HAFTA TATİLİ

İslâm’dan Önceki Din ve Toplumlarda. Zamanın devrî oluşu ve bunun âlemdeki kozmik düzenle ilişkisi tarih öncesi dönemlerden beri bilinmekle beraber başlangıçta zamanın takvim kullanımına temel teşkil edecek şekilde nasıl bölündüğü belli değildir. Bununla birlikte ilk zaman bölümlemelerinin ay ve güneşin periyodik hareketlerine bağlı olarak yapıldığı tahmin edilebilir. Bilhassa ayın safhalarından hareketle otuz günlük zaman biriminin tesbiti takvim hazırlama konusunda ilk adımı teşkil eder. Otuz günlük safha içerisinde tabiattaki canlı yapıda meydana gelen periyodik değişim muhtemelen hafta anlayışına yol açmıştır. Astronomik bir temele dayanmayan yedi günlük zaman birimi, Sâmî kültürlerde ayın dünya etrafında dönerken geçirdiği dört safhanın (yeni ay, ilk dördün, dolunay ve son dördün) yedişer gün sürmesinden veya ayın yedi gezegende konaklaması inancından kaynaklanmış olmalıdır.

Ay zamanı ölçmeye yaramaktadır. Ayın evreleri güneş yılından çok önce bilindiği ve daha somut biçimde bir zaman birimini gösterdiği gibi ayın kendisi de ölüm ve dirilişe işaret etmektedir. Ayın ritmi sadece kısa aralıkları (hafta, ay) göstermekle kalmamakta, daha geniş sürelerin de ilk örneğini oluşturmaktadır. İnsanın doğumu, büyümesi, yaşlanması ve ölmesi ay devrelerine benzetilmektedir (Eliade, Ebedî Dönüş Mitosu, s. 89-90). Diğer taraftan iptidai kültürlere göre de zaman homojen değildir. Her dinin uğurlu ve üstün saydığı günler veya zaman birimleri vardır. Zaman ve tabiattaki kozmik düzen arasında kurulan ilişki toplumların dinî hayatlarına da yansımıştır (Eliade, Traité d’histoire des religions, s. 142-166, 333-334).

Geleneksel kültüre mensup insanlar için yaşamanın anlamı her şeyden önce insan ötesi modellerle uyum içinde olmak ve ilk örneklere uygun davranmaktır. Onlara göre her şey ilk örneğin (prototip) tekrarından ibarettir. Dolayısıyla iptidai kültürlerde bugünkü anlamda tatil anlayışı yoktur; ancak gerek tabiatla ilişkiler gerekse dinî telakkiler sebebiyle, zaman periyodik olarak kutsal günlere ayrılmıştır. Çeşitli merasimleri ihtiva eden bu kutlama günleri yılın geneline dağıldığı gibi haftanın belli günlerinde de icra edilmekteydi. Bu merasimler günlük çalışma hayatının da durması anlamına geliyordu.

Asurlular, hafta kavramını ve ayın merhalelerine göre tesbit edilmiş dinlenme günlerini biliyorlardı (DB, II/1, s. 65). Sumerler’de de buna benzer tatil günlerinin


mevcut olduğu anlaşılmaktadır (Kramer, s. 284). Sâmîler’de, dört haftadan oluşan yirmi sekiz günlük ayın her yedinci gününün uğursuz kabul edildiği ve yeni bir işe başlanmadığı bilinmektedir (ERE, X, 890). Bâbilliler’de “šapattu” denilen ve dolunay günlerine tekabül eden dinlenme günleri vardı. Bâbil’de ayrıca bir yedinci gün kutlaması mevcuttu ve kutsal kabul edilen bu tabu gününde birtakım yasaklar söz konusuydu (a.g.e., X, 890). Daha ziyade gelişmiş uygarlıklara has bir uygulama olan hafta tatili sanayi devrimi öncesi yahudi-hıristiyan geleneğinde şekillenmiş, nihayet modern anlamda hukukî hakları da içine alacak biçimde sanayi devrimiyle birlikte son şeklini almıştır.

Yahudilik’te hafta tatili dinî menşeli olup cuma akşamı güneş battıktan sonra başlar ve cumartesi akşamı sona erer. Şabat (sebt) adını alan bu günün Tekvîn (2/1-4) ve Çıkış’ta (20/11) yaratılışla ilişkili olduğu belirtilir. Bu yoruma göre Elohim dünyayı altı günde yaratmış ve yedinci gün (şabat) dinlenmiştir. Öte yandan Çıkış (23/12) ve Tesniye’de (5/12-15) şabat, yaratılışla arasında münasebet kurulmadan daha çok sosyal bir hadise olarak dinlenme günü şeklinde sunulur. Şabat sırasında uyulacak bazı yükümlülükler Eski Ahid’de belirtilmiştir (Çıkış, 35/3; Sayılar, 15/32-36 vd.). Eski Ahid’de zikredilen yasak işler, başta ziraat olmak üzere (Çıkış, 34/21 vd.) evden dışarı çıkmak (Çıkış, 16/29-30), ateş yakmak (Çıkış, 35/3), yemek pişirmek (Çıkış, 16/23), yük taşımak (Yeremya, 17/21-22), alışveriş yapmak (Nehemya, 13/5) ve odun toplamaktır (Sayılar, 15/32-36). Bu sınırlı atıflara rağmen yahudi din bilginleri, Eski Ahid’den dayanağını da buldukları ayrıntılı bir yasak işler listesi oluşturmuşlardır. Mişna’da bu işlerin otuz dokuz sınıfa ayrıldığı görülür. Bunlar taşımak, ateş yakmak, söndürmek, bitirmek (herhangi bir işi sonuçlandırmak), yazmak, silmek, pişirmek, yıkamak, dikmek, yırtmak, bağlamak, çözmek, biçimlendirmek, sürmek, ekip dikmek, biçmek, hasat etmek, harmanlamak, savurmak, ayıklamak, elemek, öğütmek, yoğurmak, taramak, eğirmek, boyamak, zincir yapmak, ilmek üzerine çözgü atmak, dokumak, sökmek, inşa etmek, yıkmak, tuzak kurmak, kırkmak, boğazlamak, deriyi yüzmek, tabaklamak, parlatmak ve damgalamaktır (Kaplan, s. 33-44).

