HÂRİS b. K‘B (Benî Hâris b. Kâ‘b)

(بنو الحارث بن كعب)

Kahtânîler’e mensup bir Arap kabilesi.

Belhâris adıyla da anılan bu kabile Mezhic’in bir koludur. Kabileye adını veren Hâris b. Kâ‘b’ın soyu Amr b. Ule (İlle) b. Celd b. Mezhic yoluyla Kahtân’a ulaşır. Necran’da yaşayan kabile Evfâ, Ezd, Hemdân,


Becîle ve Has‘am kabileleriyle komşuydu. Câhiliye döneminde komşuları ve diğer kabilelerle yaptığı savaşların çoğundan galip çıkan Hârisoğulları’nın büyük bir bölümü müşrik olmakla beraber içlerinde Hıristiyanlığı benimseyenler de vardı. Müşriklerin bir kısmı Yegūs, bir kısmı da Zülhalesa putuna tapardı. Kabilenin hıristiyan olan Benî Abdülmedân b. Deyyân kolu, Necran’ın Kâbe’si (Deyrü Necrân) denilen büyük bir kilise inşa ettirmişti. Bazı tarihçilere göre bu kilise 300 parça deriden yapılmış bir çadırdı.

İslâmiyet’in Medine’de yerleşmesinden sonra hıristiyan Hârisoğulları 8 (629), 9 veya 10 yılında Hz. Peygamber’e bir heyet gönderdiler. Heyetin içinde hıristiyan din adamları da vardı. Resûl-i Ekrem heyet mensuplarına müslüman olmalarını teklif edince bunlar Hıristiyanlığı kabul ettiklerini, Îsâ’nın da ilâh olduğunu söyleyerek bu teklifi reddettiler. Hz. Peygamber Îsâ’nın Allah’ın kulu olduğunu söyledi. Heyet mensuplarının Resûlullah’a, “Eğer peygamber isen Îsâ hakkında bizi memnun edecek son sözünü söyle de dönüp yurdumuza gidelim” demesi üzerine ertesi gün Hz. Îsâ hakkında Âl-i İmrân sûresinin 1-70. âyetleri nâzil oldu. Hz. Peygamber onlara bu sûrenin, “Allah nezdinde Îsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı, sonra ‘ol’ dedi ve oluverdi. Gerçek rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma. Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere siz kendi çocuklarınızı, biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım; sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim” meâlindeki 59-61. âyetlerini okuyup kendilerini mübâheleye davet etti; Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i yanına alarak kendisinin buna hazır olduğunu bildirdi (bk. MÜBÂHELE). Necranlı hıristiyanlar, Hz. Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna kanaat getirip neticede Allah’ın lânetine uğramaktan korktukları için onunla mübâhele yapmayı doğru bulmadılar; ancak müslüman da olmadılar. Resûl-i Ekrem kendileriyle bir anlaşma yaptı. Cizye tahsili için güvenilir birinin gönderilmesini istemeleri üzerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı onlarla birlikte Necran’a gönderdi. İslâm devletinin hâkimiyetini kabul eden Necranlılar dinlerinde hür ve serbest olduklarını bilerek memleketlerine geri döndüler.

Resûl-i Ekrem, Hâlid b. Velîd’i 10 (631) yılında Hârisoğulları’nı İslâmiyet’e davet etmek üzere 400 kişilik bir kuvvetle Necran’a gönderdi. Hâlid’in davetiyle Benî Hâris müslüman oldu. Hâlid, Bilâl b. Hâris el-Müzenî ile gönderdiği bir mektupla durumu Hz. Peygamber’e bildirdi. Hz. Peygamber cevabî mektubunda Hâlid’den onları müjdelemesini ve aralarından seçecekleri bir heyetle beraber Medine’ye dönmesini istedi.

Hâlid b. Velîd, Kur’an öğretmek ve bazı dinî hükümleri tebliğ etmek üzere bir süre aralarında kaldıktan sonra bir heyetle birlikte Medine’ye döndü. Heyeti evinde on gün misafir edip ağırladı. Resûl-i Ekrem de heyete ikramda bulundu ve kendilerine 10’ar ukıyye gümüş hediye etti. 12,5 ukıyye verdiği Kays b. Husayn’ı Hârisoğulları’na emîr tayin ederek heyeti memleketlerine uğurladı (Şevval-Zilkade 10/Ocak-Şubat 632). İslâm dinini ve Kur’an’ı öğretmek, zekâtları toplamak üzere Amr b. Hazm el-Ensârî’yi onlarla birlikte yolladı. Kendisine fıkhî hükümler ihtiva eden bir de mektup verdi. Ayrıca kabileye mensup bazı kişi ve ailelere de dokuz mektup gönderdi. Böylece Necran’da büyük bir kabile İslâmiyet’i kabul etmiş oldu. Peygamberlik iddiasında bulunan Esved el-Ansî ile adamları daha sonra kabile mensuplarının bir kısmını yanlarına çekerek Amr b. Hazm’ı bölgeden uzaklaştırdılar. Ancak müslüman olanlar İslâm dinine sadık kaldılar, hıristiyanlar da Hz. Ebû Bekir’le anlaşmayı yenilediler. Hz. Ömer daha sonra Necranlı hıristiyanları Kûfe tarafına sürmüştür (20/641).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Esnâm, s. 45; İbn Hişâm, es-Sîre2, III, 239-242; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 339-340, 357-358; Taberî, Târîħ (de Goeje), I, 1724-1729; İbn Haldûn, el-Ǿİber, II, 255-256; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, Tahran 1965, IV, 756; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-meǾâd (nşr. Tâhâ Abdürraûf), Kahire 1970, III, 41-42; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), I, 380; L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1925, VII, 10-18, 97 vd.; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 667-677; Kehhâle, MuǾcemü ķabâǿili’l-ǾArab, Beyrut 1402/1982, I, 231-232; Mustafa Fayda, İslâmiyetin Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara 1982, s. 19-20, 23-51; a.mlf., Allah’ın Kılıcı Halid Bin Velid, İstanbul 1990, s. 221-226; Köksal, İslâm Tarihi (Medine), X, 22-33; J. Schleifer “Hâris”, İA, V/1, s. 239-240; a.mlf., “Ĥārith b. KaǾb”, EI² (İng.), III, 223; Irfan Shahīd, “Nadjrān”, a.e., VII, 872.

Mustafa Ağırman