HAYZÜRÂN

(الخيزران)

el-Hayzürân bint Atâ el-Cüreşiyye (ö. 173/789)

Abbâsî halifelerinden Mehdî-Billâh’ın hanımı, Mûsâ el-Hâdî ile Hârûnürreşîd’in annesi.

Mehdî-Billâh’ın Yemen asıllı câriyesidir. İsminin “Hint kamışı, bambu” anlamına geldiği ve nâdiren Beşşâr b. Bürd ile Ebü’l-Muâfâ gibi bazı şairler tarafından Arap güzelinin boyunu ifade için kullanıldığı bilinmektedir. Babası Atâ, Halife Mansûr’un mevlâsı veya Nerşahî’nin Târîħu Buħârâ’sında yer alan bilgiye göre (s. 59) Taberistan’da esir edilerek Mehdî’ye getirilen Yemen melikiydi; aynı eserin Farsça metninde ise bu hususa temas edilmemiştir. Güzelliği yanında kültürü ve edebî yetenekleriyle kısa sürede halifenin gözdesi haline gelen Hayzürân daha sonra Mûsâ el-Hâdî, Hârûnürreşîd ve Abbâse’yi dünyaya getirerek ümmüveledi oldu. İbn Kuteybe ona Abbâse’yi değil, Mehdî’nin küçük yaşta ölen Bânûka adında başka bir kızını nisbet etmektedir (el-MaǾârif, s. 166). Bermekîler’den Fazl b. Yahyâ, Hârûnürreşîd’den yedi gün önce dünyaya gelmiş ve Fazl’ın annesi Hârûn’u, Hayzürân da Fazl’ı emzirdiği için iki çocuk sütkardeşi olmuşlardı (Cehşiyârî, s. 136). Hayzürân, Halife Mehdî tarafından 159 (775-76) yılında âzat edilerek nikâh altına alındı.

Hükmedici ve nüfuzlu bir kadın olan Hayzürân, Mehdî’nin müsamahakâr ve yumuşak huylu karakterinden de faydalanarak onu ve bütün sarayı etkisi altına almıştı. Devlet işlerine açıkça müdahale ediyor, istediği gibi emirler verip istemediği şeyleri yasaklıyor veya verilen hükümleri bozuyordu. Yemen’de Cüreşli bir kişinin elinde hizmetçi bulunan kardeşi Gıtrîf’i yanına getirtip arkasından Yemen’e vali tayin ettirmesi, oğulları Mûsâ ve Hârûn’un Mehdî tarafından başka hanımından çocukları bulunmasına rağmen veliaht gösterilmesi onun halifenin nezdindeki itibarını açıkça ortaya koymaktadır. Mehdî öldükten sonra yerine Mûsâ el-Hâdî geçince Hayzürân oğluna daha kolay hükmedilebileceğini sanıyordu. Ancak sert huylu, hataları affetmeyen ve en belirgin vasfı kıskançlık olan Mûsâ babasından çok farklı idi. İbnü’l-Esîr’in naklettiğine göre Mehdî vefat ettiği sırada Mûsâ Cürcan’da âsilerle savaş halinde bulunuyordu. Bağdat ordusu başkaldırmış, Hayzürân yeni halife gelinceye kadar alınacak tedbirleri görüşmek üzere Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî ile Rebî‘ b. Yûnus’u çağırmıştı. Rebî‘ daveti kabul edip Hayzürân’ın yanına gitmiş, Yahyâ ise Mûsâ’nın kıskançlığını bildiği için gitmemişti. Nitekim Mûsâ durumu öğrenince mektupla Rebî‘e tehditler savurmuş, Yahyâ’ya ise teşekkür etmişti (el-Kâmil, VI, 88).