Yahudilik’te cumartesi gününü genelde, günlük üç vakit ibadetin dışında dindar yahudiler bilgi ve kabiliyetleri nisbetinde çeşitli dinî konular üzerinde çalışmakla geçirirler. Dindar aileler dışında cumartesi gündüz vakti tatil havasındadır (Yahudilikte Kavram ve Değerler, s. 189). Cuma akşamı ve cumartesi sabahı yaklaşık üç saat süre ile sinagogda yapılan şabat kutlamalarında Eski Ahid’den çeşitli pasajlar okunur. Şabatın kökeni konusunda açık bilgi yoktur. İsrailliler’den önce Bâbilliler arasında benzer bir kutlamanın varlığı bilinmektedir. Eski Ahid’e bakılırsa patriarklar şabattan haberdar değillerdi. Yahudilik geleneksel olarak şabatı Hz. Mûsâ ile başlatır. Muhtemelen İsrâiloğulları Filistin’e girişlerinden itibaren bu geleneği benimsemişlerdir. Bir günlük tam bir dinlenme ancak ziraî bir düzende söz konusu olabilir. İsrâiloğulları bunu, herhalde Ken‘ân diyarına yerleşip ziraî medeniyete geçtikten sonra önceki kültürlerden devralmışlardır (IDB, IV, 135). Bugün muhafazakâr ve Ortodoks yahudiler şabat kutlamalarına tam anlamıyla uyarken reformistler geleneksel uygulamalardan pek çok taviz vermişlerdir.

Hıristiyanlar başlangıçta yahudi geleneğini takip ederek şabatı kutluyorlardı. IV. yüzyıla kadar pazar hıristiyanlar arasında tatil günü olarak kabul edilmemekle birlikte Îsâ’nın yeniden dirildiğine inanılan bir gün olarak kutlanıyordu. Yeni Ahid’de Vahiy kitabının yazarı bu güne “rabbin günü” (1/10) adını verir; bu da o dönemde özel kutlamaların yapıldığına işaret eder. Hıristiyan inancına göre çarmıha gerilen Îsâ pazar günü dirilmiş (Matta, 28/1; Markos, 16/1-4; Luka, 24/1-3); kutsal ruh yine bir pazar günü inmiştir. Pazar sadece ibadete tahsis edilmemekte, o gün hayır işleri de yapılmaktadır (Korintoslular’a Birinci Mektup, 16/1-2). Pazar günü gerçekleştirilen kutlamalara dair ilk açık referanslar ise Justin Martyr’ın milâttan sonra 150 yılı civarında yazdığı Apologia adlı eserde verilmektedir (New Catholic Encyclopaedia, XIII, 800).

Pazarın resmî tatil günü olarak belirlenmesi ilk defa İmparator I. Konstantinos zamanında olmuştur. Codex Justinianos’ta korunduğu şekliyle 7 Mart 321’de Konstantinos pazar gününün bütün resmî görevlilerin ve şehir halkının tatil günü olarak kutlanmasını emretmiş, köylüler ise tatil yapıp yapmamakta serbest bırakılmıştır. Codex Thedosius’ta muhafaza edilen bir başka metinden de 3 Temmuz 321 tarihinde bu tatil gününün neşeyle kutlanmasına dair bir emirnâme yayımlandığı anlaşılmaktadır. Bu tarihten itibaren bütün hıristiyan dünyasında pazar günü resmî tatil olarak kutlanmaya başlanmıştır. IV. yüzyılın sonuna doğru toplanan Laodicée Konsili’nin 29 sayılı kararıyla pazar günlerinde çalışmaktan olabildiğince uzak durulması gerektiği belirtilmiştir. IV. yüzyıldan başlayarak hıristiyan imparatorlar pazar günü çalışmayı, adlî işlerle uğraşmayı, sirk veya tiyatroda temsil vermeyi yasaklayan fermanlar neşretmişlerdir. VI. yüzyıldan itibaren pazar günü çalışmayı yasaklayan konsillerin çoğaldığı görülmektedir. Trent Konsili’nde pazarın resmî tatil olarak kutlanma kararı teyit edilirken II. Vatikan Konsili Constitution on the Sacred Liturgy’de (1963) pazar gününün tatil özelliği vurgulanmıştır. Bugün reformist kökenli Foursquare Gospel, Christadelphia ve Seventh Day Adventist grupları hariç (bunlar yalnızca şabatı kutlar) bütün hıristiyanlar bu tatile riayet etmektedir.

1917 tarihli kilise hukukunda, “Dinî bayram günleri ağır işlerden, adlî kararlardan, umuma açık pazarlarla fuar ve diğer alışveriş işlerinden uzak durulması gerekir” (md. 1248) denilirken 1983 tarihli kilise hukukunda, “Pazar ve diğer dinî bayram günlerinde müminler âyinde bulunmakla yükümlüdürler. Ayrıca Tanrı’ya ibadete, Rabbin gününe has sevince, ruh ve bedenin rahatlamasına mani olacak iş ve çalışmalardan uzak duracaklardır” (md. 1247) hükmü yer almaktadır.

Batı dünyasında XX. yüzyılın başına kadar resmî hafta tatili cumartesi öğleden sonra başlamakta, pazar günü devam etmekteydi. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1933’te cumartesi de tam gün hafta tatili olarak kabul edilmiştir.

Diğer dinlerde hafta içerisinde kutlanan özel günler varsa da bunlar yukarıda belirtilen anlama sahip değildir. Bununla birlikte Bâbil ve Mısır’da cumartesi, Roma’da pazar gününün özel bir önemi vardı. Günümüzde bazı İslâm ülkeleri dışında bütün dünyada cumartesi ve pazar resmî tatil günleridir.

BİBLİYOGRAFYA:

B. J. Kidd, Documents Illustrative of the History of the Church, New York 1923, II, 5; M. Eliade, Traité d’histoire des religions, Paris 1949, s. 142-167, 333-334; a.mlf., Ebedî Dönüş Mitosu (trc. Ümit Altuğ), İstanbul 1994,


s. 89-90; G. Parrinder, The Handbook of Living Religions, London 1964, s. 191; E. Mangenot, “Calendrier”, DB, II/1, s. 63-67; J. Morgenstern, “Sabbath”, IDB, IV, 135-141; a.mlf., “Week”, a.e., IV, 826-827; G. Van der Leeuw, La Religion, Paris 1970, s. 375-384; Aryeh Kaplan, Sabbath-Day of Eternity, New York 1984, s. 33-44; S. N. Kramer, Tarih Sümerde Başlar (trc. Muazzez İlmiye Çığ), Ankara 1990, s. 284; Yahudilikte Kavram ve Değerler (haz. Suzan Alalu v.dğr.), İstanbul 1996, s. 189; G. A. Jacquemet, “Dimanche”, Catholicisme, III, Paris 1952, s. 811-826; L. E. Ghesquières, “Repos du dimanche”, a.e., XII (1990), s. 933-936; M. Herron, “Sunday and Holyday Observance”, New Catholic Encyclopaedia, Washington 1967, XIII, 799-802; M. Wa, “Jewish Holidays”, EBr., XII, 1041-1043; S. Poznanski, “Festivals and Fasts (Jewish)”, ERE, V, 879; T. G. Pinches, “Sabbath (Babylonian)”, a.e., X, 889-890; I. Abrahams, “Sabbath (Jewish)”, a.e., X, 891-893; G. Piccaluga, “Calenders (Overview)”, ER, III, 7-11; C. A. R., “Calendar”, EBr.2, XV, 460-463.

