HABİB KARAMÂNÎ

(ö. 902/1496)

Anadolu’da faaliyet gösteren ilk Halvetî şeyhlerinden.

Niğde yakınlarındaki Ortaköy kasabasında doğdu. Anne tarafından Hz. Ebû Bekir, baba tarafından Hz. Ömer soyundan geldiği rivayet edilir. O dönemde Niğde Karaman vilâyetine bağlı olduğu için Karamânî nisbesiyle tanınmıştır. Ailesi ve hayatının ilk dönemleri hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Lâmiî’nin, “Rum’dan Seyyid Yahyâ hazretlerine vardıkta akaid şerhi okurmuş” şeklindeki ifadesinden zâhir ilimlerini tahsil ettiği anlaşılmaktadır.

Habib Karamânî’nin, Halvetiyye tarikatının pîr-i sânîsi Yahyâ-yı Şirvânî’ye intisap etmek için memleketinden ayrılarak Şirvan’a gittiği tarih belli değildir. Lâmiî’nin verdiği bilgiye göre Şirvan’a vardığında Seyyid Yahyâ’nın dervişleriyle karşılaşmış, onlara, “Şeyhiniz bana bir günde mevlâmı gösterebilir mi?” diye sorunca şeyhin kıdemli müridlerinden Hacı Hamza Efendi’den şiddetli bir tokat yiyerek yere düşmüştür. Durumu öğrenen Yahyâ-yı Şirvânî onu huzuruna çağırıp, “Dervişler gayretli olur, aldırma” diyerek gönlünü almış ve kendisini dervişliğe kabul etmiştir. Habib o gün şeyhin kendisine, “Git şu pencerenin yanında dur, bu gece rüyanda ne görürsen gel bize anlat” dediğini, bu söz üzerine gidip pencerenin önüne oturduğunu nakleder ve o anda şeyhte fâni olduğunu kastederek, “O geldi biz gittik” der. Habib Karamânî on iki yıl şeyhin hizmetinde bulunduktan sonra ondan hilâfet aldı. Akşemseddin ile (ö. 863/1459) tanışarak sohbetlerinde bulunduğuna göre (Lâmiî, s. 577) 1450-1455 yıllarında Anadolu’ya dönmüş olmalıdır. Bir süre ikamet ettiği Ankara’da Hacı Bayrâm-ı Velî’nin kabrini sık sık ziyaret eden Habib Karamânî bir yere yerleşmeyip hayatını Aydın, Kayseri, Konya ve Karaman gibi şehirlere seyahatlerle geçirdi. Lâmiî Çelebi onunla Konya’da tanıştığını söyler. Kayseri’de Akşemseddin’in halifesi İbrâhim Tennûrî ve Nakşibendî şeyhlerinden Emîr Efendi ile görüştü. Üç defa hacca gitti. Mekke’de Zeynî şeyhlerinden Abdülmutî Efendi ile sohbet etme imkânı buldu.

Habib Karamânî, İskilip’te Şeyh Yavsî Efendi’nin kızı ve Ebüssuûd Efendi’nin kız kardeşi Rukıye Hatun ile evlendi. Ancak kayınpederiyle aralarında önemli bir anlaşmazlık çıkınca İskilip’ten ayrılıp Amasya’ya gitti. Şeyh Yavsî ile Habib Karamânî arasındaki anlaşmazlığın “dervişlik kuvvetiyle” halledildiğini söyleyen Lâmiî Çelebi bu anlaşmazlığın sebebi konusunda bilgi vermez. Şeyh Yavsî’nin vakfını evlâdiyelik olarak kurduğunu, Habib Karamânî’nin ise “erbâbiye” olarak kurmasını istemesi yüzünden aralarının açıldığı rivayet edilir. Habib Karamânî İskilip’ten ayrıldıktan sonra gittiği Amasya’da bir zâviye kurarak ibadet ve ilimle meşgul olmaya başladı ve bu şehirde vefat etti. Türbesi Mehmed Paşa İmareti içindedir. Yahyâ-yı Şirvânî’nin beş meşhur halifesinden biri olan Habib Karamânî pîrdaşları Şükrullah Alâeddin er-Rûmî, Dede Ömer Rûşenî, Muhammed Bahâeddin Erzincânî ile birlikte bu tarikatın Anadolu’da yayılmasında önemli rolü olan bir sûfîdir. Ancak tarikat daha çok Pîr Muhammed Erzincânî ve halifeleri vasıtasıyla devam etmiştir. Evliya Çelebi’nin, Habib Karamânî’nin türbesinin Çankırı’nın Kurşunlu kasabasının Karacalar köyünde olduğunu söylemesi yanlıştır.

Kaynaklarda Habib Karamânî’nin Kitâbü’n-Nesâyih adlı bir eseri olduğu kaydedilmekteyse de nüshasına rastlanamamıştır.

Habib Karamânî İskilip’te cami, medrese, zâviye ve kütüphane gibi birçok vakıf kurmuştur. Bunların başında 881 (1476) yılında yaptırıp vakfettiği Tabakhâne mahallesinde bulunan Şeyh Habib Camii gelmektedir. Caminin vakfiyesi Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndedir (VGMA, Mücedded Anadolu, XVIII, nr. 604, sıra 248, s. 227-229). 370 m²’lik bir alanı kaplayan caminin önündeki medrese binaları 1925’ten sonra yıktırılmıştır.


Caminin yanında kütüphane ve zâviye ile birlikte inşa edilen medresenin 1900 yılında altmış yedi talebesi bulunmaktaydı (Salnâme-i Maârif-i Umûmiyye, I, 862).

BİBLİYOGRAFYA:

VGMA, Mücedded Anadolu, XVI, nr. 601, s. 205; XVIII, nr. 604, sıra 248, s. 227-229; VGMA, Defter, nr. 483, sıra 528; VGMA, Sivas Sâlis Muhasebe, nr. 483, sıra 528, s. 49; VGMA, Esas 2/3 (226), sıra 229; VGMA, Esas 2/5 (228), sıra 229; VGMA, Defter, nr. 420, sıra 996; VGMA, Defter, Esas 2/1 (224), sıra 3295; BA, İbnülemin-Evkaf, nr. 581; BA, Cevdet-Evkaf, nr. 1009; TK, Defter-i Evkāf-ı Rûm, nr. 583, vr. 118b; BA, Cevdet-Maarif, nr. 1177; BA, Çorum Tapu Tahrir Defteri, nr. 444, s. 72, 85, 90, 170; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 577-578; Taşköprizâde, eş-Şeķāǿiķ, s. 265-266; Mahmûd el-Kefevî, Ketâǿibü aǾlâmi’l-aħyâr min fuķahâǿi meźhebi’n-NuǾmân el-muħtâr, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 630, vr. 456a-b; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 282-283; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 540-541; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 62, 63, 76, 248; Cemâleddin Hulvî, Lemezât-i Hulviyye (haz. M. Serhan Tayşi), İstanbul 1994, s. 409-410; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 177-178; Nazmî, Hediyyetü’l-ihvân, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 495, vr. 143b-145b; Nişancızâde, Mir’ât-ı Kâinat, İstanbul 1293, II, 416; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, I, 262; Osmanlı Müellifleri, I, 58; Salnâme-i Maârif-i Ümûmiyye (1316), I, 862-863; “Amasya’da Medfun Şeyh Habîbî ve Rukiyye Bacı Hatun’un Müşterek Vakfiyeleri”, Çorumlu, I/12, Çorum 1945, s. 148-153.

Kâmil Şahin