HABBÂB b. ERET

(خبّاب بن الأرت)

Ebû Abdillâh Habbâb b. el-Eret b. Cendele et-Temîmî (ö. 37/657-58)

İslâmiyet’i ilk kabul eden sahâbîlerden biri.

Künyesi Ebû Yahya ve Ebû Muhammed olarak da kaydedilir. Aslen Temîm kabilesinden olmakla beraber Câhiliye döneminde büyük bir ihtimalle Irak taraflarında esir alınıp Mekke’de satıldığı ve sonunda Ümmü Enmâr bint Sibâ’ el-Huzâiyye adlı bir kadının kölesi olduğu için Huzâî nisbesiyle de anılır. Müslüman olduklarını ilk defa açıklayan Hz. Ebû Bekir, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî ve Ammâr b. Yâsir’in yanında o da bulunuyordu. Habbâb bazı kaynaklarda altıncı, bazılarında yirminci müslüman olarak zikredilir. Utbe b. Gazvân’ın kölesi olan bir diğer Habbâb ile de karıştırılan ve demircilik yapan Habbâb b. Eret, okuma yazma bildiği için bazı müslümanlara yeni nazil olan âyetleri öğretirdi. Bir defasında Tâhâ sûresinin ilk âyetlerini bir sayfaya yazıp Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma ile kocası Saîd b. Zeyd’e öğretirken henüz İslâmiyet’i kabul etmemiş olan Ömer içeriye girmiş, ancak dinlediği âyetlerin tesiriyle müslüman olmak istediğini bildirince Habbâb ona Resûl-i Ekrem’in gizlendiği yeri haber vermiş ve müslüman olması için daha önce Resûlullah’ın dua ettiğini söylemişti.

İslâmiyet’i kabul ettikleri için işkence gören kölelerden biri olan Habbâb’a bazan kızgın taşlar üzerinde işkence edilirdi. Nitekim hilâfeti zamanında Hz. Ömer’i ziyarete giden Habbâb’a halife, “Yanıma gel, bu meclise Ammâr’dan sonra senden daha lâyık kimse yoktur” diye iltifat etmiş, Habbâb da yıllar sonra bile izleri silinmeyen sırtındaki işkence kalıntılarını göstermişti (İbn Mâce, “Muķaddime”, 11). Habbâb müşriklerin işkencesine dayanamayıp Resûl-i Ekrem’e, “Bize yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misin?” demiş, Resûlullah da geçmiş ümmetler içinde daha ağır işkencelere mâruz kaldıkları halde dinlerinden dönmeyen müminlerin bulunduğunu anlatmış, yakında kurtulacaklarını söyleyerek kendilerine sabır tavsiye etmişti (Buhârî, “İkrâh”, 1, “Menâķıbü’l-enśâr”, 29).

Habbâb yaptığı birkaç kılıcı Kur’an’da “ebter” diye nitelendirilen Âs b. Vâil’e satmış, fakat parasını alamamıştı. Âs ona dinini terketmedikçe borcunu ödemeyeceğini


söyleyince Habbâb, “Senin ölüp tekrar dirildiğini görmedikçe bu işi yapmam” demiş, Âs’ın, “O halde kıyamet gününde gel, o gün benim malım da olacak, evlâdım da, o zaman öderim” diye alay etmesi üzerine kaynakların belirttiğine göre Meryem sûresinin 77-80. âyetleri nazil olmuştur.

İlk muhacirlerden olan Habbâb, Medine’ye hicret edince Mikdâd b. Amr gibi bazı bekâr müslümanlarla birlikte Külsûm b. Hidm’in evine misafir oldu ve Külsûm’un Bedir Gazvesi’nden önce vefatına kadar onun evinde kaldı. Daha sonra diğer kimsesiz muhacirlerle birlikte Sa‘d b. Ubâde’nin evine geçti. Resûlullah, muhacirlerle ensar arasında kardeşlik bağı kurduğu zaman Habbâb’la Cebr b. Atîk’i kardeş yaptığını açıkladı. Habbâb’ı Hırâş b. Sımme’nin âzatlısı Temîm ile kardeş yaptığı da rivayet edilmektedir. Başta Bedir olmak üzere bütün gazvelere iştirak eden Habbâb Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Kûfe’ye yerleşti. İslâm fetihleri sırasında Irak seferlerine katıldı. Sıffîn ve Nehrevan savaşlarında bulunduğu yolunda daha çok Şiî kaynaklarında yer alan rivayetleri (Nasr b. Müzâhim, s. 506; İbn Ebü’l-Hadîd, XVIII, 172) kabul etmek mümkün değildir. Zira Habbâb hayatının son yıllarında bu savaşların cereyan ettiği tarihlerde ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Resûlullah yasaklamamış olsaydı çektiği ıstırap yüzünden ölmeyi temenni edeceğini söylerdi. Fetih yıllarında yaşayan müslümanlarla birlikte Habbâb da rahata ve servete kavuştuğu için mükâfatlarının dünyada verilmiş olabileceği endişesiyle huzursuzluk duyar, yokluk içinde yaşayıp ölen arkadaşlarına imrenirdi. Kendisi için hazırladığı kefen bezine bakar, Hz. Hamza ve Mus‘ab b. Umeyr gibi sahâbîlere bir kefen bulamadıkları günleri hatırlayarak hüzünlenirdi (Buhârî, “Cenâǿiz”, 27, “Menâķıbü’l-enśâr”, 45, “Meġāzî”, 17, 26, “Merđâ”, 19, Müslim, “Cenâǿiz”, 44, “Źikir”, 12).