Kürşat Demirci




İslâmî Dönem. İslâmiyet’te haftalık toplu ibadetin yapıldığı cuma gününe çok önem verilmesine ve bugünün müslümanlar için bir bayram olduğunun belirtilmesine rağmen (bk. CUMA) gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadislerde cuma müslümanlar için bir tatil günü olarak tayin edilmemiştir. Bununla beraber cuma gününün özelliklerini dikkate alan bazı İslâm âlimleri, haftanın herhangi bir gününün tatil kabul edilmesi durumunda bunun cuma olmasının uygun bulunduğunu ifade etmişlerdir (Ebü’l-Alâ Mevdûdî, VI, 277; DİA, VIII, 85).

Asr-ı saâdet’te ve Hulefâ-yi Râşidîn döneminde haftanın herhangi bir gününün resmî tatil olarak seçildiğine dair bir kayıt bulunmamaktadır. Emevîler devrinde Ziyâd b. Ebîh’in Basra’da davalara cuma dışındaki günlerde baktığı dikkate alınırsa (Cehşiyârî, s. 25) bundan ilk defa cumanın yalnızca mahkemeler için resmî tatil olduğu sonucuna varılabilir. Abbâsîler’de ise ilk devirlerden itibaren resmî dairelerin (divan) cuma günleri tatil edildiği bilinmektedir. Ebû Hanîfe (ö. 150/767) zamanında mahkemeler ve okullar cumartesi günleri tatildi (M. M. Ahsan, s. 284). Halife Mehdî (775-785), resmî dairelerin cumadan başka perşembe günleri de tatil edilmesini istedi. Bu durum Mu‘tasım-Billâh (833-842) zamanına kadar devam etti. Mu‘tasım, Fazl b. Mervân’ın tavsiyesine uyarak perşembe gününü tatil dışına çıkardı ve resmî dairelerin sadece cuma günü tatil edilmesini emretti (Cehşiyârî, s. 166). Ancak III. (IX.) yüzyılın ortalarından itibaren mahkemeler pazartesi veya salı günleri çalışmıyordu. Bu uygulama, Mu‘tazıd-Billâh’ın 279’da (892) hilâfet makamına geçmesine kadar sürdü. Halife Mu‘tazıd cuma yanında salı gününü de tatil ilân etti. Ubeydullah b. Süleyman’a ve Bedr’e, kumandanların ve dostlarının tatil günlerinde Dârülhilâfe’ye gelmemelerini söyledi ve bu iki gün içinde divanların açılmamasını istedi. Cuma günü devlet daireleri tatil olmakla beraber dükkânlar ve pazar yerleri açıktı. Halk haftalık ihtiyaçlarını cuma günü yaptığı alışverişlerle karşılardı. Abbâsîler’in daha sonraki dönemlerinde muhtemelen yahudi cemaatinin tesiriyle halk cumartesi günleri dükkânları kapatmaya başladı. Fakat 488 (1095) yılında dükkânların cuma günleri kapatılması ve cumartesi açık bulundurulması emredildi. Muhtesib bu emre uygun olarak dükkânları denetliyor ve aksine hareket edenleri cezalandırıyordu (İbnü’l-Cevzî, IX, 91).

Osmanlı Devleti’nde başlangıçta belli bir hafta tatili günü yoktu. Diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar’da da cuma gününe dinî hükümler dışında bir mahiyet verilmemiş, namaz vaktinde kısa bir süre işe ara verme dışında cuma günü hafta tatili olarak kabul edilmemişti. Memurların cuma namazını eda edebilmeleri için dairelerde cami haline getirilen yerlere minber bile konulmuştu. Süleymaniye Camii inşaatına dair mufassal muhasebe defterlerinde işçilerin cuma günleri tatil yaptığı belirtilmekteyse de (Barkan, I, 4, 157) bunun bütün çalışanların uyduğu genel bir hafta tatili olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim muhasebe ve rûznâmçe defterlerinde, iş yerlerinde uygulanan tatil günlerinin hem zaman hem de gün adı olarak değişik şekillerde kaydedildiği görülmektedir. Meselâ 1820’lerde tatil günleri pazartesi ve perşembe iken 1830’larda pazar günü olmuştur (BA, D.BŞM. SHM, nr. 19830, 20111). Değişik zamanlarda bazan cuma, bazan pazartesi, bazan perşembe ve salı günlerinde tatil yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu uygulamadan her iş kolunun kendine göre bir tatil gününün bulunduğu, ancak bunun da belli bir periyoda ve belli bir güne bağlı olmadığı sonucu çıkarılabilir.

İlk zamanlarda resmî dairelerde tatil günü olmamakla birlikte medreselerde haftanın belli birkaç günü tatil yapılırdı. Osmanlılar’dan önce medreselerde uygulanan öğretim metodu ve tatil günleri Osmanlı Devleti’nde de benimsendi (Baltacı, s. 43). İlk Osmanlı medreselerinde talebelerin kütüphaneye gitmesine imkân vermek için genellikle salı ve cuma günleri ders yapılmazdı. Bazı medreseler buna pazartesi veya perşembeyi de ekleyip hafta tatilini üçe çıkardığı gibi bazıları yalnız cuma günleri tatil yapmaktaydı (Bilge, s. 22-23). Ancak Fâtih Sultan Mehmed döneminden itibaren medreselerde hafta tatilinin salı olmak üzere bir güne indirildiği ve Cumhuriyet dönemine kadar böyle devam ettiği anlaşılmaktadır (Ergin, s. 113). Salı günü medresede esas dersler okutulmazdı; fakat isteyenlere program haricinde “koltuk” adı altında bazı yardımcı dersler gösterilirdi. Medreselerin salı günü tatil oluşu bazı yanlış inançların yerleşmesine de sebep olmuştur. Halk arasında o gün bir işe başlamanın veya seyahate çıkmanın uğursuzluk getireceğine inanılırdı (Ünver, s. 97). Halbuki İstanbul’un fethi salı gününe rastladığından o gün aslında Rumlar tarafından uğursuz kabul ediliyordu.

