(خ)

Arap alfabesinin yedinci harfi.

Halk dilinde hı olarak adlandırılan harf transkripsiyon sisteminde p (kh) ile karşılanır. Ebced hesabında sayı değeri 600’dür; astronomi cetvellerinde de Mirrîh (Mars) gezegenini gösterir. Cîm (ج) ve hâ (ح) harflerine benzediği için üstüne konulan bir nokta ile onlardan ayrılır ve “el-hâü’l-mu‘ceme” (el-hâü’l-menkūte: noktalı hâ) adıyla anılır. Süryânî ve İbrânî yazılarında ĥâ ile birlikte aynı harfle gösterilir; bu sebeple o alfabelerde sayı değeri beştir ve Mars’ın sembolü olmasının sebebi de budur (Mars, Batlamyus sisteminde beşinci gezegendir). Habeşçe’de bu iki boğaz sesi ayrı harflerle gösterilmekle birlikte, bu dilde boğaz sesleri neredeyse farkedilemeyecek derecede hafif telaffuz edildiğinden yazıda bu harflerin birbirlerinin yerine kullanıldığı görülür. Öte yandan Minâ-Sebâ alfabesinde ħ, “ĥ”dan küçük bir çengelle ayrılır, Akkadca’da ise ħ ve ħ sesleri h sesini veren hece işaretleriyle yazılır.

Gayn ile aynı mahreç sahasını paylaşan hâ, boğaz harflerinden olup, gırtlağın ağza en yakın olan arka damak (edne’l-halk) kısmından çıkar ve onun için artdamaksıl (postvelaire) kabul edilir. Hâ ve gayn harflerinden hangisinin ağza daha yakın yerden çıktığı meselesinde dil ve kıraat âlimleri ihtilâf etmişlerdir. Halîl b. Ahmed, Zemahşerî, İbn Yaîş, İbnü’l-Hâcib, Radî el-Esterâbâdî, İmam eş-Şâtıbî ve Mekkî b. Ebû Tâlib’e göre hâ; Sîbeveyhi ve İbnü’l-Cezerî’ye göre ise gayn ağza daha yakın yerden çıkar (İbn Yaîş, X, 124; Radf el-Esterâbâdî, III, 251; ayrıca bk. GAYN).

Hâ, benzerleri olan hâ ve “ĥâ”ya nisbetle daha sert ve seslidir. İbn Sînâ’ya göre hâ sesi “ĥâ”ya benzemekle birlikte ona nisbetle ağza daha yakın bir yerden çıkar ve mahreci de daha sert, daha az rutubetli, fakat daha yapışkan bir halde bulunur. Bu ses, küçük dil ile damak arasındaki müşterek noktaya doğru kuvvetle ve damağın bütün yüzeyine yayılarak püskürtülen havanın bu rutubeti öne (ağza) doğru dağıtıp depretmesinden hâsıl olur (Meħâricü’l-ĥurûf, s. 14, 38). Yine İbn Sînâ’ya göre hâ sesi, kuru bir cismi ince-uzun-sert bir cismin yüzeyine sürterken veya sert bir cismin


kabuğunu soyarken çıkan sese eş değerlidir (a.g.e., s. 25, 45).

Dil ve kıraat âlimlerine göre hâ sesinin sahip olduğu başlıca sıfatlar “hems, rihvet, isti‘lâ, tefhîm, infitâh, zuhûr ve ısmât”tır. Buna göre harfin telaffuzunda dil sırtı üst damağa doğru kısmen yükseldiği (isti‘lâ) için tam kalın (tefhîm) değildir. Bu bakımdan Mekkî b. Ebû Tâlib onu, kalın harfler için belirlediği üç derecenin en altında saymıştır (İbn Cinnî, s. 62). Tefhîm ve isti‘lâ sıfatlarına sahip harflerde imâle yapılmaması genel bir kural olduğu halde, “hâ”nın bu özelliği sebebiyle ve ondaki bu sıfatların zayıflıkları ya da zamanla kuvvetlerini yitirmeleri sonucunda Kahire ve Lübnan’ın bazı kesimlerinde imâleye tâbi tutulduğu görülmektedir: “Ħâfe” (korktu) yerine “ħê-efe”, “ħâne” (ihanet etti) yerine “ħêene” denilmesi gibi (Tomiche, s. 32). Ayrıca bu harfin telaffuzu sırasında yükselen dil sırtı damağı kaplayıp ona yapışmaz, aralarında açıklık kaldığı (infitâh) gibi hems ve rihvet sıfatları gereği ses ve nefes akışı yumuşak, sakin ve kesintisiz olarak beraberce gerçekleşir.

