GÜRZ

(گرز)

Yakın dövüşte kullanılan bir savaş aleti.

Farsça gürz adının yanı sıra Türkçe topuz ve bozdoğan, Arapça debbûs, amûa ve mitraka adlarıyla da bilinir. Bozdoğan denilmesinin sebebi, bazı tiplerinin şeklen bu yırtıcı kuş türünün kafasına benzetilmesidir. Gürz daha ziyade ateşli silâhların icadından önce insanların yakın dövüşte kullandıkları vurucu, ezici, parçalayıcı bir saldırı silâhı idi. Biçimine ve ağırlığına göre “çekme gürz, kesme gürz, asma gürz, dikenli gürz” gibi adlarla anılır, baş kısmı yuvarlak ve çivisiz olanlarına “matrak”, en ağırlarına da “gürz-i girân” denilirdi.

Gürzlerin baş kısmı yuvarlak bir küre biçimindedir ve dikenli tiplerinde bu küre üzerine çakılmış ucu sivri çiviler veya madenî olanların dökümü sırasında bırakılmış sivri çıkıntılar bulunur. Bu tip gürzlerin Arapça’da “debbûs tayyar” (uçan topuz), Türkçe’de “salık” (salınan; gönderilen, atılan topuz) denilen bir türü, bir sapın ucuna zincirle bağlanmış dikenli bir veya nâdiren birden fazla küre yahut yumurta şeklindedir ve yakın dövüşten ziyade hedef alınan düşmana fırlatılmak suretiyle kullanılır. Diğerlerinden farklı biçimde baş kısmı küre olmayıp lobut gibi kabzadan itibaren kalınlaşan ahşap gürzler de kullanılmıştır. Kabzası hariç her tarafı madenî dikenli olan bu gürzler daha çok piyade silâhı durumundaydı. Tasvirî Türk sanatlarında bu tip gürzlere ilk defa, XI-XII. yüzyıllara ait Gazne sarayındaki mitolojik muhafız figürlerinin ellerinde rastlanır. Bozdoğan olarak adlandırılan türler ise baş kısımları dilimler veya prizmatik şekillerden meydana gelen gürzlerdir. Osmanlı döneminde kullanılmış on altı çeşit bozdoğan bulunmaktadır. Bunları gerek elde mevcut örneklerden, gerekse XVI. yüzyıldan başlayarak Osmanlı minyatürlerinden tesbit etmek mümkündür. Bozdoğanlar esasen topuzun yuvarlak küre biçiminden geliştirilmiştir. Baş burada prizmatik karakterli şekiller, çeşitli tarzda kıvrımlar ve dikey olarak uzanan dilimlerden meydana gelir. Dilimlerde bazan sivri ve keskin, bazan da yuvarlak hatlar hâkimdir. “Şeşper” denilen tür de bozdoğan grubu içinde yer alır. Türkler, Farsça’da “altı kanat” anlamına gelen şeşperin yanı sıra “dilimli topuz” adını da verdikleri bu silâhı bazan yedi-dokuz dilimli yapmışlardır.

Gürzler ağaç veya taştan yahut demir, bakır, tunç ve pirinç gibi madenlerden yapılırdı. Genellikle sapı ahşap, topuz kısmı maden olanların tercih edilmesine karşılık tamamı maden ya da tamamı ahşap örneklere de rastlanmaktadır; madenden olanların içleri bazan boştur. Taşıma kolaylığından dolayı ahşap ve hafif gürzleri bellerine sarılı kuşak ya da kemere sokulmuş şekilde piyadeler, zırh parçalama amacıyla yapılan dikenli ve ağır madenîleri ise eyerlerinin sol tarafına asarak taşıyan süvariler kullanırdı.

Gürz, erken çağlardan itibaren Araplar ve Türkler tarafından tanınıyordu. Kalkaşendî’den öğrenildiğine göre Hâlid b. Velîd’in debbûsu ünlü idi (Śubĥu’l-aǾşâǿ II, 142). Abbâsîler’de saray gulâmlarının, halifenin oturduğu tahtın etrafında kılıçlarını kuşanmış vaziyette ve ellerinde debbûs olduğu halde nöbet tuttukları bilinmektedir (Sâbî, s. 80). Volga Bulgarları’nın topuzu üzerinde çiviler bulunan gürzleri vardı. Gürz, Gazneliler ve Selçuklular tarafından da çok eski tarihlerden beri kullanılmaktaydı. Nitekim Selçuklu hânedanının atası Selçuk’un babası Dukak, Oğuz yabgusunun bir Türk boyu üzerine yapmak istediği sefere itiraz etmiş ve çıkan kavgada kendisi yüzünden yaralanırken gürz ile vurarak yabguyu atından düşürmüştü (İA, X, 354). Anadolu Selçukluları zamanında da Antalya’nın fethinde ve çeşitli savaşlarda askerler gürz kullanmışlardı (İbn Bîbî, s. 97). Osmanlılar ise gürzden daha yaygın şekilde faydalanmışlardır. Yeniçerilerden atlı zağaralar, atlı sekbanlar, ocağın büyük zabitleri, yayabaşıları, bölükbaşıları, odabaşıları ve topuzlu süvari çavuşlarının gürzleri bulunuyordu. Bu silâh, taşıyan kişinin değerine ve itibarına işaret eder, ağırlığı arttıkça kişinin itibarı da artardı. Başka silâhlardan farklı olarak düşmanını gürzüyle alt eden kahramanın gürzü teşhir için cami kapısına asılırdı. Osmanlı hükümdarları idareleri altında bulunan Kırım hanlarına, Eflak, Boğdan ve Erdel beylerine topuz ve şeşper ihsan ederlerdi (Ömer Seyfeddin’in ünlü “Topuz” hikâyesi bu konuyu işlemektedir). Gürz kullanmak Selçuklu ve Osmanlı sultanları arasında çok yaygındı. Özellikle I. Alâeddin Keykubad, Yıldırım Bayezid, Cem Sultan ve IV. Murad’ın bu hususta maharetli oldukları kaynaklarda belirtilmektedir. Ayrıca gürz