Osmanlı Devleti’nde memur sayısının artmasıyla birlikte resmî dairelerde hafta tatili uygulamasının başladığı, fakat bunun muayyen bir güne bağlı kalmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim XVIII. yüzyılın ilk yarısında devlet daireleri perşembe günü tatil yaparken (1730 Patrona Halil İhtilâli, s. 29) daha sonra buna pazartesi de eklendi. Sadrazam İzzet Mehmed Paşa, işlerin yoğunluğunu ileri sürerek 1188 (1774) tarihli bir buyruldu ile hafta tatiline son verdi ve memurların


her gün çalışmasını sağladı (TSMA, nr. E 5381). II. Mahmud devrinde tatil uygulamasına yeniden başlandı. 1247’de (1831-32) Bâbıâli ile diğer bazı resmî dairelerde perşembe ve pazar (Lutfî, III, 173), Bâb-ı Defterî’de ise pazartesi ve perşembe günleri hafta tatili yapılıyordu (a.g.e., IV, 100). Fakat defterdarlıktaki memurların haftada iki gün çalışmamasının işleri aksattığı gerekçesiyle yalnız pazar günü tatil yapılması kabul edildi. Mısır meselesi yüzünden işlerin çoğalması üzerine bir günlük tatil de diğer devlet daireleriyle birlikte kaldırıldı. Mısır meselesi halledildikten sonra hafta tatili uygulamasına yeniden başlandı ve 1249’da (1833-34) yalnız defterdarlık memurlarının perşembe günleri tatil yapmasına karar verildi (a.g.e., IV, 100). 1252 (1836) yılında yapılan bir düzenleme ile Bâbıâli memurlarının da perşembe günleri çalışmaması kararlaştırıldı (a.g.e., V, 55; Takvîm-i Vekāyi‘, sy. 136). Daha sonra, buna pazar gününün de eklenerek hafta tatilinin iki güne çıkarıldığı (a.g.e., sy. 167), ancak Tanzimat’ın ilânından (3 Kasım 1839) sonra bunun kaldırıldığı ve tatil günü olarak yalnız perşembenin bırakıldığı anlaşılmaktadır (BA, İrade-Dahiliye, nr. 380; BA, BEO, Ayniyat Defteri, nr. 766, s. 162; Takvîm-i Vekāyi‘, sy. 194). Fakat bu tatil günü de pek uzun sürmedi. Perşembe günü tatil yapan devlet memurlarının çoğu ertesi günü cuma namazını bahane ederek işlerinin başına gelmemeye başlayınca 4 Zilhicce 1257 (17 Ocak 1842) tarihli irade ile hafta tatili perşembeden cumaya alındı (BA, İrade-Dahiliye, nr. 2482; BA, Buyruldu Defteri, nr. 3, s. 54; BA, BEO, Ayniyat Defteri, nr. 767, s. 46). Adı geçen iradede, tatil gününün cumaya alınmasıyla bu mübarek güne saygı gösterilmiş olacağı ileri sürülmektedir. Bu ifadeden, memurların cumaya haftanın diğer günlerinden farklı bir önem vermeleri sebebiyle o günü kendilerine ayırmayı istedikleri anlaşılmaktadır. Diğer taraftan gayri müslim memurların kendi dinî günlerinde tatil yapmaları müslüman memurlara da örnek olmaktaydı.

Cuma günü, yalnız resmî devlet dairelerinde çalışan müslümanlar için hafta tatili olarak kabul edilmişti. Tanzimat’tan sonra açılan yeni mektepler de cuma günü tatil edildikleri halde medreseler yine eskisi gibi salı günü tatil yapıyordu. Müslüman olmayan memurlarla sanat ve ticaret erbabı halkın hafta tatili yoktu. Bu arada hıristiyan memurlar pazar günü, Mûsevîler ise cumartesi günü tatil yapıyordu. Zaman içinde sanat ve ticaretle uğraşanlar da kanunî mecburiyet olmadığı halde hafta tatili uygulamaya başladılar. Böylece Osmanlı ülkesinde müslümanların cuma, Mûsevîler’in cumartesi ve hıristiyanların pazar olmak üzere haftada üç tatil günü ortaya çıktı.

Millî Mücadele’den sonra ülkenin iktisaden kalkınması yollarını tesbit etmek üzere toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde (17 Şubat-4 Mart 1923) bütün müslüman ve gayri müslimlerin uyacakları bir hafta tatilinin belirlenmesi hususu gündeme geldi ve tüccar grubunca hazırlanan üç maddelik teklif oy birliğiyle kabul edildi. Bu teklif, hangi din ve mezhepten olursa olsun bütün Türk vatandaşlarının cuma günü tatil yapmasını öngörüyordu. Ayrıca cuma gününün dışında da iş yerini kapatmak isteyenler serbest olacaktı (Afetinan, s. 33-34).

Kongrede alınan bu karar gereğince Cumhuriyet’in ilânından sonra cuma gününün hafta tatili olarak kabulü için 19 Kasım 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iki kanun teklifi sunuldu. Gümüşhane mebusu Zeki Bey’in teklifi cuma gününün genel hafta tatili sayılmasını ve bütün iş yerlerinin kapatılmasını öngörüyordu. Kanunun gerekçesinde müslümanların cuma, hıristiyanların pazar ve Mûsevîler’in cumartesi tatil yapmalarının millî hâkimiyet ve iktisadî hayatla bağdaşmadığı ileri sürülmekteydi. Menteşe mebusu Şükrü Kaya ve otuz iki arkadaşınca verilen ikinci teklif ise nüfusu 30.000’den fazla olan şehirlerde cuma gününün hafta tatili olarak kabulünü öngörmekteydi. Teklifin gerekçesinde milleti oluşturan asıl unsurların müslüman olduğu, İslâmiyet’te cuma tatili bulunmamakla birlikte geleneklerin cumayı tatil kabul ettiği belirtilmekteydi (TBMM Zabıt Ceridesi, II. Devre, IV, 641-644).