Klasik Arapça’da hâ sesi çoğunlukla boğaz harfleri arasında olmak üzere birçok harfle dönüşüme uğrayarak benzer kelimeler meydana getirmiştir. Meselâ ħâ / ĥâ: fâha = fâha (فاح = فاخ), hatta = hatta (حط = خط), sinh = sinh (سنح = سنخ); hâ / gayn: habene = gabene (غبن = خبن), dehale = degale (دغل = دخل); ħâ / hâ: halhâl = helhâl (هلهال = خلخال), ıtrahamme = ıtrahemme (أطرهم = أطرخم); hâ / bâ: vesiha = vesibe (وسب = وسخ); hâ / tâ: mehane = metene (متن = مخن); hâ / şâ: nekaha = nekase (نقث = نقخ), nahîr = nesîr (نثير = نخير); hâ / cîm: hazeme = cezeme (جذم = خذم), halea = celea (جلع = خلع), hazl = cezl (جزل = خزل); hâ / sîn: meleha = melese (ملس = ملخ), halceme = selceme (سلجم = خلجم), tehalhale = teselsele (تسلسل = تخلخل); hâ /şîn: habraka = şebraka (شبرق = خبرق), hacevcâ = şecevcâ (شجوجى = خجوجى); hâ / ayn: hadefe = adefe (عدف = خدف), mahn = ma‘n (معن = مخن); hâ / fâ: neteha = netefe (نتف = نتخ), tehâveza = tefâveza (تفاوض = تخاوض); hâ / kāf: hamme = kamme (قم = خم), habea = kabea (قبع = خبع); hâ / kâf: habene = kebene (كبن = خبن), tehavvefe = tekevvefe (تكوف = نخوف), imtehha = imtekke (امتك= امتخ); hâ / mîm: hazeka = mezeka (مزق = خزق); hâ / nûn: meteha = metene (متن = متخ), ahfeka = enfeka (انفق = اخفق); hâ / vâv: nakh = nakv (نقو= نقخ); hâ / yâ: nakh = naky (نقى = نقخ), cahh = cahy (جخى = جخ).

Bunların dışında “hâ”nın kalın harflerden (hurûf-ı isti‘lâ) olması sebebiyle ondan önce gelen “sîn”in “sâd”a dönmesi câiz, hatta “hâ”ya yakınlığı nisbetinde gerekli görülmüştür (صخر = صلخ، سخر = سلخ) (Müberred, 1, 225; İbn Yaîş, X. 51; Radî el-Esterâbâdî, III, 239). Ancak “sîn”in “hâ”dan ve diğer kalın harflerden sonra gelmesi halinde bu dönüşüm söz konusu değildir.

Klasik Arapça’da ve Tilimsân, Bağdat gibi bazı yörelerde konuşulan günümüz Arapça’sında hâ ve gayn harflerinin birbirine idgam edildiği görülür (خ غ غ، غ خ خ) (Marçais, s. 26). Sîbeveyhi bunu câiz görmekle birlikte idgam etmemenin daha uygun olacağını söyler (el-Kitâb, IV, 451). خ ع ع ve ع خ خ tarzındaki idgam ise Müberred’e göre câiz, Sîbeveyhi’ye göre câiz değildir (el-Muķteđab, l, 208-209). Çoğunluğun aksine bazı nahivciler ح خ خ ve ع خ خ idgamlarını da geçerli görmektedirler (İbn Usfûr, II, 684). Hâ ile ilgili fonetik değişikliklerden biri de bazı dörtlü formlardaki çift hâ harflerinden birinin düşmesidir (beħħa + beħħa [بخ + بخ] fiilinin baħbaħa [بخبخ] şeklini alması gibi; a.g.e., II, 627; Safedf, s. 27).