Mûsâ el-Hâdî, halifeliğinin ilk dört ayında annesine pek müdahale etmedi. Hayzürân, bu süre içerisinde Mûsâ yokmuş gibi devlet işlerini tek başına yürütmeye çalışıyor, konuyu sadece tasdik için ona götürüyordu. Mûsâ bir müddet sonra annesine isteklerini geciktirmek suretiyle karşı koymaya başladı. Bu arada onun siyasetle ilgili olmayan taleplerini yerine getirerek rızâsını almaya çalışırken kendisinden ibadete ve özel işlerine daha çok vakit ayırmasını rica etti. Fakat Hayzürân’ın daha da ileri giderek istek sahiplerine işlerinin yapılacağına dair garanti vermesi, normal işlerde aracılık yapması yanında önemli işlerle ilgili kesin görüş bildirmesi, sadece kardeşi Gıtrîf gibi yakınları için değil diğer kumandan ve idarecilere de aracılık yapması Hâdî’nin sabrını taşırdı ve onun bu tür faaliyetlerini yasakladı. Çevresindeki ilginin azalması üzerine kendisini büyük bir boşluk içerisinde hisseden Hayzürân oğluna karşı kin beslemeye başladı. Hayzürân, ümidini diğer oğlu Hârûnürreşîd’e bağlıyor, kaybettiği nüfuzunu onun halife olmasıyla yeniden elde edeceğine inanıyordu. Ancak Mûsâ, kardeşi Hârûn’u veliahtlıktan azledip yerine küçük yaştaki oğlu Ca‘fer’i tayin etmekte ısrarlı görünüyordu. Hatta annesini zehirletmeye bile teşebbüs etmişti. Giderek artan karşılıklı düşmanlık neticesinde daha çok kabul gören rivayetlere göre Hayzürân, oğlu Mûsâ el-Hâdî’yi hasta olduğu bir sırada câriyelerine zehirletmiş veya boğdurtmuştur (170/786). Hâdî’nin Hârûn’u öldürmeyi planladığı gece öldürülmesi, Hayzürân’ın oğlunun ölüm haberini duyduktan sonraki sözleri ve câriyeleri vasıtasıyla halkın tepkisini öğrenmeye çalışması da onun bu işte rolünün bulunduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Mûsâ el-Hâdî’nin ölümünün hemen ardından hapiste bulunan Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî Hayzürân’ın emriyle serbest bırakıldı ve Hârûn tarafından kendi mührü de teslim edilerek geniş yetkilerle vezirliğe getirildi. Ancak işleri asıl yöneten daima Hayzürân oldu; zira Yahyâ da halife de onun görüşüne göre hareket ediyorlardı. Hârûnürreşîd zamanında Hayzürân’ın mevkii en yüksek derecesine ulaşmış, hatta kocası Mehdî dönemindeki itibarının da üstüne çıkmıştır.

Hayzürân 26 Cemâziyelâhir 173 (20 Kasım 789) tarihinde Bağdat’ta öldü, cenaze namazını Hârûnürreşîd kıldırdı. Cenazesinin defnedildiği Kureyş Kabristanı günümüze kadar onun adına izâfetle Makberetülhayzürân adıyla anılmış, türbesi de bugüne ulaşmıştır. Hâdî zamanındaki sıkıntılı günleri dışında rahat bir hayat süren Hayzürân, hayır severliğiyle tanınırdı. Yoksulları giydirmiş, yetimleri evlendirmiş ve 172 (789) yılında hacca gittiğinde


birçok kişiye bol miktarda hediye dağıttırmıştı. Ayrıca Mekke’de Hz. Peygamber’in doğduğu evi tamir ettirerek mescide çevirmiş (İbnü’l-Esîr, I, 458; İbn Kesîr, II, 261), bu arada kocası Mehdî’nin kendisine bağışladığı Safâ tepesi yakınındaki Dârülerkam’ı da yeniletmişti (İbn Kesîr, VIII, 71); bu iki bina bir müddet onun adıyla anılmıştır. İmam Evzâî’den fıkıh okuyan Hayzürân’ın İbn Abbas’tan nakledilen bir de hadis rivayeti vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Sâvî), s. 166; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VIII, 205-207, 238; Cehşiyârî, el-Vüzerâǿ ve’l-küttâb, s. 136; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), III, 337-338, 348; Nerşahî, Târîħu Buħârâ (trc. Emîn Abdülmecîd Bedevî - Nasrullah Mübeşşir et-Tırâzî), Kahire 1385/1965, s. 59; a.e. (trc. Ebû Hasr el-Kabâvî), Tahran 1363, s. 50; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, X, 255, 262-263; XIV, 171; Hatîb, Târîħu Baġdâd, XIV, 430-432; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 458; VI, 40, 88, 99-100, 106, 119; İbnü’t-Tıktakā, el-Faħrî, s. 191-192; Zehebî, Târîħu’l-İslâm: sene 171-180, s. 109-110; İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 261; VIII, 71; X, 158-159, 162-164; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, II, 72-73; Süyûtî, el-Müstažraf (nşr. Ahmed Abdülfettâh Temmâm), Kahire, ts. (Mektebetü’t-Türâsi’l-İslâmî), s. 21; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, I, 280; Mehmed Zihni, Meşâhîrü’n-nisâ, İstanbul 1294, I, 207-208; Ali İbrâhim Hasan, Nisâǿ lehünne fi’t-târîħi’l-İslâmî naśîb, Kahire 1981, s. 70-72; Ziriklî, el-AǾlâm (Fethullah), II, 328; Kehhâle, AǾlâmü’n-nisâǿ, I, 395-401; Abdülemîr Ali Mühennâ, Aħbârü’n-nisâǿ fî Kitâbi’l-Eġānî, Beyrut 1409/1988, s. 112-115; Vefâ Muhammed Ali, Nüfûzü’n-nisâǿ fi’d-devleti’l-İslâmiyye fi’l-ǾIrâķ ve Mıśr, Kahire 1406/1986, s. 11-24; Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, II, 338-341, 344; III, 270; N. Abbott, Two Queens of Baghdad, London 1986, s. 137-264; Hudarî, Muĥâđarât: ǾAbbâsiyye, s. 96, 99-100, 101, 111; “al-Khayzurān bint ǾAtāǿ al-Djurashiyya”, EI² (İng.), IV, 1164.

Kasım Kırbıyık