Hafta tatiliyle ilgili teklifler İktisat ve Adliye komisyonlarında birleştirildikten sonra genel kurula sevkedildi. Teklif üzerindeki müzakerelere 29 Aralık 1923’te başlandı. İktisat Komisyonu adına söz alan Yusuf Akçura, halkının ekseriyeti müslüman olan ülkede cumanın genel hafta tatili olarak kabul edilmesinin adalete uygun olduğunu, azınlıkların cumanın dışındaki günlerde de tatil yapmakta serbest olduklarını, fakat cuma günü çalışmaya veya çalıştırmaya hakları olmadığını söyledi. Saruhan mebusu Âbidin Bey de müslümanlarca en önemli gün sayılan cuma gününün meclis tarafından hafta tatili yapıldığını, bunun dışındaki günlerde isteyenlerin dükkânlarını kapatabileceğini belirtti (a.g.e., IV, 649-650). Müzakerelerin tamamlanmasından sonra oy birliğiyle kabul edilen 2 Kânunusâni 1340 (2 Ocak 1924) tarih ve 394 sayılı Hafta Tatili Kanunu on dört maddeden oluşmaktaydı. Birinci maddeye göre nüfusu 10.000 veya daha fazla olan şehirlerde bütün iş yerleri haftada bir gün tatil yapmak mecburiyetindeydi ve bu tatil günü de cuma olacaktı. Resmî dairelerle genel ve özel sınaî ve ticarî kurumlarda görev alanların haftada altı günden fazla çalıştırılması ikinci madde ile yasaklanıyordu. Bu kanun nüfusu 10.000’den az olan şehirlerde de belediye meclisinin kararıyla uygulanabilecekti (Düstur, Üçüncü tertip, V, 516-518).

Türk-İslâm tarihinde ilk defa cuma gününü bütün müslüman ve gayri müslimlerin uyacakları genel hafta tatili olarak kabul eden bu kanunu basın olumlu karşıladı. Halk tarafından da büyük sevinçle karşılanan kanunun genelde ekonomik zorunluluktan doğmuş olmakla birlikte sosyal içeriği daha ağır basıyordu. Milliyet, din, adalet ve siyaset konuları kanunun kabulünde önemli rol oynamıştır. Emperyalizme karşı millî bir mücadele vermiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, cuma gününün hafta tatili yapılmasını âdeta bağımsızlığının bir ispatı şeklinde değerlendirmiş, bilhassa cuma günü üzerinde ısrar edilmesinde hâkim unsurların müslüman olması gerekçe olarak ileri sürülmüştür.

Hafta Tatili Kanunu 1935’te yapılan değişikliğe kadar yürürlükte kaldı. Başvekil İsmet İnönü’nün imzasıyla 13 Mayıs 1935’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sevkedilen millî bayram ve genel tatiller hakkındaki kanun teklifi hafta tatilinin cumadan pazara alınmasını öngörmekteydi. Gerekçesinde de pazarın milletlerarası tatil günü olduğu, bu tatil gününden ayrılmakla ülkenin ekonomik açıdan büyük kayıplara uğradığı ileri sürülmekteydi (TBMM Zabıt Ceridesi, V. Devre, III, 1). İlgili komisyonlarda görüşüldükten sonra 23 Mayıs’ta genel kurula sevkedilen teklifin bütünü üzerinde konuşan milletvekillerinin hepsi hafta tatilinin cumadan pazara alınmasının isabetli olduğunu ifade etti. Konuşmacılar, İslâmiyet’te cuma gününün namaz saati hariç tatil olmadığını, ayrıca Cumhuriyet’le birlikte Avrupalı devletler sırasına girildiğini, bu devletlerin kabul ettiği


pazar gününün tatil yapılmasının zorunlu bulunduğunu ileri sürüyorlardı. Bazıları da pazar günü tatil yapmayı Batı medeniyetinin bir gereği olarak görüyor, artık köhne kanunlardan kurtulmak gerektiğini ve taassup dönemlerinin geride bırakıldığını söylüyordu. Teklif üzerinde yapılan konuşmalara cevap vermek üzere söz alan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya kanunun tamamen siyasî ve içtimaî olduğunu, din ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını ve şimdiye kadar çıkarılan devrim kanunlarından biri olduğunu açıkladı (a.g.e., III, 302-304). Daha sonra 27 Mayıs 1935 tarih ve 2739 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun oy birliğiyle kabul edildi. Altı maddeden oluşan kanuna göre hafta tatili otuz beş saatten az olmamak üzere cumartesi saat 13.00’ten itibaren başlayacaktı (Türkiye Cumhuriyeti Kanunları, I, 257-259). Böylece 1924’te millî ve iktisadî bağımsızlığın bir ispatı gibi görülen cuma tatili uygulamasına siyasî, iktisadî ve içtimaî bakımdan yakın ilişki içinde bulunulan Batı dünyası ile bütünleşme mecburiyeti gerekçe gösterilerek son verilmiş oldu.

Hafta tatilinin cumadan pazara alınması, cuma tatilinin menşeinin İslâmiyet’e dayandığını zanneden bazı kesimlerde büyük telâş uyandırdı. Bu arada kanun basında tartışıldı. İnkılâpları destekleyen gazeteler kanunu olumlu karşıladılar. Kurûn gazetesinde 2 Haziran 1935 tarihinde yayımlanan imzasız bir makalede hafta tatilini dinî açıdan ele alanlar eleştiriliyor ve İslâmiyet’te cuma gününün tatil olacağına dair bir hüküm bulunmadığı ileri sürülüyordu. Gazeteler, ilk defa 2 Haziran 1935’te uygulanan pazar tatilinin cuma tatilinden daha neşeli geçtiğini haber veriyordu. Ancak bazı müslümanlar arasında pazar gününün hafta tatili yapılmasına karşı oluşan muhalefet günümüze kadar devam etmiştir.

Hafta tatili uygulaması bu şekliyle 1974 yılına kadar devam etti. Resmî kurumların cumartesi yarım gün çalışmasının faydalı olmadığı kanaatiyle bu tarihte yeni bir düzenlemeye gidildi. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda değişiklik yapan 12 sayılı kanun hükmünde kararnâme ile (TC Resmî Gazete, sy. 14.901) haftalık çalışma süresi 39 saatten kırk saate çıkarıldı. Cumartesi ve pazar günlerinin de tam gün olarak tatil edilmesi kararlaştırıldı. Bakanlar Kurulu’nun 29 Haziran 1974 gün ve 7/8519 sayılı kararıyla çalışma saatleri yeniden düzenlendi. 1 Temmuz 1974 tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülen bu karara göre cumartesi ve pazar günleri resmî hafta tatili oluyor, buna karşılık diğer günlerin çalışma saatleri arttırılıyordu (TC Resmî Gazete, sy. 14.932). 12 Eylül 1980 askerî harekâtından sonra oluşturulan Millî Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği 17 Mart 1981 gün ve 2429 sayılı Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun’la, 27 Mayıs 1935 gün ve 2739 sayılı kanun ve bu kanunda değişiklik yapan kanunlar yürürlükten kaldırıldı. Adı geçen kanunun üçüncü maddesinin ikinci fıkrası ile resmî kurumların cumartesi ve pazar olmak üzere haftada iki gün tatil yapmaları usulü aynen benimsendi. Diğer iş yerlerinde ise yine eskiden olduğu gibi yalnız pazar günleri hafta tatili uygulanmasına devam edilecekti (TC Resmî Gazete, sy. 17.284).

