HALEF

(الخلف)

Bir İslâm hukuku terimi.

Sözlükte “bir şeyin yerine geçen şey, bedel” ve selefin karşıtı olarak “sonraki nesil veya kişi” anlamlarına gelir. Arapça’da halef ve half kelimeleri bazı dilcilere göre aynı anlamı ifade etmektedir; ancak dil âlimlerinin bir kısmı iyi nesil veya kişiler için halef, kötü nesiller için de half kelimesinin kullanıldığını belirtmektedir. Bazılarına göre ise halef kelimesi genel olup hem iyi hem kötü nesil için, half sadece kötü nesil için kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de (el-A‘râf 7/169; Meryem 19/59) ve hadiste (Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 212) hayırsız nesil half kelimesiyle ifade edilmiştir. Diğer taraftan kaynaklarda halefin “bedel” (Buhârî, “Zekât”, 27; Müslim, “Zekât”, 57) ve “nesil” (Hatîb et-Tebrîzî, I, 82) anlamında yer aldığı görülmektedir.

Halef İslâm hukuk literatüründe asıl karşıtı olarak kullanılmaktadır. Teyemmüm abdest ve guslün, kazâ edânın, vekil müvekkilin halefidir. Kazâsı olmayan bayram ve cenaze namazlarının halefi yoktur. Cuma namazı ile öğle namazından hangisinin asıl, hangisinin halef olduğu tartışmalıdır. Halefi olan namazlarda


su bulunduğu takdirde mazeretsiz teyemmüm câiz değilken halefi olmayan namazlarda abdest alınması gecikmeye sebep olacak ve namazın edâ imkânını ortadan kaldıracaksa bu durum özel bir mazeret olarak değerlendirilir ve su bulunduğu halde teyemmüm câiz olur.

“Aslın îfâsı kabil olmadığı halde bedeli îfâ olunur” (Mecelle, md. 53) kaidesinde bedel “halef” anlamında kullanılmıştır (Ali Haydar, I, 121). Buna göre gasbedilen mal telef olduğu takdirde tazminat olarak onun halefi kabul edilen misli veya kıymeti ödenir. Vekâlet akdiyle iş gören kişi müvekkilin halefidir. Öte yandan vekil tarafından satın alınan bir malın müvekkilin mülkiyetine girmesi hususunda müvekkil onun halefidir. Kerhî ve Kādîhân’ın da aralarında bulunduğu bazı âlimlere göre satın alınan mal önce vekilin mülkiyetine girer, daha sonra müvekkilin mülkiyetine intikal eder. Ebû Tâhir ed-Debbâs, Şemsüleimme es-Serahsî ve Burhâneddin el-Mergīnânî gibi bazı âlimlere göre ise satın alınan mal halefiyet yoluyla doğrudan müvekkilin mülkiyetine geçer.

Son zamanlarda Batı hukuku ile yakın temas halinde olan İslâm hukukçularının bu hukuktaki şahsî, aynî ve küllî, cüz’î halefiyet terimlerini kullandıkları, bunları İslâm hukuku açısından değerlendirdikleri, Türk hukukunda da bu terimlerin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Şahsî halefiyet, hukukî bir münasebette bir kimsenin diğer bir şahsın yerine geçmesi, onun yerine kaim olmasıdır. Meselâ kefil olarak borç ödeyen bir kişi ödediği miktar nisbetinde alacaklının halefi olur. Aynî halefiyet ise mülk veya hukuk bütünlüğü teşkil eden mallardan birinin hukukî vasıflarını o malın yerine kaim olan diğer bir mala nisbet etmektir. Buna ikame prensibi de denir. Borçlunun mülkü olan bir gayri menkul trampa yoluyla mübâdele edilirse bu yeni mal, alacağın teminatı bakımından eski gayri menkulün yerine kaim olur.

