HİMMET

(الهمّة)

Velîlerde var olduğu kabul edilen olağan üstü irade gücü.

Sözlükte “meyil, arzu, istek, azim” mânasına gelen himmet kelimesi (çoğulu himem), “Kendini veya başkasını kemale erdirmek için kalbin bütün ruhanî güçleriyle Cenâb-ı Hakk’a yönelmesidir” şeklinde tarif edilmiştir (et-TaǾrîfât, “himmet” md.).

İlk sûfîler himmetin önemine dikkat çeker ve buna değer verilmesini isterlerdi. Ebû Bekir et-Tamestânî her şeyin esasının himmet olduğunu söylerdi (Herevî, Ŧabaķāt, s. 515; Sülemî, s. 388). Huldî, velâyet makamına ulaşmanın mücâhede ile değil himmetle mümkün olduğu kanaatindedir (Attâr, s. 755). Himmeti irade ve niyet olarak anlayan Hakîm et-Tirmizî’ye göre himmeti din olanın bütün işleri ibadet, himmeti dünya olanın her ameli dünya olur. Ebû Bekir eş-Şiblî’ye göre himmet iradenin güçlü bir şeklidir.


Ebû Ali ed-Dekkāk’a göre irade kulun ibadet etmesini, himmet ise müşahede mertebesine ulaşmasını sağlar (a.g.e., s. 663, 665). Hakkın kuluna himmeti ölçüsünde ihsanda bulunduğuna, sülûk ehlinin himmetleri ölçüsünde yüce derecelere ulaştıklarına inanan sûfîler etrafındakilere daima büyük himmete sahip olmalarını, yani gözlerini yükseklere çevirmelerini, alelâde şeylere tenezzül etmemelerini öğütlemişlerdir. Herevî himmeti, gönlü fâni dünyanın verdiği sıkıntıdan korumak ve bâki olan âhireti arzulamaya yöneltmek; amel etmek, ancak amelle avunmayıp daha üstün şeyler istemek; amellerin neticesi olan değerli hallerle yetinmeyip daha yükseklere göz dikmek şeklinde üçe ayırmıştır (Menâzil, s. 22). Himmet üzerinde değişik yorumlar yapan sûfî müellifler genellikle Herevî’nin bu tasnifine bağlı kalmışlardır.

Tasavvufta himmet genel olarak velînin teveccühü, tasarrufu ve olağan üstü işleri başarma gücü şeklinde anlaşılmıştır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre himmetin üç şekli vardır. Kalbin temenni ettiği şeye bütünüyle yönelmesi uyanış tarzındaki himmettir. Bu bir şeyi gönülden dileme, yürekten arzulama anlamına gelir. Müridin bir şeyi bütün samimiyetiyle dilemesi “irade himmeti” veya “cem‘ himmeti” adını alır. Bu anlamdaki himmetin etkisi altına alamayacağı hiçbir şey yoktur. Bu türlü himmete sahip olan bazı müridler şeyhlerini bile etkiler. İbnü’l-Arabî, insanın bütün iradesini belli bir nokta üzerinde yoğunlaştırması demek olan böyle bir himmetle Afrika’da Gurâbiyye adı verilen bir zümrenin diledikleri kişileri öldürdüklerini ileri sürer. Ona göre nefis cem‘iyyet halinde olduğu zaman maddeye tesir eder. İbnü’l-Arabî, saf bir ilhamla arzuların bir noktada toplanmasına “hakikat himmeti” adını verir. Yegâne istekleri Hak olan büyük şeyhlerin himmeti böyledir (el-Fütûĥât, II, 693-694). Velîler, himmet denilen mânevî ve sırrî bir güçle misal âlemindeki mümkün varlıkları gerçek varlıklar haline getirebilirler; çünkü himmet kâmil insandaki ilâhî kudrettir (Fuśûś, s. 140, 202). Bu kudretle meydana gelen bu tür varlıklara “mahlûk-ı ârif” denir. İbnü’l-Arabî, ârifin mârifeti yükseldikçe himmetle tasarrufunun eksildiğini söyler. Çünkü vücûd-ı mutlakın ahadiyyetini müşahede eden ârif onun vücudundan başka bir şey göremez. Ârifin bu müşahedesi onun Hak’tan gayriye teveccüh etmesine engel olur.

Abdülkerîm el-Cîlî’ye göre yeryüzündeki en değerli şey himmet olduğundan Hakk’a ancak onunla varılır. Himmet müridlerin mi‘racı, ârifleri Hakk’a götüren buraktır. Bununla beraber sadece Hak’la ilgili olan himmet ne kadar yüce olursa olsun bir yerde perde sayılır (el-İnsânü’l-kâmil, II, 28-30).