BİBLİYOGRAFYA:

BA, HH, nr. 16297; BA, İrade-Dahiliye, nr. 380, 2482; BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 1484; BA, BEO, Ayniyat Defteri, nr. 766, s. 162; nr. 767, s. 46; BA, Buyruldu Defteri, nr. 3, s. 54; BA, D.BŞM.SHM, nr. 19830, 20111; TSMA, nr. E 5381; TBMM Zabıt Ceridesi, II. Devre, IV, 640-688; V. Devre, III, 1-4, 302-304; Cehşiyârî, el-Vüzerâǿ ve’l-küttâb, s. 25, 166; Şâbüştî, ed-Deyârât (nşr. C. Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 119; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, IX, 91; Lutfî, Târih, III, 172-173; IV, 100; V, 55; 1730 Patrona Halil İhtilâli Hakkında Bir Eser: Abdi Tarihi (nşr. Faik Reşit Unat), Ankara 1943, s. 28-29; Emin Efendi, Menâkıb-ı Kethüdâzâde, İstanbul 1294, s. 18; Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul (haz. Niyazi Ahmet Banoğlu), İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser), s. 200-201; Düstur, Üçüncü tertip, Ankara 1931, V, 516-518; Osman Nuri Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı, İstanbul 1936, s. 112-115; A. Süheyl Ünver, İstanbul Üniversitesi Tarihine Başlangıç: Fatih, Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul 1946, s. 97-99; Mez, el-Ĥađâretü’l-İslâmiyye, I, 149; S. D. Goitein, Studies in Islamic History and Institutions, Leiden 1968, s. 111 vd.; Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı 1550-1557, Ankara 1972, I, 4, 157-160; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, s. 43; M. M. Ahsan, Social Life under the Abbasids, London 1979, s. 283-286; Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı, Ankara 1979, s. 157-158; Türkiye Cumhuriyeti Kanunları (haz. Fahri Çoker), İstanbul, ts., I, 257-259; Ayşe Afetinan, İzmir İktisat Kongresi, Ankara 1982, s. 33-34; Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1984, s. 22-23, 40; Ebü’l-Alâ Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an (trc. Muhammed Han Kayanî v.dğr.), İstanbul 1987, VI, 277; Yürürlükteki Kanunlar Külliyatı, Ankara 1989, IV, 5223-5225; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform:1836-1856, İstanbul 1993, s. 62-64; Recep Çetintaş, Devlet, Siyaset, İbadet Üçgeninde Cuma Namazı, İstanbul 1995, s. 373-378; Takvîm-i Vekāyi‘, sy. 136, İstanbul 19 Cemâziyelâhir 1252 (1 Ekim 1836); sy. 167 (14 Rebîülâhir 1254/7 Temmuz 1838); sy. 194 (26 Zilhicce 1255/2 Mart 1840); Vakit, İstanbul 5 Kânunusâni 1340, s. 4; İhsan [Sungu], “Cuma ve Pazar Tatili”, Hayat, VI/145, İstanbul 1929, s. 1; Kurûn, İstanbul 28 Mayıs, 2-3 Haziran 1935; Yeni Asır, İzmir 28-29 Mayıs 1935; Mihail Avvâd, “el-ǾUŧletü’l-üsbûǾiyye”, MMİADm, XVIII/1-2 (1362/1943), s. 52-58; Cemal Tukin, “Yakın Çağ Tarihimizde Hafta Tatili”, TD, I/1-2 (1950), s. 139-144; TC Resmî Gazete, sy. 14.901 (31 Mayıs 1974); sy. 14.932 (1 Temmuz 1974); sy. 17.284 (19 Mart 1981); Hürriyet, İstanbul 25, 28 Mayıs, 1 Haziran, 6-7 Temmuz 1974; 19 Mart 1981; Pakalın, I, 308-310; Hayreddin Karaman, “Cuma”, DİA, VIII, 85.

Cevdet Küçük




İslâm Hukuku. İslâm geleneğinde tatille ilgili olarak bayram kavramı vardır; ramazan ve kurban bayramları yıllık, cuma da haftalık bayram günleridir. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde halkın İranlılar’dan alınma Nevruz ve Mihrican adlı iki bayramı kutladığını görmüş ve, “Allah sizin için bu iki günü daha hayırlı iki günle, kurban ve ramazan bayramları ile değiştirdi” demiştir (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 245; Nesâî, “Śalâtü’l-Ǿîdeyn”, 1). Ayrıca kurban ve ramazan bayramlarının dışında haftalık olarak cumanın Allah’ın müslümanlara tahsis ettiği bir bayram günü olduğunu ifade etmiştir (İbn Mâce, “İķāme”, 83). Buna göre cuma müslümanların bir kutlama ve ibadet günüdür; bu günde şartlarına sahip olanların cuma namazını eda etmesi farzdır. Dolayısıyla cuma gününün inananlar katında diğer günlerden farklı ve önemli bir yeri vardır (bk. CUMA). Ancak İslâmî gelenekteki cuma, Yahudilik’teki cumartesi gününde olduğu gibi zorunlu bir tatil ve istirahat günü değil cuma namazının topluca kılındığı bir ibadet günü olarak anlaşılmıştır. İmam Mâlik, ashaptan bir kısmının, yahudi ve hıristiyanların cumartesi ve pazar günleri yaptığı gibi kişinin cuma günü işi terketmesini mekruh gördüğünü rivayet etmektedir (Ebû Bekir et-Turtûşî, s. 286).


