HALİL PAŞA, Arnavut

(ö. 1146/1733)

Osmanlı sadrazamı.

1065 (1655) yılı civarında İlbasan’da doğdu. Büyük kardeşi Sinan Ağa’nın bostancıbaşılığı zamanında Bostancı Ocağı’na girdi. Onun ölümünden sonra şâtır*lar kethüdâsı oldu. Arkasından Bağdat Valisi Kalaylıkoz Ahmed Paşa ile birlikte Bağdat’a gitti. Daha sonra İstanbul’a gelip tekrar Bostancı Ocağı’na girdi. Ardından odabaşı ve bir müddet sonra haseki ağa oldu. Maraş Beylerbeyi Rüşvanzâde Halil Paşa’nın Rakka taraflarındaki eşyasını teslim almakla görevlendirilmişken 1711 yılı sonlarında bostancıbaşılık görevine getirildi. Dört buçuk yıl kadar bu görevde bulunan Halil Ağa, Avusturyalılar’ın Venedikliler’le yapılan savaşı bahane edip mevcut barışı bozma niyetleri üzerine 11 Ocak 1716 tarihinde, yerine mütesellim göndermek şartıyla Erzurum beylerbeyiliğine getirildi ve hemen Niş Kalesi’nin onarımıyla görevlendirildi (Râşid, IV, 181); ardından da vezirlikle Belgrad muhafızlığına nakledildi.

Vezîriâzam (Şehid) Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu Venedik’le bir antlaşma yapan Avusturya’ya karşı sefere çıktı. Ancak Varadin Savaşı’nda vezîriâzamın şehid düşmesi üzerine yerine hemen yeni serdar tayini icap etti. Orduda vezir rütbesinde kimse bulunmadığından kimin serdar olacağı yolunda tartışma ve dedikodular çıktı. Sonunda, hezimet haberini bir süre önce İstanbul’a bildiren Belgrad muhafızı Halil Paşa ordu ileri gelenleri tarafından serdarlığa seçildi ve durum İstanbul’a bildirildi. Halil Paşa, III. Ahmed tarafından Mevkūfâtî İbrâhim Efendi’nin de (Damad İbrâhim Paşa) tavsiyesiyle 4 Ramazan 1128 (22 Ağustos 1716) tarihinde sadrazamlığa getirildi. Kendisine yardımcı olarak öteden beri devlet işlerinde tecrübesi olan Defterdar Sarı Mehmed Paşa verildi (Râşid, IV, 286-287, 317). Belgrad’da bulunan Halil Paşa, sınır boylarında önemli bir istihkâm durumundaki Tımışvar’ın düşmesinden sonra (Ekim 1716) askerin dağılmasını önlemek için Tımışvar’ın düştüğü haberini gizli tutup ordu ile birlikte Edirne’ye döndü. Uzun süre hazırlıklarla uğraştı ve 12 Haziran 1717’de sefere çıktı. Avusturyalılar’ın kuşatması altındaki Belgrad önlerinde yapılan savaşta devlet ileri gelenleri arasındaki ihtilâf yüzünden Osmanlı ordusu yenildi ve Niş tarafına çekildi. Hemen ardından da Belgrad Kalesi Avusturyalılar’a teslim oldu (18 Ağustos). Ordu ileri gelenleri yenilginin sorumluluğunu Halil Paşa’ya yüklediler. Bunun üzerine 26 Ağustos 1717’de sadrazamlıktan azledilen Halil Paşa Selânik muhafızlığına gönderildi. Katline emir çıktıysa da bundan haberdar olduğu için kaçtı ve birkaç yıl İstanbul’da bostancı


hasekilerinden Abdi’nin evinde gizlendi. Yakalandığı zaman bazı devlet adamlarının araya girmesiyle Midilli’ye sürgüne gönderildi (Haziran 1720). Ardından da Ağustos 1720’de vezirlikle Boğazhisarı muhafızlığına getirildi (Râşid, V, 274).

Halil Paşa, bir müddet saklandığı evin sahibi Abdi Haseki’den çekindiği için ileride kendisine devlet hizmeti nasip olursa onu kethüdâ yapacağına söz vermişti. Boğazhisarı muhafızı olunca Abdi Haseki’yi kendisine kethüdâ yaptı ve işleri onun eline bıraktı. Bu durum pek çok şikâyete yol açtı. Bunun üzerine Abdi Haseki ölümle cezalandırıldığı gibi Halil Paşa da onun bu hareketlerine göz yumduğu gerekçesiyle Kasım 1720’de vezirliği kaldırılıp Limni adasına sürüldü (Râşid, V, 274-275). Daha sonra yılda 3 yük akçe maaşla emekliye sevkedilerek Midilli’de mecburi ikamete tâbi tutuldu ve vezâreti iade edildi. Yedi yıl süren bu sürgün hayatının ardından 22 Kasım 1727 tarihinde Eğriboz Kalesi muhafızlığı şartıyla Karlıili sancağı beyliğine, 1728 Ocak ayında Kandiye (Girit) eyaleti beylerbeyiliğine getirildi (Çelebizâde Âsım Efendi, s. 545). Bu yılın ağustos ayı sonlarında Hanya sancak beyi oldu; 1733 Haziranında yeniden Kandiye beylerbeyiliğine tayin edildi (Subhî, vr. 54b) ve aynı yıl içinde öldü (Sicill-i Osmânî, II, 293).

Kaynaklarda yumuşak huylu, dindar ve dervişmeşrep bir kişi olarak nitelendirilen Halil Paşa’nın sadrazamlık yapacak güçte olmadığı belirtilir. Özellikle savaş esnasında orduyu sevk ve idareden âciz bulunduğu, yakınlarının tesiri altında kaldığı ifade edilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, giriş, s. XXVI, XXVII; Silâhdar, Nusretnâme, s. 341, 346, 351, 355, 363, 364, 365, 369, 371, 409-410; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, IV, 439, 694, 702, 704, 707, 717; Râşid, Târih, IV, 181, 269 vd., 282, 286-287, 295-296, 304, 306, 317, 354, 355, 359-361, 362-364, 372; V, 274-275; Dilâverzâde Ömer Efendi, Hadîkatü’l-vüzerâ Zeyli, Freiburg 19692, s. 24; Çelebizâde Âsım Efendi, Târîh-i Râşid Zeyli, İstanbul 1282, s. 524, 545, 581; Şehrîzâde Mehmed Saîd, Gül-i Zîbâ, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail, nr. 338/4, vr. 134b-136b; Subhî, Târih, vr. 54b; Hammer, HEO, XIII, 316 vd., 326-331, 384-387; Sicill-i Osmânî, II, 292-293; Danişmend, Kronoloji, IV, 10-11, 474; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, s. 125-126, 131-136, 139, 148; IV/2, s. 306-308, 599; J. H. Kramers - [A. H. de Groot], “Khalīl Pasha Ĥadjdjī Arnawud”, EI² (Fr.), IV, 1001-1002.

Abdülkadir Özcan