HUCENDÎ, Muhammed Sultan

(محمد سلطان الخجندي)

Ebû Abdilkerîm Muhammed Evrûn (?) Sultân b. Muhammed el-Ma‘sûmî el-Hucendî (1880-1960)

Türkistan menşeli yakın dönem din âlimi.

Mâverâünnehir’in önemli şehirlerinden olup günümüzde Tacikistan sınırları içinde kalan Hucend’de (Hucende) doğdu; büyük dedesi Muhammed Ma‘sûm’a nisbetle Ma‘sûmî diye de anılır. Muħtaśaru tercemeti ĥâli Muĥammed Sulŧân adını taşıyan otobiyografisindeki bilgilere göre okuma yazmayı ebeveyninden öğrendikten sonra Farsça, Türkçe yazılmış birçok eser okudu. Ardından Arapça dersleri aldı. Daha sonra medrese disiplini içinde bir yandan Arapça’sını geliştirirken bir yandan da temel İslâmî ilimlere ait klasik eserleri okudu. İslâmî ilimlerde derinleşmek amacıyla çeşitli seyahatler yaparak Hokand ve Buhara gibi önemli ilim merkezlerinde Muhammed İvaz el-Hucendî ve Abdürrezzâk el-Mergīnânî gibi âlimlerin derslerine katıldı. Yirmi üç yaşına geldiğinde gerek Mâverâünnehir’de gerekse Rusya, Afganistan ve Çin Türkistanı ile Hindistan’da din ve tasavvuf anlayışına bid‘at ve hurafelerin karışmış olduğunu görerek bu durumu eleştirmeye başladı. Ancak kendisine tepki gösterilince Hicaz’a gitmeye karar verdi (Muħtaśaru tercemeti ĥâli Muĥammed Sulŧân, s. 48-50). 1905 yılında ülkesinden ayrılan Hucendî önce Tiflis’e, oradan da İstanbul’a ulaştı. Yıldız Camii’ndeki bir cuma selâmlığında devrin padişahı II. Abdülhamid’i gördü. Halifenin Kureyş soyundan gelmesinin şart olup olmadığı konusundaki tartışmaların İngilizler’in propagandaları sonucunda yeniden gündeme geldiği ve Kureyş soyundan gelmemesi sebebiyle padişahın meşrû halife olmadığının öne sürülmeye başlandığı bir dönemde İstanbul’da bulunan Hucendî, Sahaflar Çarşısı’nı gezerken eline geçen Teftâzânî’nin Şerĥu’l-ǾAķāǿid’inden imâmet bahsinin çıkarılmış olduğunu görerek hayrete düştüğünü belirtir. II. Abdülhamid’in şeyhi Ebü’l-Hüdâ’nın, Araplar’ı Türkler’e karşı isyan ettiren asıl sebebin halifenin Kureyş soyundan gelmesi gerektiği yolundaki telakki olduğunu öne sürerek padişahı uyardığı, bunun üzerine II. Abdülhamid’in Osmanlı eğitim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bu eserden imâmet bahsinin çıkarılmasını emrettiği yolundaki duyumunu


naklederek bundan duyduğu üzüntüyü dile getirir (a.g.e., s. 54-55; bu konuda daha geniş bilgi için bk. Özcan, s. 72; DİA, I, 220; II, 218).