Nesneleri, kişileri, ruhları etkileyen ve yönlendiren, ilâhî rahmet ve yardımın gelmesine vesile olan himmet şeyh-mürid ilişkisi bakımından büyük önem taşır. Hacı Bektâş-ı Velî’nin Yûnus Emre’ye buğday yerine himmet vermeyi teklif etmesini, bunu kabul etmeyen Yûnus’un sonradan pişman olmasını anlatan menkıbe himmetin tarikatlarda ne kadar önemli olduğunu gösterir (Köprülü, s. 260). Halvete giren mürid bu mânevî yolculuğunda karşılaştığı zorlukları aşmak ve her belâyı defetmek için şeyhinin himmetini ister. Çünkü himmet onun kılavuzu ve en etkili silâhıdır (Necmeddîn-i Dâye, s. 285).

“Dert, üzüntü, kaygı, tasa” anlamına gelen hemm kelimesi de (çoğulu hümûm) himmet anlamında kullanılmıştır. Serrâc hemmi “soyut sır” olarak tarif eder. Bu ise her çeşit meşguliyetten uzaklaşan sâlikin Hakk’a teveccühü olup hiçbir düşünce ve hayal bu teveccühe engel olamaz (el-LümaǾ, s. 425). Cüneyd-i Bağdâdî, “Hem ile bir an Allah’a yönelmen senin için her şeyden hayırlıdır” demiştir. Tasavvufta büyük önem taşıyan bir hadiste, “Kaygılarını (hümûm) tek bir kaygı ve âhiret tasası haline getiren kişiyi Allah dünya kaygılarından kurtarır” denilmiştir (İbn Mâce, “Muķaddime”, 23, “Zühd”, 12). Sâlikin bir tek tasası ve yönelişi olması esastır. Ebû Ali ed-Dekkāk, sâlikin zâhirini ibadetle meşgul eden şeye hem, bâtınını murakabe eden şeye de himmet adını verir. İbn Kayyim’e göre iradenin başlangıcı hem, sonu himmettir (Medâricü’s-sâlikîn, III, 3), yani himmet iradenin en güçlü ve mükemmel şeklidir.

Kişinin bayağı şeylere tenezzül etmemesine, gözünün en iyide ve en yüksekte olmasına “yüce himmet” (ulüvv-i himmet, himmet-i bülend) denir. Ulüvv-i himmet ilerlemeyi ve yükselmeyi sağlar, insana iyi nitelikler kazandırır, onu zilletten kurtarır. Mutasavvıflara göre insan keremi bol Allah’tan mânevî ve yüce değerler isterken aza kanaat etmemelidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Cevherî, eś-Śıĥâĥ, “hmm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “hmm” md.; Kâşânî, Iśŧılâĥâtü’ś-śûfiyye, “himmet” md.; et-TaǾrîfât, “himmet” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1538; İbn Mâce, “Muķaddime”, 23, “Zühd”, 12; Serrâc, el-LümaǾ, s. 425; Sülemî, Ŧabaķāt, s. 388, 466; Herevî, Ŧabaķāt, s. 515; a.mlf., Menâzil, s. 22; Attâr, Teźkiretü’l-evliyâǿ, s. 663, 665, 755; Baklî, Şerĥ-i Şaŧĥiyyât, s. 332; a.mlf., Meşrebü’l-ervâĥ, s. 140; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥât, II, 693-694; a.mlf., Fuśûś (Afîfî), s. 140, 202; Necmeddîn-i Dâye, Mirśâdü’l-Ǿibâd (nşr. M. Emîn Riyâhî), Tahran 1366, s. 285; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, III, 3-6; Abdülkerîm el-Cîlî, el-İnsânü’l-kâmil, İstanbul 1310, II, 28-30; Ankaravî, Minhâcü’l-fukarâ, Bulak 1256/1840, s. 121-122; Köprülü, İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919), Ankara 1976, s. 260; M. Asin Placios, İbn ǾArabî: ĥayâtühû ve meźhebüh (trc. Abdurrahman Bedevî), Kahire 1965, s. 196; H. Corbin, Creative Imagination in the Śūfism of Ibn ǾArabī, Princeton 1969, s. 222 vd.; Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, s. 161; Ahmed Avni Konuk, Fusûsü’l-hikem Tercüme ve Şerhi (haz. Mustafa Tahralı - Selçuk Eraydın), İstanbul 1989-90, II, 122; III, 58, 59.

Mehmet Demirci