HAKÎM

(الحكيم)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek, hükmetmek” anlamına gelen hükm masdarından sıfat olup “hüküm ve hikmet sahibi” demektir. Sözlük açısından hikmete verilebilecek çeşitli mânalara paralel olarak hakîmin anlamı da zenginleşmektedir (bk. HİKMET). Kelimenin kökünde bulunan temel mânadan hareketle hakîmi “kendisini gerçek dışı bilgilerden ve nefsanî arzulardan alıkoyan, düşünce istikametine ve davranış selâmetine sahip bulunan kimse” diye tanımlamak mümkündür (Ebü’l-Bekā, s. 380; İbnü’l-Cevzî, s. 260-261). Kelime Allah’a nisbet edilince “bütün sözleri ve fiilleri adalete, ilme ve teenniye (hilm) uygun olan” mânasını kazanır (Halîl b. Ahmed, III, 66-67). Âlimler, zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilen hikmette ilim ve amelde yani fiilde erginliğin doruk noktasında bulunmayı temel anlam olarak kabul etmişlerdir. Buna göre hakîmin bir mânası “bütün nesneleri ve olayları en üstün ilimle bilen”, diğeri de “bütün tabiat nesnelerini âhenkli, sağlam ve sanatkârane yaratıp sürdüren” şeklinde ifade edilebilir.

Hakîm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de doksan yedi yerde geçmektedir. Bunlardan beşi Kur’an’a nisbet edilmekte ve “lehinize veya aleyhinize hükmeden” yahut “hiçbir çelişkisi ve tutarsızlığı bulunmayan” mânasına gelmektedir. Bir âyette de Kur’an’ın indirildiği “mübarek bir gece”de tesbit edilen her işin (emr) sıfatı durumundadır. Doksan bir âyetteki hakîm ismiyle on yerde geçen hikmet kelimesi Allah’a izâfe edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥkm” md.). Kur’an’da Allah’ın ismi olarak yer alan hakîm kelimesi hiçbir âyette tek başına geçmemiş, birçok âyette “yenilmeyen yegâne galip” mânasındaki azîz ismiyle, yine birçok âyette “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm ve buna yakın mânalar içeren habîr ve vâsi‘ ile, ayrıca “izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce” anlamındaki alî, “övülmeye lâyık” demek olan hamîd ve “kullarını tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden” mânasındaki tevvâb ile birlikte kullanılmıştır. Doksan dokuz esmâ-i hüsnâ listesinde yer alan bu isimlerin hakîm ile beraber ve genellikle ondan önce kullanılırken terkip halinde daima âyetlerin son kelimelerini oluşturdukları görülmektedir. Azîz isminin, daha ziyade ulûhiyyetin yüceltilmesini gerektiren tenzîhî niteleme durumunda ve dilediğini icra eden fiilî vasıflandırmalarda, alîm ile ona yakın mânaları ifade eden isimlerin ise nesne ve olayların iç yüzüne vâkıf olmaya bağlı anlatım ve muhtevalarda tekrarlandığı, diğer yardımcı isimlerin de kategorilerine uygun kompozisyonlarda bulunduğu müşahede edilmektedir.

Hakîm doksan dokuz ismi ihtiva eden hadis rivayetinde yer almış (Tirmizî, “DaǾavât”, 82; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10), ayrıca hikmet kelimesi çeşitli hadislerde Allah’a izâfe edilmiştir (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “ĥkm” md.).