Hafta tatili konusuna, ferdî ve içtimaî hayatın birçok yönünü ele alan ve genelde meseleci (kazüistik) bir tarzda oluşan fıkıh literatüründe değişik vesilelerle atıfta bulunulur. İslâm hukukunda çalışma hayatıyla ilgili konuların, bu arada çalışanların yeme, içme, dinlenme gibi tabii ve ibadet gibi mânevî hak ve ihtiyaçlarının klasik dönem fıkıh kitaplarının “icâre” bölümünde veya “edebü’l-kādî” türü eserlerde dolaylı olarak ele alındığı görülür. O dönem İslâm hukukçuları iş akdi açısından öğretmenlik, işçilik, memurluk vb. meslekler arasında bir fark gözetmezler ve ücret karşılığı çalışan veya belli bir işi üstlenen kimseleri genelde “ecîr-i hâs” ve “ecîr-i müşterek” şeklindeki ikili ayırım içinde ele alarak ortak hükümlere tâbi tutarlar.

İcâre akdinin genel yapısı içerisinde işçinin (çalışan) iş veren karşısındaki haklarından biri de dinlenme hakkıdır. “İnsana çalıştığından başka bir şey yoktur” (en-Necm 53/39) meâlindeki âyet, ücretin ancak fiilî çalışma karşılığında hak edileceğine işaret etmektedir. Fıkıh literatüründe, genelde bir veya birkaç günlük veya götürü usulü iş akdi ele alındığından ücret kural olarak fiilî çalışmanın karşılığını teşkil eden bir konumdadır. Hafta tatili ve tatil günleri için ücret tahakkuku konusu uzun süreli iş akdinin gündeme geldiği durumlarda ve dönemlerde önem taşımaya ve tartışılmaya başlanmıştır. Çalışılmayan süre için işçinin ücreti hak edip etmeyeceği konusunda klasik dönem fıkıh literatüründe yer alan görüşleri bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Aslında tatil vb. tatiller için ödenecek ücret kişinin daha önce çalıştığı zamanlardaki emeğinin bir karşılığı olarak ele alınabileceği gibi, çalışanın tatil yaparak dinlenmesi gelecek günlerde verimini arttırıcı bir katkı, temel hak ve hürriyetlerin uzantısı sayılabilecek bir hak veya örf ve konumdan doğan bir şart olarak da değerlendirilebilir. Şu halde meseleye farklı açılardan bakıldığında işçi ve diğer çalışanlar için ücretli hafta tatili mümkün, hatta gerekli hale gelebilmektedir.

Devletten maaş alarak çalışan kadının (hâkim) tatil günü ücreti hak edip etmeyeceği konusunun ilk dönemlerden itibaren tartışılmaya başlandığı ve bazı fakihlerin bu durumda hâkimlerin ücretli hafta tatili hakkının bulunduğu yönünde görüş beyan ettikleri görülür. Öte yandan bu gibi konuların İslâm hukukunda taraflar arası anlaşmaya, bu arada işçi ve iş veren arasındaki hizmet akdine veya genelde mevcut örfe bırakılan konular arasında yer aldığını da gözden uzak tutmamak gerekir. Nitekim değişik meslek gruplarıyla ilgili farklı örnek ve tartışmaların fıkıh kitaplarında çeşitli vesilelerle ele alındığı görülmektedir. Meselâ ücret karşılığı çalıştığı için kural olarak “ecîr” statüsünde bulunan ve iş akdinde her gün çalışması şartı yer almayan bir müderrisin örfe göre hafta tatili yapabileceği ve bu günlerde derse girmediği halde ücret alabileceği öngörülmüştür (Bilmen, V, 61). Mâlikî fakihi Kābisî de hafta tatili bağlamında Ebû Abdullah İbn Abdülhakem’den, “Öğretmen aylık ücretle tutulur, cuma günleri ve halkın örfen tatil saydığı günleri tatil eder, bu sözleşmenin şartı gibidir” şeklindeki bir ifadeyi nakletmektedir (İslâm’da Öğretmen ve Öğrenci Meselelerine Dair Geniş Risale, s. 58). Hanefî fakihlerinden Sadrüşşehîd İbn Mâze, “Tatil gününde kadının ücretinden kesinti yapılır mı?” diye bir başlık açarak hâkimin hem dinlenmesi hem de kendi özel işlerini görebilmesi için haftada en az bir gün istirahat etmesi gerektiği üzerinde durarak tatil gününde ücrete hak kazanıp kazanmayacağının tartışmasını yapar (Şerĥu Edebi’l-ķāđî, I, 251). Belh ulemâsının hafta tatilinde kadının ücretinden kesinti yapılacağı şeklinde, muhitindeki ulemânın ise aksi yönde fetva verdiklerini nakleden İbn Mâze, doğru görüşün hâkimin ücretinden hafta tatilinde kesinti yapılmayacağını benimseyen kanaatin olduğunu ifade etmiştir. Çünkü kadı hafta tatilinde dinlenerek sonraki çalışma günlerine hazırlanmaktadır. Buna göre tatil gününün faydası yargı görevinde bulunacağı diğer çalışma günlerine râcidir. Bundan dolayı da ücrete hak kazanır (a.g.e., I, 251). Öte yandan, yapılan işin ve verilen ücretin uzun süreli veya en azından haftalık olması halinde çalışan kişinin ücretli hafta tatiline hak kazanacağı şeklinde bir ilkenin kabul edilmesi mümkündür. Çünkü İslâm hukukçularının bir kısmına göre işçi ve iş veren bir haftadan fazla sürecek bir iş akdi yaptıklarında örf ve âdet esas alınacak ve istisnalar hariç cuma günleri iş süresi dışında tutulacaktır. Zira bu fakihlere göre müslümanlar için cuma, yahudiler için cumartesi, hıristiyanlar için de pazar günleri örfen çalışma günlerine dahil edilmez.

1190 yılı civarında İbn Meymûn’un bir soruya verdiği cevaptan, yahudilerle ortak iş yerlerindeki müslüman sanatkârların (işçiler) Yahudilik vb. dinlerdeki gibi mecburi bir dinlenme gününe sahip olmadıkları halde cuma günü çalışmayıp tatil yapmayı gelenek haline getirdikleri anlaşılmaktadır (Goitein, Studies in Islamic History and Institutions, s. 270). Cuma günü müslümanlar için cuma namazının edâsı dışında zorunlu bir istirahat zamanı sayılmadığından olsa gerek, sanayi devrimi öncesi İslâm toplumlarında hafta tatilinin cuma olarak kabul edilmesi yoluna gidilmemiş, zamanın icaplarına ve sosyal hayatın seyrine göre bazan cuma, bazan da diğer günler hafta tatili olarak düşünülmüştür. Abbâsîler zamanında mektepler ve resmî daireler cuma günleri kapalı tutulurken (EI² [İng.], II, 593) Osmanlılar’da Fâtih Sultan Mehmed devrinden itibaren medreselerin salı günleri tatil yapmış olması buna örnek teşkil eder. Bununla birlikte 1550-1557 yılları arasını kapsayan bir araştırma, Osmanlı inşaat sektöründe cuma gününün hafta tatili olduğunu göstermektedir. Bunun yanında yahudi işçilerin cumartesi, hıristiyanların ise pazar günü çalışmadıkları görülmektedir (Barkan, I, 157 vd.).

