HANSÂ

(الخنساء)

Ümmü Amr Tümâdır bint Amr b. el-Hâris b. eş-Şerîd (ö. 24/645)

Araplar’ın en meşhur kadın şairi, sahâbî.

Milâdî 575 yılına doğru dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Birçok şair yetiştirmiş olan Benî Süleym kabilesine mensuptur. Hansâ, “çekik ve kalkık burunlu” demek olan ahnes kelimesinin müennesidir. Bu ilgiyle kelime, eski Araplar arasında kadın güzelliğinde benzetme unsuru olarak geçen “yaban sığırı” anlamında da kullanılır. Hansâ, İslâm’dan önce varlıklı ve nüfuzlu bir aile içinde yetişti ve muhadramûn* şairleri arasında yer aldı.

Benî Cüşem kabilesi reisi şair Düreyd b. Sımme güzelliği, zekâsı ve zarafetiyle dikkati çeken Hansâ’yı babasından istedi. Ancak Hansâ Düreyd’i yaşlı buldu ve onu beğenmedi; kendi kardeşi Muâviye’nin ısrarlarına rağmen bu evliliği kabul etmedi, ayrıca Düreyd’i ve kabilesini hafife alan şiirler söyledi. Daha önce de Bedr kabilesi reisinin evlilik teklifini reddettiğini ve gönlünün bir amcazadesinde olduğunu belirterek kendi kabilesiyle övündüğü meşhur “Râiyye”sini kaleme aldı. Câhiliye devri âdetine göre kabile bağına çok önem verdiği anlaşılan Hansâ, Benî Süleym kabilesinden Revâha b. Abdüluzzâ veya babası ile evlendi ve ondan Abdullah adında bir oğlu oldu. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan irtidad hareketlerinin önlenmesinde Abdullah’ın önemli katkısı olmuştur. Hansâ, Revâha’nın vefatı üzerine yine kendi kabilesinden Mirdâs b. Ebû Âmir ile evlendi ve bu evlilikten de Yezîd, Muâviye ve Amr adlarında üç oğlu ile Amra adında bir kızı oldu.

Hansâ’nın biri öz kardeşi Muâviye, diğeri baba bir kardeşi Sahr olmak üzere iki kardeşi vardı. Bunlardan cesaret ve cömertliğiyle tanınan, kendisinden büyük destek gördüğü Sahr’ı daha fazla sevdiği anlaşılmaktadır. Kabileler arasında yapılan savaşlarda birbirinin intikamını almaya çalışırken öldürülen kardeşlerinin ve özellikle Sahr’ın ölümüne çok üzülen Hansâ, mezarlarının başında onların mertlik ve cömertliklerini sayıp dökmüş, mersiyeler söylemiş ve bu mersiyeleriyle edebiyat tarihinde büyük şöhret kazanmıştır.

İslâm dini ortaya çıktığında çocukları ve kabile mensupları ile birlikte müslüman olan Hansâ, Resûl-i Ekrem ve daha sonra Hz. Ömer ile görüştü. Kaynaklarda belirtildiğine göre (İbn Hacer, IV, 287) Resûl-i Ekrem onun şiirlerini beğenir ve, “Haydi Hunâs!” diyerek kendisine şiir okumasını isterdi. Hz. Ömer de onun şiirlerini ve belâgatini beğendiğini ifade etmiştir. Hansâ, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Câhiliye âdetlerini bırakmış olmasına rağmen kardeşlerine ve Mudar kabilesinin büyüklerine ağıt yakmayı sürdürmüştür. Hz. Ömer kendisine, “Niçin ağlıyorsun, onlar şimdi cehennem odunu!” deyince, “İşte şimdi hüznüm bir kat daha arttı” cevabını vermiştir. Yine Hz. Âişe’nin ikazına rağmen kardeşi Sahr’ın anısına sadakatle bağlı kalmış, bir Câhiliye âdeti olarak çıplak vücuduna kıldan yelek (sıdâr) giymeye devam etmiştir.