Kelâm âlimleriyle esmâ-i hüsnâ şârihleri, hakîmin “ilimde ve fiilde kemal” şeklinde ifade edilebilecek temel anlamından hareket etmiş, bazıları ilimdeki hikmete, bazıları da fiildeki hikmete ağırlık vermiştir. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, tefsirinin bir yerinde hakîm isminin yorumu için hikmeti esas almış ve bunu “bilerek hükmetmek ve her şeyi yerli yerine koymak” şeklinde tanımladıktan sonra hakîmi şöyle açıklamıştır: “Allah bilmeden, gafletle veya isabetsiz bir şekilde hükmetmez; O, insanlarda görülebilen bu vasıflardan münezzeh ve berîdir” (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, vr. 362b). Diğer bir âyetin tefsirinde ise hakîmin fiilî fonksiyonunu öne çıkararak şu mânayı vermiştir: “Hakîm hükmünde ve yönetiminde yanılmayandır; yahut peygamber göndermek dahil bütün fiillerinde uygun olanı yapan, hiçbir hatası olmayıp daima isabet edendir” (a.e., vr. 374a). İbn Fûrek’in belirttiğine göre Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî de benzer mânalara işaret etmiştir (Mücerredü’l-maķālât, s. 48). Mâtürîdî’den etkilendiği kabul edilen Mu‘tezilî âlim Kādî Abdülcebbâr ise hikmete “ilim ve itkān (ihkâm)” mânası vermekle birlikte hakîme “âlim-i fasîh” (edebî ve etkili ifadeye sahip bulunan âlim) anlamını vermiş ve bu yorumunu Kur’ân-ı Kerîm’deki bir âyete (Sâd 38/20) dayandırmıştır (el-Muġnî, V, 222). Ebû Süleyman el-Hattâbî hakîmin fiilî yönüne ağırlık vermiş ve bu ismin mânasını “nesneleri ölçülü yaratan, kendilerine has fonksiyonları kusursuz bir şekilde yerine getirmelerinin yöntemini kuran” şeklinde belirlemiştir. Ona göre karınca gibi çelimsiz yaratıklarla maymun, domuz ve ayı gibi çirkin hayvanların yaratılış, yetenek ve fonksiyonlarında bile fevkalâde bir uyum ve sanat vardır (Şeǿnü’d-duǾâǿ, s. 73-74). Gazzâlî hakîmi “varlıkların en yücesini en üstün ilimle bilen” şeklinde tanımlamış, “varlıkların en yücesi” ile zât-ı ilâhiyyeyi, “en üstün ilim” ile de ezelî, ebedî olan ve gerçek ilimlerle uyum halinde bulunan ilâhî ilmi kastettiğini söylemiştir. Buna göre hakîm “kendini bilen” demek olur. Gazzâlî hakîmin fiilî anlamına da işaret etmiştir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 130). Abdülkerîm el-Kuşeyrî ise diğerlerinden farklı olarak hakîmin ihtiva ettiği hikmetlerden birinin Allah’ın müminleri sevmesi, onların da Allah’ı sevmeleri olduğunu söyler ve bunun için âyetlerden örnekler verir. Allah’ın kulunu sevmesi ona lutufta bulunması veya onu övmesi demektir. Kulun Allah’ı sevmesi de emirlerine uyması, kalben tâzim ve hürmet göstermesidir. Şu da kabul edilmelidir ki samimi sevgi her türlü menfaatten uzak olur (et-Taĥbîr fi’t-teźkîr, s. 65-66).

Hakîm ismi “bilen” mânasına alındığı takdirde zâtî isim veya sıfatlar grubuna, “âhenkli, sağlam ve sanatkârane iş yapan” mânasına alındığında ise kevnî-fiilî grubuna girer. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, bu ismin ikinci mânada kabul edilerek fiilî sıfatlardan sayılmasının ciddi problemler doğurabileceğini söyler ve bu sebeple birinci mânanın isabetli olduğunu vurgular. Kevnî-fiilî grubunda mütalaa edildiği takdirde ilâhî fiilleri ezelî kabul etmeyen Mu‘tezile ve Eş‘ariyye’ye göre bu ismin ezelî olması imkânsızdır. Bu durumda ve ayrıca kelimenin dil kurallarına göre değerlendirilmesi karşısında hakîmin “alîm” mânasına alınarak zâtî isimlerden sayılması gerektiği kanaatinin ağırlık kazandığı görülür.

Hakîm ismiyle “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm, “her şeyin iç yüzünden haberdar olan” mânasındaki habîr, “ilmi ve merhameti her şeyi kuşatan” anlamındaki vâsi‘, “eşi ve örneği olmayan, sanatkârane yaratan” anlamındaki bedî‘ isimleri arasında anlam yakınlığı vardır (bk. ESMÂ-i HÜSNÂ).


BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥkm” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ĥkm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ĥkm” md.; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 380; Wensinck, el-MuǾcem, “ĥkm” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥkm” md.; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ǾAyn (nşr. Mehdî el-Mahzûmî - İbrâhim es-Sâmerrâî), Beyrut 1408/1988, III, 66-67; Zeccâc, Tefsîru esmâǿillâhi’l-ĥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 52; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 362b, 374a; a.mlf., Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Fethullah Huleyf), Beyrut 1970, s. 107; Ebû Süleyman el-Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984 → Dımaşk, ts. (Dârü’s-Sekāfeti’l-Arabiyye), s. 73-74; Halîmî, el-Minhâc, I, 191-192; İbn Fûrek, Mücerredü’l-maķālât, s. 48; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî (nşr. Mahmûd M. el-Hudayrî), Kahire, ts. (el-Müessesetü’l-Mısriyyetü’l-âmme), V, 219, 222; Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, vr. 92a-b; Beyhakī, ŞuǾabü’l-îmân (nşr. M. Saîd Besyûnî), Beyrut 1410/1990, I, 121; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 65-66; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 130, 173; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 97 b - 98 b; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 260-261; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 284-285; Suad Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 174-178; Musa Koçar, İmam Mâtüridi’de Esmâ-i Hüsnâ (yüksek lisans tezi, 1992), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 48.

Bekir Topaloğlu