Habbâb b. Eret 37 (657) yılında yetmiş üç veya altmış üç yaşlarında olduğu halde Kûfe’de vefat etti. Onun 19’da (640) Medine’de öldüğü ve cenaze namazını Hz. Ömer’in kıldırdığı rivayeti doğru değildir. O zamana kadar Kûfe’de cenazeler evlerin avlusuna defnedildiği halde Habbâb vasiyyeti üzerine şehir dışına gömüldü. Daha sonra da Kûfe’de vefat edenler Habbâb’ın yanına defnedilmiş ve mezarının bulunduğu yer kabristan haline gelmiştir. Hz. Ali Sıffîn Savaşı’ndan dönünce Habbâb’ın kabrine giderek cenaze namazını kılmıştır.

Habbâb’ın birkaç çocuğu olduğu rivayet edilmekle beraber oğlu Abdullah’tan başkasının adı bilinmemektedir. Abdullah, babasının vefat ettiği yılın sonlarına doğru bir yolculuk sırasında karısıyla birlikte Hâricîler’in eline geçti. Haricîler ona Hulefâ-yi Râşidîn ve özellikle Hz. Ali hakkında ne düşündüğünü sordular. Abdullah’ın bu sahâbîleri övmesi üzerine kendisini ve hamile olan karısını öldürdüler (Taberî, V, 81-82).

Mükerrerleriyle birlikte 32 hadis rivayet eden Habbâb’ın rivayetleri Kütüb-i Şifte’de ve diğer hadis kitaplarında yer almaktadır. Bunlardan üçü Śaĥîhayn’de, ayrıca ikisi Śaĥîĥ-i Buħârî’de, biri Śaĥîĥ-i Müslim’de, çoğu ise Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde bulunmaktadır (V, 108-112; VI, 395-396). Kendisinden oğlu Abdullah ile Ebû Vâil Şakīk b. Seleme, Ebû Ümâme Sudey b. Aclân el-Bâhilî, Mücâhid b. Cebr, Mesrûk b. Ecda‘, Alkame b. Kays, Kays b. Ebû Hâzim gibi tabiîler rivayette bulunmuşlardır.

Mecîd Abdülhamîd, Habbâb’ın hayatına dair Ħabbâb b. Eret ed-DâǾiyetü’ś-śâbir adıyla bir risale kaleme almıştır (Bağdat 1980, 31 sayfa).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, V, 108-112; VI, 395-396; Buhârî, “İkrah”, 1, “Cenâǿiz”, 27, “Menâķıbü’l-enśâr”, 29, 45, “Meġāzî”, 17, 26, “Merđâ”, 19, “DaǾavât”, 30, “Riķāķ”, 7, 16, “Temennî”, 6; Müslim, “Cenâǿiz”, 44, “Źikir”, 12; İbn Mâce, “Muķaddime”, 11; Vâkidî, el-Meġāzî, I, 100, 155; Nasr b. Müzâhim, VaķǾatü Śıffîn (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1401/1981, s. 325, 506, 530; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 271, 368-370, 383; II, 327; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, III, 164-167; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 73, 288; a.mlf., el-Münemmaķ, s. 244; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 316-317; Belâzürî, Ensâb, I, 175-180, ayrıca bk. İndeks; Taberî, Târîħ (Ebü’l-FazI), V, 61-62, 81-82; Dûlâbî, el-Künâ ve’l-esmâǿ, Haydarâbâd 1322, s. 79; İbn Ebû Hatim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, III, 395; Makdisî, el-Bedǿ ve’t-târîħ, V, 101; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Kahire 1405/1985, IV, 54-81; Hâkim, el-Müstedrek, III, 381-383; Ebû Nuaym, Ĥilye, I, 143-147; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, I, 423-424; İbnü’l-Cevzî, Śıfatü’ś-śafve, I, 427-429; a.mlf., Telķīĥu fühûmi ehli’l-eŝer (nşr. Ali Hasan), Kahire 1975, s. 127, 185, 391; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, II, 114-117; İbn Ebü’l-Hadîd, Şerĥu Nehci’l-belâġa (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim), Kahire 1387/1967, XVIII, 171-172; Mizzî, Tehźîbül-Kemâl, VIII, 219-220; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 37, 323-325; a.mlf., Târîħu’l-İslâm: ǾAhdü’l-ħulefâǿi’r-raşidîn, s. 562-564, 588; Fâsî, el-Ǿİķdü’ŝ-ŝemîn, IV, 300-303; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), I, 373; II, 258-259; amlf., Tehźîbü’t-Tehźîb, II, 133-134; Mehmed Zihni, el-Hakāik, İstanbul 1310, II, 17-20; Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 71; M. J. Kister, “Қћabbāb b. al-Aratt”, EI² (Fr.), IV, 929-930.

M. Yaşar Kandemir