1905 yılının sonlarında İstanbul’dan ayrılan Hucendî İzmir ve İskenderiye’ye uğradıktan sonra Cidde’ye, oradan da Mekke’ye ulaştı. Hac farîzasını ifa ettikten sonra Mekke’de kalarak Şuayb b. Abdurrahman el-Mağribî’den başta Śaĥîĥ-i Buħârî ve Śaĥîĥ-i Müslim olmak üzere önemli hadis kitaplarını okuyup icâzet aldı. İstifade ettiğini belirttiği isimler arasında Sâlih Kemâl el-Hanefî, Muhammed Murâd er-Remzî el-Kazânî, Ahmed el-Hadrâvî, Abdülhay el-Kettânî gibi âlimler yer almaktadır. Bu arada tasavvuf kaynaklarını inceleyerek Türkistan’daki uygulanış şeklini eleştirdiği Nakşibendîliği Sünnî ilkelere en uygun tarikat olarak gördü ve Nakşibendî ulemâsından Muhammed Ma‘sûm b. Abdürreşîd’e intisap etti. Hucendî kendisini Nakşibendî-meşrep, itikadda Mâtürîdî, amelde Hanefî olarak tanıtmakla birlikte onun hiçbir zaman tasavvufun teslimiyetçi yapısıyla uyuşmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim hayatının daha sonraki dönemlerinde özellikle tasavvuf konusunda tenkitçi bir tavır ortaya koymuş, bazı mezhep mensupları ile tarikat erbabının davranışlarını eleştirmiş ve genel olarak bid‘at aleyhtarı olmuştur. Kendisi, bid‘at ve hurafelerle mücadelesinde önemli başarılar sağladığını kaydetmektedir (Muħtaśaru tercemeti ĥâli Muĥammed Sulŧân, s. 63-64).

Hucendî Mekke’de uzun yıllar ikamet ettikten sonra bir süre de Medine’de kaldı. Bu sırada Abdullah el-Kudûmî, Ahmed el-Berzencî ve Muhammed Halîl el-Harpûtî’den çeşitli dersler okuyup icâzet aldı. Daha sonra Şam’a geçerek Bedreddin Yûsuf el-Muammer ve Abdülhakîm el-Kandehârî gibi âlimlerden ders aldı. Beyrut’ta Abdurrahman b. Dervîş el-Hût ve Yûsuf en-Nebhânî ile görüştü. Kudüs’e yaptığı kısa bir seyahatin ardından Kahire’ye geçen Hucendî Ezher’de Revâku’s-Süleymâniyye’de bulundu; M. Reşîd Rızâ ile tanıştı. el-Menâr koleksiyonu ile Muhammed Abduh, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve diğer Selef ulemâsının 1000’den fazla eserini temin etti. Daha sonra Kahire’den ayrılıp İstanbul’a gitti ve oradan Hucend’e döndü. Babasının bıraktığı servet sayesinde ilmî çalışmalarını sürdürürken özellikle Mısır’dan getirdiği eserleri incelemeye ağırlık verdi.

Rusya’daki 1917 İhtilâli’nin ardından Bolşevikliğin gerçek niteliğinin tam olarak anlaşılamadığı ilk dönemde şehirlerdeki eşraf ve âyan arasından seçilerek oluşturulan Şûrâ-yı İslâmiyye’nin genel başkanlığına getirilen Hucendî bu sıfatla birçok defa Moskova’ya gidip geldi. Fakat ihtilâl yönetimi hürriyet, adalet ve eşitlik gibi sloganlarla iş başına gelmesine rağmen çok geçmeden durum değişti. Stalin’in Bolşevik Partisi’ndeki müslüman unsurlara karşı harekete geçtiği ve Sovyet idarî kademelerindeki müslümanlara baskı yaptığı sırada Hucendî de tutuklandı (1923). Bir müddet sonra serbest bırakıldıysa da 1925’te yeniden hapsedildi ve ardından yine serbest bırakıldı. Daha sonra üçüncü defa tutuklanan Hucendî, 17 Ağustos 1928’de hapishaneden kaçmayı başardı. Taşkent’in köylerine ulaştıktan sonra kuzeye yönelerek Çin sınırındaki Kurgos nehrini geçip Kulca’ya vardı (Aralık 1928). Ardından Delhi’ye, oradan da Bombay’a geçti. Bir süre Hindistan’da kaldı. Daha sonra oradan ayrılıp 1935 yılı hac mevsiminde Mekke’ye gitti. Vefatına kadar burada oturan Hucendî Mekke Dârülhadisi’nde ve Mescid-i Harâm’da müderrislik yaptı. Yayımladığı hâtıralarıyla, bilhassa ihtilâl sonrasında Doğu ve Batı Türkistan ile Rus mezalimi altındaki diğer Türk ve müslüman unsurları uyarmaya çalıştı.