Ana Türkçe’de h ve ĥ gibi ħ sesi de yoktur. Ancak bu sesin h ile birlikte VIII. yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsça’nın etkisiyle ve özellikle k (ka) sesinin değişime uğraması sonucunda ortaya çıktığı görülür (kangı > hangi, kağan > ħakan gibi). Bugün ise Türkiye Türkçesi’nin İstanbul ağzında ħ sesi yoktur ve Arapça, Farsça kökenli veya bu diller aracılığıyla alınmış kelimelerin başında ve sonunda bulunan “ħâ”lar bazan “hâ”ya (ħarîta > harita, ħaber > haber, te‘rîħ > tarih gibi), bazan da “ka”ya dönüşmüştür (ħalîfe > kalfa, ħâygene > kaygana, matbaħ > mutfak gibi); ortadaki “hâ”lar ise daima hâ ile telaffuz edilmektedir (âħir > âhir, aħlâk > ahlâk gibi). Buna karşılık Anadolu ağızlarının pek çoğunda ve Âzerî Türkçesi’nde kelime ister Türkçe ister yabancı kökenli olsun, hece sonlarında ve iki ünlü arasında yer alan “ka”lar ha şeklinde söylenmektedir (çok > çoħ, solak > solaħ, sokak > soħaħ, arka > arħa gibi). Ayrıca yine halk ağızlarında Arapça kökenli kelimelerdeki “hâ”ların da eğer ünlüler kalınsa “hâ”ya dönüştüğü görülür (aĥmaķ > aħmaħ, saĥrâ > saħrâ, saĥûr > saħur gibi).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ħâǿ” md.; J. W. Redhouse, A Turkish and English Lexion, İstanbul 1890 → İstanbul 1978, s. 748-749, 817-818; Halîl b. Ahmed, Kitabü’l-Ĥurûf (Ŝelâŝetü kütüb fil-ĥurûf içinde, nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1402/1982, s. 37; Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1403/1983, IV, 443-444, 451; Ebû Mishal el-A‘râbî, Kitâbü’n-Neuâdir (nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1380/1961, s. 8, 13, 19, 25, 80, 85, 92, 103, 365, 403; İbnü’s-Sikkît, Kitâbül-Ķalb ve’l-ibdâl (nşr. A. Haffner), Kahire, ts. (Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 29, 30-32; Müberred, el-Muķteđab (nşr. M. Abdülhâliķ Adîme), Beyrut 1382/1963, 1, 192, 194-195, 207-209, 225; II, 111, 140; 111, 46; Zeccâcî, el-İbdâl ve’l-muǾâķabe ve’n-nežâǿir (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1381/1962, s. 53, 91; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379/1960, I, 98, 157, 213-215, 262-272, 330-342, 343-352; İbn Cinnî, Sırru śınâǾati’l-iǾrâb (nşr. Hasan el-Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, s. 46-47, 60, 62, 180, 183-184; İbn Sînâ, Meħâricü’l-ĥurûf (nşr. Pervîz N. Hanlerî), Tahran 1333, s. 14, 25, 38,45; İbnü’l-Bâziş, el-İķnâǾ, I, 174-193, 211, 257-258; Ahmed b. Muhammed er-Râzî, Kitâbü’l-Ĥurûf (Ŝelâŝetü kütüb fi’l-ĥurûf içinde, nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1402/1982, s. 136, 139-144, 151; İbn Yaîş, Şerĥu’l-Mufaśśal, Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), X, 51, 124, 128-129, 137-138; Ebû Şâme el-Makdisî, İbrâzü’l-meǾânî min Ĥırzi’l-emânî (nşr. İbrâhim Atve İvâz), s. 748-752; İbn Usfûr, el-MümtiǾ fi’t-taśrîf (nşr. Fahreddin Kabâve), Beyrut 1407/1987, II, 627, 669, 683-684; Radî el-Esterâbâdî, Şerĥü’ş-Şâfiye (nşr. M. Nûr el-Hasan v.dğr), Beyrut 1402/1982, III, 214-219, 230, 239, 250-251, 276-278; Safedî, Ġavâmiđu’ś-Śıĥâĥ (haz. İsmail Durmuş, doçentlik takdim tezi, 1992), Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, s. 27; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 24, 38-39; Süyûtî, el-Müzhir, I, 466, 552-554; W. Marçais, Le dialecte arabe parle Tlemcen, Paris 1902, s. 26; Naim Hâzım Onat, Arapça’nın Türk Diliyle Kuruluşu, İstanbul 1944, I, 99, 117, 119-120, 121, 360; W. Leslau, Manual of Phonetics, Amsterdam 1957, s. 329; N. Tomiche, Le parler arabe du Caire, Paris 1964, s. 32; H. Blanc, Proceedings of the Intern Conference on Semitic Studies, Jerusalem 1965, s. 17; S. Moscati, An Introduction to the Comparative Grammar of the Semitic Languages Phonology and Morphology, Wiesbaden 1980, s. 38-42; İsmail Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, İstanbul 1984, s. 198-208, 218, 223, 227-229, 242, 244, 245-249, 385; Gānim Kaddûrî el-Hamed, ed-Dirâsâtü’ś-śavtiyye Ǿinde Ǿulemâ’i’t-tecvîd, Bağdad 1406/1986, s. 192-193, 257, 477-478; H. Fleisch, Traité de philologie arabe, Beyrut 1986, I, 59, 214, 236; a.mlf., “Khāǿ”, EI² (Fr.), IV, 927-928; J. Cantineau, “Esquisse d’une phonologie de l’arabe classique”, Bulletin de la société de linguistique Paris, XLIII, Paris 1946, s. 104-105, 113-114, 116; a.mlf., Les parlers arabes du Hôrân, Paris 1964, s. 32; H. Bauer, “Hâ”, İA, V/1, s. 1.

İsmail Durmuş