Hz. Ömer zamanında 16 (637) yılında dört oğluyla beraber Kādisiye Savaşı’na katılan Hansâ oğullarına, ebedî hayatta


Allah’ın nimetlerine erişebilmek için savaşın en şiddetli anında ileri atılmalarını ve İslâm dini uğruna ölünceye kadar savaşmalarını tavsiye etmiş, bu savaşta dört oğlu da şehid olmuştur. Oğullarının ölüm haberini alınca, “Onların şehâdetiyle beni şereflendiren Allah’a hamdolsun. Yüce rabbim, beni de onlarla beraber rahmetinin gölgesinde birleştirsin!” diye dua etmiştir.

Hansâ Arap edebiyatında kadın şairlerin en önde geleni kabul edilir. Şiirlerinin çoğunu Câhiliye devrinde ve müslüman olmadan önce söylediği için bunlarda İslâm dininin etkisi görülmez. Erkeklerle beraber katıldığı savaşlarda gördüğü kahramanlık sahnelerini kadın duygusallığı ile ve sade bir dille anlatmış, özellikle mersiye türünde sembol haline gelmiştir. Kardeşlerinin ölümü üzerine duyduğu derin elem ve kederi anlatan şair, samimi hisleriyle bütün şairlik ustalığını ortaya koymuştur. Hansâ’nın şiirleri beyitler, kısa kasideler ve parçalar halinde olduğu için Câhiliye devrinin uzun kaside türünden ayrılır. Fakat bu husus, ayrıca konularının mersiye, methiye, harp sahneleri ve tabiat tasvirleriyle sınırlı olması onun şiirlerinin edebî değerine bir noksanlık getirmemiştir.

Hansâ’nın Ukâz panayırına katıldığı, kardeşi Sahr için söylediği kasideyi Nâbiga ez-Zübyânî’ye okuduğu ve kasidenin onun tarafından beğenildiği rivayet edilmekteyse de Nâbiga’nın Sahr’dan on yıl kadar önce öldüğü dikkate alınırsa bu rivayetin gerçek olmadığı anlaşılır. Ancak Hansâ, vaktiyle Nâbiga ez-Zübyânî’nin başkanlığını yaptığı heyet tarafından Ukâz’da düzenlenen şiir yarışmasına katılmıştır. Hatta bu yarışmaların birinde Hassân b. Sâbit’in bir beytinde sekiz hata bulması (İbn Kuteybe, I, 344) onun titiz bir şiir tenkitçisi olduğunu gösterir ki bu olayın Arap şiir tenkidi tarihinde müstesna bir yeri vardır.

Şiirlerin çoğunu Sahr için söylenen mersiyelerin oluşturduğu Hansâ’nın divanı günümüze kadar gelmiştir. İlk defa Luvîs Şeyho’nun neşrettiği divan (Beyrut 1305/1888), daha sonra yine onun tarafından şerhedilerek Enîsü’l-cülesâǿ fî şerĥi Dîvâni’l-Ħansâǿ adıyla yayımlanmıştır (Beyrut 1896). Divanın ayrıca Haseneyn Muhammed ez-Zeydânî (Kahire 1326/1908), Kerem el-Bustânî (Beyrut 1379/1960, 1383/1963) ve İbrâhim Avazayn (Kahire 1405/1985) tarafından yapılan neşirleri yanında ticarî maksatla yapılmış baskıları da vardır. Hansâ’nın divanını V. de Coppier Fransızca’ya (Beyrut 1889), G. Gabrielli de İtalyanca’ya (Florence 1899; Roma 1944) tercüme etmiştir. Eserin Ebü’l-Abbas Sa‘leb’e ait şerhini Fâyiz Muhammed yayımlamıştır (Beyrut 1414/1993).

