HÂTİF

(هاتف)

Gaipten seslenen anlamında daha çok tasavvufta kullanılan bir terim.

Sözlükte “uzatarak bağırmak, çağırmak ve seslenmek” anlamına gelen heft (hütâf) masdarından türemiş olan hâtif “bağıran, çağıran ve seslenen” demektir (Lisânü’l-ǾArab, “htf” md.). İslâm’dan önce Araplar çölde dolaşırken bazan kaynağı belli olmayan bir ses işittiklerini söyler, göremedikleri bu sesin sahibine sâih, dâî, münâdî ve hâtif derlerdi. Bazan da bir cinnin, dostu olan bir kişiye görünüp ona gaipten haber verdiğini iddia eder, buna da reî (görünen, görüntü) adını verirlerdi. Bu tür görüntülere hitaben şiir söyledikleri, hatta bu görüntülerin de şiir söylediğine inandıkları olurdu (Câhiz, VI, 243). Gaipten gelen sesleri işitme peygamberlerin görevlerine yeni başladıkları sıralarda rastlanan bir durumdur. Resûl-i Ekrem’in vahye yeni mazhar olduğu sıralarda Hira mağarasında bu tür sesler işittiği rivayet edilir. Şair Ubeyd b. Ebras devesini kaybedince hâtiften gelen bir ses ona devesinin yerini tarif etmişti. Bu tür seslerin, sakınılması gereken bir hususu veya yapılması gereken bir işi haber verdiğine inanılırdı (Cevâd Ali, VI, 714-736).

Mes‘ûdî, gaipten ses işitme olayıyla ilgili olarak şöyle bir açıklama yapar: Issız sahralarda ve vadilerde yalnız dolaşan kimseyi bir düşünce kaplar; bu esnada içine bir korku düşer; özellikle korktuğu zaman kendini zan ve vehimlere, asılsız hayallere kaptırır. Bunlar bazan, o kişinin zihninde gaipten gelen bir ses veya görünen bir şahıs şeklinde canlanır; olmayan şeyleri varmış gibi algılamasına sebep olur (Mürûcü’ź-źeheb, II, 160-164; ayrıca bk. Câhiz, VI, 243).

Hadislerde “hetf” ve “hütâf” kelimeleri gaipten gelen ses anlamında geçmemekle birlikte “çağırmak, davet etmek” mânasında kullanılmıştır (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “htf” md.). Sahâbîler arasında bu tür sesleri işittiğini söyleyenlerin bulunduğuna dair güvenilir bilgi yoktur. II. (VIII.) yüzyıldan itibaren bazı zâhid, münzevî ve sûfîlerin hâtiften ses işitme (hâtif-i gayb, hâtif-i gaybî) olaylarına sıkça rastlanır. Meşhur olan bir menkıbeye göre İbrâhim b. Edhem avlanmaya çıktığı zaman hâtiften gelen bir ses ona, “Sen bunun için mi yaratıldın, sana bu mu emredildi?” deyince irkilmiş, ancak yine avlanmaya devam etmiş; aynı sesi üç defa duyduktan başka eğerin kaşından da bu nida gelince atından inip çöllere düşmüştür. Yine İbrâhim b. Edhem, bu sırada yanında bir adamın (Hızır) belirdiğini görmüştür (Sülemî, s. 30). Kelâbâzî eserinde hâtif konusuna bir bölüm ayırmış, Ebû Saîd el-Harrâz ve Ebû Hamza el-Horasânî gibi sûfîlerin hâtiften gelen sesleri nasıl duyduklarını anlatmıştır (Taarruf, s. 210). Hargûşî, Tehźîbü’l-esrâr’da hâtif meselesini daha geniş bir şekilde ele alarak bunun olabilirliğini hem kabul edenler hem de reddedenler bulunduğunu belirttikten sonra kendisinin de hâtiften bir ses işittiğini söylemiştir. Hâtiften gelen sesin hak olduğunu kabul edenlere göre insanı Hakk’a davet eden kişilerden bazılarının gizli kalması câizdir; Allah kulunu uyarmaya bir hâtifi sebep kılabilir. Bazan bu tür seslerden bahsedilirken, “Ruhumun derinliklerinden hâtif bana seslendi”; “Kalbime nida veya ihtar olundu” gibi ifadeler de kullanılır. Bu ifadeler, bu tür seslerin dış âlemden değil ruhun derinliklerinden kopup geldiğini, can kulağıyla işitildiğini ve işiteni ciddi bir şekilde etkilediğini gösterir. Her halde bu sesler, maddî değil mânevî bir nitelikte olup mutasavvıfların daha çok, “Hak’tan gelen hâtır” veya “melekten gelen hâtır” dedikleri hâtır türündendir.

Tasavvufî hayatın geliştiği dönemlerde hâtiften gelen sesler üzerinde çok durulmuş, özellikle şair sûfîler hâtifi ilhamlarının kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Molla Abdullah ve Seyyid Ahmed İsfahânî gibi İranlı şairler bu sebeple Hâtif veya Hâtifî mahlasını almışlardır. Hâtif ve Hâtifî mahlaslarını kullanan birçok Türk şairi de vardır (TDEA, IV, 160-161).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “htf” md.; Lisânü’l-ǾArab, “htf” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “htf” md.; Câhiz, Kitâbü’l-Ĥayevân, VI, 243; Ebû Bekir el-Kelâbâzî, Taarruf: Doğuş Devrinde Tasavvuf (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1979, s. 210; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), II, 160-164; Hargûşî, Tehźîbü’l-esrâr [haz. İrfan Gündüz, doçentlik çalışması, 1990], İSAM Ktp., nr. 16.971, s. 377-383; Sülemî, Ŧabaķāt, s. 30; Baklî, Şerĥ-i Şaŧĥiyyât, s. 634; Ca‘fer Seccâdî, Ferheng, Tahran 1350 hş., s. 795; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 714-736; Dihhudâ, Luġatnâme, XXVIII, 29-30; D. B. Macdonald, “Hâtif”, İA, V/1, s. 369-370; T. Fahd, “Hātif”, EI² (İng.), III, 273; “Hâtifî”, TDEA, IV, 160-161.

Süleyman Uludağ