HÜCCET

(الحجّة)

Bir hükmün doğruluğunu kanıtlamak ve muarıza karşı galip gelmek amacıyla ileri sürülen delil.

Sözlükte “kastetmek, yönelmek, ziyaret etmek, üstün gelmek” anlamına gelen hacc kökünden türemiş bir isim olup “isabetli yönelişi kanıtlayan delil” demektir. Hüccet Kur’an’da yedi yerde isim olarak, on dört yerde de fiil kalıbında tekrarlanır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥcc” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de hüccet, “insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı getirecekleri bir delil bulunmasın diye” (en-Nisâ 4/165) örneğinde görüldüğü üzere bazan ihticâc yani “delil getirme” anlamını (İbnü’l-Cevzî, II, 256; III, 78), “Aramızda tartışmaya gerek yoktur” (eş-Şûrâ 42/15) örneğinde olduğu gibi “muarızın delilini reddedip ona üstün gelmek için tartışmaya girişmek” anlamındaki muhâcce mânasını ifade eder (Şevkânî, IV, 531). İlgili âyetlerden anlaşıldığına göre “hüccet-i bâliğa” (hedefe ulaşan asıl delil) Allah’a mahsus olup buna karşı getirilen hüccetler boştur ve O’nun hakkında tartışmaya girişilmemelidir. Yine bu âyetlerde Allah tarafından gönderilen peygamberler Allah’ın insanlara karşı hücceti olarak kabul edilmiş, inkârcıların öne sürdükleri itirazlar hüccet diye adlandırılmakla birlikte iddialarını kanıtlayıcı nitelikte sayılmamış, hakkında hiçbir bilginin bulunmadığı konularda istidlâlde bulunmak isabetli görülmemiş, kesin bilgiye dayanmayan hüccetlere değer atfedilmediği gibi kesin hüccetleri kabul etmeyenlerle tartışmayı sürdürmek tavsiye edilmemiş ve Allah’a teslimiyet gösterilerek tartışmanın sona erdirilmesi istenmiştir. Ayrıca hidayet üzere bulunanlara karşı tartışma yapılmasının uygun olmadığı açıklanmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥcc” md.). Hüccetle ilgili âyetleri inceleyen âlimler Kur’an’ın bütün iddialarını kesin hüccetlere dayandırdığına, fikrî mücadelelerin hüccetlerle yapılmasını emrettiğine, bundan dolayı onun baştan sona hüccetler, beyyineler ve burhanlarla dolu olduğuna dikkat çekmişlerdir (İbn Kayyim el-Cevziyye, I, 145; II, 58).

Hadislerde “hüccet, hacîc, muhâcce” ve “ihticâc” tabirleri geçmektedir. İlgili rivayetlerde belirtildiğine göre Hz. Peygamber Mûsâ ile Âdem’in kader konusunda tartıştığını ve Âdem’in Mûsâ’yı mağlûp ettiğini açıklamış (Buhârî, “Enbiyâǿ”, 31, “Tevĥîd”, 37; Müslim, “Ķader”, 13-15), amcası Ebû Tâlib’e kelime-i tevhîdi söylemeyi telkin edip Allah nezdinde bununla ihticâcda bulunabileceğini bildirmiş (Müsned, V, 433), itaatten ayrılan kimsenin kıyamet gününde hüccet sahibi olamayacağını söylemiş (a.g.e., II, 70), ayrıca Kur’an’ın insanın lehinde veya aleyhinde bir hüccet olduğunu (Müslim, “Ŧahâret”, 1), cennetle cehennem arasında bir tartışmanın (muhâcce) vuku bulacağını (Müsned, II, 314) haber vermiştir.