Her zamanda ve her yerde uygulanabilecek evrensel ilkelere sahip olması İslâm dininin en önemli bir vasfıdır. Değişen toplumlarda farklı özellik alabilecek hükümler İslâm’ın ruhuna ve yapısına uygun olarak ilgili zaman ve toplumun örfüne bırakılmıştır. Günümüzde çalışanların hakları kapsamında yer alan hafta tatili, yıllık tatil vb. meseleler de İslâm hukuku açısından bu tür problemlerdendir. Bundan dolayı İslâm hukuku kaynaklarında işçinin hak ve görevlerinin ele alındığı icâre akdinde işçinin çalışma süresi, istirahat ve tatiliyle ilgili bağlayıcı hükümler mevcut olmayıp bu hususlar taraflar arasındaki anlaşmaya bırakılmış, akidde karara bağlanmayan konularda ise örf ve âdet esas alınmıştır. İslâm toplumlarında çalışma hayatıyla ilgili diğer birçok kural gibi çalışanların hafta tatili hakları da bu çerçevede bir seyir takip etmiş, özellikle sanayi devriminden, geniş işçi ve memur kesimlerinin oluşmasından sonra daha da önem arzeden bir konu haline gelmiştir. Bu gelişmeler sonucunda İslâm ülkelerinde de çalışma ve ticaret hayatından resmî dairelere kadar hukukî bazı düzenlemelere gidilmiştir. Öte yandan İslâm ülkelerinin anayasalarının hemen hepsinde çalışanların dinlenme hakkından söz edilir. Bazı


İslâm ülkelerinde hafta tatili İslâmî geleneğe uygun şekilde cuma günü olarak kabul edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Śavm”, 55; İbn Mâce, “İķāme”, 83; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 245; Nesâî, “Śalâtü’l-Ǿîdeyn”, 1; Kābisî, İslâm’da Öğretmen ve Öğrenci Meselelerine Dair Geniş Risale (trc. Süleyman Ateş - Hıfzırrahman R. Öymen), Ankara 1966, s. 58 vd.; Ebû Bekir et-Turtûşî, Kitâbü’l-Ĥavâdiŝ ve’l-bidaǾ (nşr. Abdülmecîd et-Türkî), Beyrut 1410/1990, s. 286; Sadrüşşehîd İbn Mâze, Şerĥu Edebi’l-ķāđî (nşr. Muhyî Hilâl es-Serhân), Bağdad 1397-98/1977-78, I, 251; Remlî, Nihâyetü’l-muĥtâc, Kahire 1389/1969 → Beyrut 1404/1984, V, 282-283; el-Fetâva’l-Hindiyye, IV, 417; Elmalılı, Hak Dini, VII, 4970, 4982; M. Fehr Şakfe, Aĥkâmü’l-Ǿamel ve ĥuķūķi’l-Ǿummâl fi’l-İslâm, Beyrut 1967, s. 101 vd.; Ali Abdürresûl, el-Mebâdiǿü’l-iķtiśâdiyye fi’l-İslâm, Kahire 1968, s. 144, 149-150; S. D. Goitein, Studies in Islamic History and Institutions, Leiden 1968, s.111, 270; a.mlf., “DjumǾa”, EI² (İng.), II, 593; Abdülhamîd eş-Şirvânî, Ĥavâşî Ǿalâ Tuĥfeti’l-muĥtâc [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-Fikr), VI, 145-146; Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı:1550-1557, Ankara 1972, I, 157 vd.; Hüseyin Atay, İslâm’da İşçi-İşveren İlişkileri, Ankara 1979, s. 64; Şeref b. Ali eş-Şerîf, el-İcâretü’l-vâride Ǿalâ Ǿameli’l-insân, Cidde 1980, s. 298 vd.; Hayreddin Karaman, İslâm’da İşçi-İşveren Münasebetleri, İstanbul 1981, s. 57; a.mlf., İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul 1996, I, 50-51, 463; a.mlf., “Cuma”, DİA, VIII, 85; Bilmen, Kamus2, V, 61; İbrahim Canan, İslam’da Zaman Tanzimi, İstanbul 1985, s. 107 vd.; Ali Bardakoğlu, “İslâm Hukukunda İşçi ve İşveren Münasebeti”, İslâm’da Emek ve İşçi-İşveren Münasebetleri, İstanbul 1986, s. 226 vd., 243 vd.; Ebü’l-Alâ Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an (trc. Muhammed Han Kayanî v.dğr.), İstanbul 1987, VIII, 277; a.mlf., Fetvalar (trc. Mahmud Osmanoğlu - A. Hamdi Chohan), İstanbul 1992, I, 401; Ahmet Akgündüz, “Eski ve Yeni Hukukumuzda İşçinin Çalışma Süresi, İstirahat, Tatil ve İbadet Hakkı”, Mukayeseli Hukuk ve Uygulama Açısından İşçi-İşveren Münasebetleri, İstanbul 1990, s. 111; Vecdi Akyüz, “Devlet ve İşçi-İşveren İlişkileri”, a.e., s. 199; Süleyman Akdemir, “Toplu Tenkitler-II”, a.e., s. 325-326; Tahsin Sınav, “İş Hukuku’nda İşçinin Çalışma Süresi ve Dinlenme Hakları Konulu Tebliğe Katkılar”, a.e., s. 360; Adem Esen, Sosyal Siyaset Açısından İslâm’da Ücret Kavramı, Ankara 1993, s. 88; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, İstanbul 1993, s. 179-180; Modern Islamic World (ed. John L. Esposito), Oxford 1995, II, 303; İhsan [Sungu], “Cuma ve Pazar Tatili”, Hayat, VI/145, İstanbul 1929, s. 1-2; Cemal Tukin, “Yakın Çağ Tarihimizde Hafta Tatili”, TD, I/2 (1950), s. 140; Sadık Kılıç, “Modern Toplum Bunalımında Zamana Bakış Açısının Payı ve Mircea Eliade”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 6, Erzurum 1986, s. 274; Ahmet Ünsür, “İslâm Çalışma Hayatında Tatil ve İstirahat Meselesi”, İlim ve Sanat, sy. 40, İstanbul 1996, s. 90.

Mustafa Yayla