Küllî halefiyet, mirasta olduğu gibi bir mâmelekin tamamının bir başkasına intikal etmesidir. Türk hukukunda miras bırakanın malları, alacak ve borçları bir bütün halinde mirasçıya intikal ederken İslâm miras hukuku sistematiğine göre ölünün cenaze giderleri, borçları ve kanunî sınır içindeki vasiyetleri çıkarıldıktan sonra kalan mal varlığı miras olarak değerlendirildiği için borçlar mirasçıya intikal etmez. Buna rağmen mirasçının ölünün borçlarını ödeyerek terekeye sahip olma hakkı vardır. Cüz’î halefiyet ise belirli bir malın başkasına intikal etmesidir. Miras hukukuna göre kendisine muayyen bir mal vasiyet edilen kişi cüz’î haleftir. Eğer muayyen bir mal değil de mirasın tamamından üçte bir, dörtte bir gibi bir hisse vasiyet edilmişse küllî halef olur. Küllî halefiyet miras ve vasiyet tarzında olurken cüz’î halefiyet vasiyet yanında akidle de olur.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehźîbü’l-luġa, VII, 393-400; Cevherî, eś-Śıĥâĥ, IV, 1354; Lisânü’l-ǾArab, “ħlf” md.; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 427-428; Tâcü’l-Ǿarûs, “ħlf” md.; Türk Hukuk Lügatı, Ankara 1991, s. 115; Buhârî, “Zekât”, 27; Müslim, “Zekât”, 57, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 212; Mergīnânî, el-Hidâye, İstanbul 1986, I, 27; III, 138; Nevevî, Şerĥu Müslim, VII, 95; XVI, 86; Hatîb et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-meśâbîĥ (nşr. M. Nâsırüddin el-Elbânî), Dımaşk 1380/1961, I, 82; Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1313, I, 42-43; Kādîzâde, Netâǿicü’l-efkâr (İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr [Bulak] içinde), VI, 17-18; Bâbertî, el-Ǿİnâye (a.e. içinde), I, 123; VI, 18; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, VII, 243; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (Bulak), I, 96; Ali el-Kārî, Mirķātü’l-mefâtîĥ, Kahire, ts. (Dâru İhyâi’t-türâs), I, 248; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), I, 229, 232; Mecelle, md. 53; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 121; Senhûrî, Meśâdirü’l-ĥaķ, I, 62; V, 7, 8, 12, 61-62, 120; Zerkā, el-Fıķhü’l-İslâmî, I, 249-251; a.mlf., Şerĥu’l-ķavâǾidi’l-fıķhiyye, Beyrut 1403/1983, s. 227; Hilmi Ergüney, Türk Hukukunda Lügat ve Istılahlar, İstanbul 1973, s. 135; Kenan Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1976, I, 727-728, 1065; M. Ebû Zehre, Aĥkâmü’t-terikât ve’l-mevârîŝ, Kahire, ts. (Dârü’l-Fikri’l-Arabî), s. 57; a.mlf., el-Milkiyye ve nažariyyetü’l-Ǿaķd, Kahire 1977, s. 110-111; Ergun Özsunay, Medenî Hukuka Giriş, İstanbul 1978, s. 287-288; Fahiman Tekil, Borçlar Hukuku, İstanbul 1981, s. 196-197; Karaman, İslâm Hukuku, II, 319-321; Zühaylî, el-Fıķhü’l-İslâmî, IV, 76-77; Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, Ankara 1986, s. 236; Zâhit İmre - Hasan Erman, Miras Hukuku, İstanbul 1989, s. 8-9; Halef el-Cübûrî, “el-Aśl ve’l-ħalef Ǿinde’l-uśûliyyîn”, Mecelletü’l-Baĥŝi’l-Ǿilmî ve’t-türâŝi’l-İslâmî, V, Mekke 1402/1982, s. 93-99; Ahmet Özel, “Asıl”, DİA, III, 473; Ali Bardakoğlu, “Bedel”, a.e., V, 300.

Rahmi Yaran