Hansâ’nın hayatı, edebî şahsiyeti ve şiirleri üzerinde Fuâd el-Bustânî el-Ħansâǿ (Beyrut 1930), Muhammed Câbir Abdülâl el-Hînî el-Ħansâǿ şâǾiretü Benî Süleym (Kahire 1963), Âişe Abdurrahman el-Ħansâǿ (Kahire 1957), İsmâil el-Kādî el-Ħansâǿ fî mirǿâti Ǿaśrihâ (I-II, Bağdat 1962-1965), Fethî el-Kevâmile Fî Riĥâbi’l-Ħansâǿ (Dımaşk 1988) ve Abbas İbrâhim Şarĥ Dīwān al-Ħansāǿ (Bairut 1994) adıyla müstakil çalışmalar yapmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü’l-Ħansâǿ (nşr. İbrâhim Avazayn), Kahire 1405/1985, nâşirin girişi; Cumahî, Fuĥûlü’ş-şuǾarâǿ, I, 203, 210; İbn Kuteybe, eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, I, 343-347; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, XV, 76-111; İbn Hazm, Cemhere, s. 61; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), IV, 1827; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, XIV, 37-38; İbn Hacer, el-İśâbe, IV, 287-289; Abdülkādir el-Bağdâdî, Ħizânetü’l-edeb, I, 433-438; Mehmed Zihni, Meşâhîrü’n-nisâ, İstanbul 1294, I, 198-205; Butrus el-Bustânî, Üdebâǿü’l-ǾArab, Beyrut 1979, I, 225-236; G. Gabrielli, I tempi, la vita e il conzoniere della poetessa araba al-Ħansāǿ, Florence 1899; a.e., Roma 1944, s. 63-175; Serkîs, MuǾcem, I, 837-838; Fuâd el-Bustânî, el-Ħansâǿ, Beyrut 1930; Brockelmann, GAL, I, 34-35; Suppl., I, 70; Blachère, Târîħu’l-edeb, s. 321-323; C. Zeydân, Âdâb (Dayf), I, 146-147; Ronart, CEAC, s. 289; Hannâ el-Fâhûrî, Târîħu’l-edebi’l-ǾArabî, Beyrut 1960, s. 188-193; a.mlf., el-Mûcez fi’l-edebi’l-ǾArabî ve târîħih, Beyrut 1985, I, 288-293; M. Câbir el-Hînî, el-Ħansâǿ şâǾiretü Benî Süleym, Kahire 1963; Sezgin, GAS, II, 311, 314; Abdülvehhâb es-Sâbûnî, ŞuǾarâǿ ve devâvîn, Beyrut 1978, s. 71-72; Ömer Ferruh, Târîħu’l-edeb, I, 317-319; Yûsuf Es‘ad Dâğır, Meśâdirü’d-dirâsâti’l-edebiyye, Beyrut 1983, I, 103-104; Afîf Abdurrahman, MuǾcemü’ş-şuǾarâǿi’l-câhiliyyîn ve’l-muħađramîn, Riyad 1983, s. 112-113; Kehhâle, AǾlâmü’n-nisâǿ, I, 360-371; Reşîd Yûsuf Atâullah, Târîħu’l-âdâbi’l-ǾArabiyye (nşr. Ali Necîb Atvî) Beyrut 1985, I, 142-144; M. Abdülmün‘im Hafâcî, el-Ĥayâtü’l-edebiyye baǾde žuhûri’l-İslâm, Beyrut 1410/1990, s. 220-234; Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Târîħu’l-âdâbi’l-ǾArabî, [baskı yeri ve tarihi yok], s. 149-151; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, IX, 875-877; Meryem Makariyos, “el-Ħansâǿ”, el-Muķteŧaf, VI/1, Beyrut 1882, s. 47-48; IX/10 (1885), s. 622-629; Mehmed Âkif [Ersoy], “el-Hansâ”, SM, VII/157 (1327), s. 5-6; Felek Tarzî, “ŞâǾiretü’l-bükâǿi ve’l-esâ”, Mecelletü Dımaşķ, I/4, Dımaşk 1940, s. 23; Nûrî Hammûdî el-Kaysî, “el-Ħansâǿ”, Mecelletü Âdâbi’l-Müstanśıriyye, I, Musul 1966, s. 218-236; Studies in Islam, IV, New Delhi 1967, s. 186, 220; F. Krenkow, “Hansâ”, İA, V/1, s. 218-220; F. Gabrielli, “Khansāǿ”, EI² (İng.), IV, 1027.

Ali Şakir Ergin