Hüccet, İslâmî literatürde ve özellikle kelâm kaynaklarında delil ile aynı anlamda kullanılmış, hak veya bâtıl, kat‘î veya zannî, burhanî-cedelî yahut hatâbî olsun, şiire, mugalataya veya safsataya dayansın bütün delillere ve kıyas şekillerine hüccet adı verilmiştir. Bununla birlikte hüccetin tanımı ve muhtevası hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bâkıllânî, hücceti delille özdeşleştirerek onu “kendisiyle istidlâlde bulunulan vasıta bilgi” olarak kabul eder (Temhîd, s. 34). Gazzâlî de Bâkıllânî’ye yakın bir görüşü benimseyerek hücceti “kanıtlanmaya ihtiyaç gösteren konulara ilişkin tasdikî bilgiler” diye tanımlar (MiǾyârü’l-Ǿilm, s. 98). Râgıb el-İsfahânî, hüccete, “çelişik iki görüşten birinin doğruluğunu gerektiren delil” anlamı vererek onu kesin delil statüsünde bir terim olarak kabul eder (el-Müfredât, “ĥcc” md.). Fahreddin er-Râzî ise hüccetin doğru ve yanlış olarak ikiye ayrıldığını belirtip bütün delilleri kapsadığına işaret etmekle birlikte onun daha çok muarıza galip gelmek amacını taşıyan bir delil olduğunu söyler ve sözlükte bu mânanın bulunduğuna dikkat çeker (Mefâtîĥu’l-ġayb, IV, 140). İbn Kayyim de benzer bir yaklaşımla hüccetin “hak veya bâtıl herhangi bir görüşü kanıtlamak için getirilen delil” anlamına geldiğini ifade eder. Hüccetin bazan sadece muarıza karşı muhalefeti ifade eden bir tabir olduğunu belirten İbn Kayyim, onda mutlak anlamda muarıza galip gelmeyi amaçlayan cedelî anlamın ağır bastığını söyler (Miftâĥu dâri’s-saǾâde, I, 144-145). Aynı görüşü Şevkânî de teyit eder (Fetĥu’l-ķadîr, I, 157). Muhâcce de “muarıza üstün gelip galebe çalmak için karşılıklı olarak delil getirme” veya “muarızı susturmak için onun ileri sürdüğü delili reddetme” anlamında kullanılmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥcc” md.; Fahreddin er-Râzî, VII, 22). Müteahhir dönem kelâm kaynaklarında ise hüccete bütün delil çeşitlerini kapsayan bir anlam verilmiştir (İsfahânî, s. 37; Teftâzânî, I, 166, 247, 269, 361; Cürcânî, s. 81, 366).


Sözlük anlamındaki “üstün gelme” mânası dikkate alınarak hüccetin daha çok cedelî bir delil olduğunu ileri süren âlimlerin görüşü daha isabetli kabul edilebilir. Nitekim son devir kaynaklarında benimsenen görüş bu yöndedir. İslâmî literatürde delil karşılığında kullanılan beyyine ise iddiayı açıklama mânası taşır (Ebü’l-Bekā, s. 406; Bursevî, s. 147). Hüccet kelimesi çeşitli İslâmî konuları ele alan eserlerin adlarında da yer almıştır (İbnü’n-Nedîm, s. 185; Keşfü’ž-žunûn, I, 631-632).

BİBLİYOGRAFYA:

Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 406; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥcc” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥcc” md.; Müsned, II, 70, 287, 314; IV, 438; V, 433; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 31, “Tevĥîd”, 37; Müslim, “Ŧahâret”, 1, “Ķader”, 13-15; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 185; Bâkıllânî, Temhîd (İmâdüddin), s. 34; Gazzâlî, MiǾyârü’l-Ǿilm, s. 98; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, I, 160; II, 256; III, 78; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, I, 341; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, IV, 140; VII, 22; XI, 111; XXVII, 159, 270; İbn Kayyim el-Cevziyye, Miftâĥu dâri’s-saǾâde, Kahire 1323, I, 58, 144-146; II, 58, 59; İbn Teymiyye, Derǿü teǾârużi’l-Ǿaķl ve’n-naķl (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1979, II, 26, 94; VI, 251; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, I, 157, 538; IV, 531; İsfahânî, MetâliǾu’l-enžâr, İstanbul 1305, s. 37; Süyûtî, Śavnü’l-manŧıķ ve’l-kelâm (nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr), Kahire 1980, s. 259, 289; Teftâzânî, Şerĥu’l-Maķāśıd, I, 166, 247, 269, 275, 361; II, 180; Cürcânî, Şerĥu’l-Mevâķıf, s. 76, 81, 366; Keşfü’ž-žunûn, I, 631-632; İsmâil Hakkı Bursevî, Furûķu Ĥaķķī, İstanbul 1310, s. 147; Muhammedî er-Reyşehrî, Mîzânü’l-ĥikme, Kum 1362 hş., II, 283-285; Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî, Đavâbiŧü’l-maǾrife, Beyrut 1975, s. 24-25, 297; Abdülazîz b. İbrâhim es-Semînî el-Musabî, MeǾâlimü’d-dîn, Uman 1407/1986, s. 61-63; L. Gardet, “Ĥudjdja”, EI² (İng.), III, 543-544.

Yusuf Şevki Yavuz