, s. 85, 197, 212, 224, 305, 312, 327; a.mlf., Türkistan, s. 154, 156-161, 163-169, 251, 256, 280, 282, 297, 372, 373, 379, 388, 454, 455, 457-462, 482, 500; a.mlf., Uluġ Bey ve Zamanı (trc. Akdes Nimet Tahiroğlu), İstanbul 1930, s. 93; Aydın Taneri, Celâlü’d-dîn Hârizmşâh ve Zamanı, Ankara 1977, s. 11-17, 19-22; Zeki Velidi Togan. “Amu-Derya”, İA, I, 422-425; a.mlf., “Hârizm”, a.e., V/1, s. 242-246, 248-249, 252-254; B. Spuler, “Guiganғј”, EI² (İng.), II, 1141-1142; C. E. Bosworth, “Қћwārazm-ѕћāhs”, a.e., IV, 1066-1068.

Aydın Taneri