kaldırma bir nevi spor halini almıştı; IV. Murad’ın “idman topuzu” denilen farklı ağırlıktaki gürzleri kullandığı bilinmektedir.

Askerlerin ve küçük rütbeli subayların kullandığı gürzlerin sadeliğine karşılık yüksek rütbeli subaylarla padişahların gürzleri genellikle birer kuyumculuk şaheseridir. Bu gürzlerin altın ve gümüş kakmalarla ve zümrüt, yeşim, yakut, fîrûze, akik gibi kıymetli taşlarla süslendiği görülür. Değerli gürzler genellikle tören ve gösteri silâhı olarak kullanılmıştır. Topuz kısmı hayvan başı şeklinde ve boynuzlu bir tür gürz de daha çok İran’da saray merasimlerinde taşınmıştır. Yine murassa‘ olan bu gürzlerin topuz kısmı genellikle Doğu’nun mitolojik hayvanları ve temsilî cin başları şeklindedir. Ateşli silâhların ortaya çıkışı ve buna bağlı olarak savaş tekniğinin değişmesiyle birlikte gürz de değerini yitirmeye başlamış ve XVIII. yüzyıldan itibaren tamamen terkedilmiştir. Halen başta Topkapı Sarayı ve Askerî Müze olmak üzere Türkiye’de ve Türkiye dışında birçok müzede çok değerli gürz örneklerine rastlanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Sâbî, Rusûmü dâri’l-ħilâfe, s. 80, 91; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Ǿalâǿiyye, s. 97, 215, 277, 280, 338, 398, 401, 420, 503, 530, 572, 641; Sübkî, MuǾîdü’n-niǾam ve mübîdü’n-niķam, Beyrut 1407/1986, s. 34; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâǿ, II, 142; Solakzâde, Târih, s. 63; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 56, 81, 605; Ahmed Cevad, Târîh-i Askerî-i Osmânî, İstanbul 1297, I, 150-151; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, I, 217, 377; II, 178; M. Sercer, Staro Oruzje na Motkı, Zagreb 1972, s. 31 -56; Hasan-ı Enverî, Iśŧılâĥât-ı Dîvânî-yi Devre-i Ġaznevî ve Selçûķī, Tahran 2535 şş., s. 142; R. Eldood, Islamic Arms and Armour, London 1979, tür.yer.; M. Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, Ankara 1983, II, 260; Ramazan Şeşen, Salâhaddin Devrinde Eyyûbiler Devleti, İstanbul 1983, s. 153; Mahmûd Şît Hattâb, el-ǾAskeriyyetü’l-ǾArabiyyetü’l-İslâmiyye, Kahire 1403/1983, s. 117; Bahaeddin Ögel, İslâmiyelten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1984, s. 248; Metin Sözen - Uğur Tanyeli, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1986, s. 95; Mustafa Zeki Terzi, Abbasîler Döneminde Askerî Teşkilat (doktora tezi, 1986), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 160; Sertoğlu, Tarih Lügati, s. 57, 127; Emine Uyumaz, Selçuklular Döneminde Askerî Teşkilât (yüksek lisans tezi, 1992), Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 154-155; Ahat Vural Bikkul, “Topkapı Sarayı Silâh Müzesindeki Eserler”, Türk Etnografya Dergisi, sy. 2, Ankara 1957, s. 35-52; “Bozdoğan”, TA, VIII, 5; “Gürz”, a.e., XVIII, 232-233; Pakalın, I, 241, 689-690; III, 345, 520; İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, 354; “Bozdoğan”, İst.A, VI, 3060-3061; “Gürz”, “Salak veya Salık”, “Salık”, “Silah”, SA, II, 667; IV, 1749, 1806, 1813-1814.

Tülin Çoruhlu