Eserleri. Hayatını şer‘î bir delile dayanmayan her türlü inanç, ibadet, fikir ve davranışla mücadele ederek geçiren Hucendî bu hususta Arapça, Farsça ve Türkçe olarak pek çok eser kaleme almıştır. Kendisi otobiyografisinde bu eserlerin listesini vermekte, bunların basılmış olanlarına ayrıca işaret etmektedir (Muħtaśaru tercemeti ĥâli Muĥammed Sulŧân, s. 62-63, 72-73, 96). Onun incelenebilen matbu eserleri şunlardır: 1. Ĥükmullāhi’l-vâĥidi’ś-śamed fî ĥükmi’ŧ-ŧâlibi mine’l-meyyiti’l-meded (Kahire 1355). Bombay’da bulunduğu sırada kendisine bir grup öğrencinin yönelttiği kerâmet, vefat etmiş büyük insanların ruhaniyetinden yardım isteme, gayb bilgisi, kabir ziyareti, tevessül gibi konulara ilişkin sorulara verdiği cevaplardan oluşan bir risâledir. Müellif bu eserinde kabir ziyareti, yatırlara saygı, kabirlerden medet umma gibi davranışları tevhid inancına aykırı bularak eleştirmektedir. 2. Muħtaśaru tercemeti ĥâli Muĥammed Sulŧân. Müellifin Tâif’te kaleme aldığını belirttiği bu eser onun hayatı, ilmî, dinî ve siyasî faaliyetleriyle eserleri hakkında bilgi vermesi yanında Selefî inanç ve uygulamalarla bunlara aykırı gelişmeleri tanıtmakta, bu uygulamaları bid‘at ve hurafe olarak değerlendirmekte, bilhassa Mâverâünnehir’de, Rusya, Afganistan ve Çin Türkistanı’nda, ayrıca bütün Hindistan’da hâkim olan dinî ve tasavvufî zihniyeti eleştirmektedir. Müellif, özellikle Hanefîlik ve Nakşibendîlik’te dine ve akla aykırı kabul ettiği telakki ve uygulamaların oluşmasına yol açan kitaplardan örnekler aktarmakta, bunları tenkit ve reddetmektedir. Kitap müellifin bir önceki eserinin sonuna eklenerek basılmıştır (s. 45-99). 3. Temyîzü’l-maĥżûżîn Ǿani’l-maĥrûmîn (fî tecrîdi’d-dîn ve tevĥîdi’l-mürselîn). Bazı âyetlerin yorumlarından oluşan bu hacimli eser, Ali b. Hasan b. Ali b. Abdülhamîd el-Halebî el-Eserî tarafından çeşitli dipnot ve açıklamalar eklenmek suretiyle yayımlanmıştır (Demmâm 1412/1991).

Müellifin otobiyografisinde listesini verdiği eserlerinden bazıları ise şunlardır: Hediyyetü’s-Sulŧân ilâ ķurrâǿi’l-Ķurǿân (Kur’an okumanın âdâbı ve ücretle Kur’an okutmanın câiz olup olmadığı hakkındadır); Seyfü’l-edeb fî men ġayyere’n-neseb (soy sopla övünmenin yanlışlığına dairdir); İrşâdü’l-ümmeti’l-İslâmiyye fi’t-taĥźîr Ǿan medârisi’n-Naśrâniyye; et-Tuĥafü’d-devriyye fi’l-bidaǾi’l-Ǿaśriyye (müellif, Arapça ve Türkçe olarak yazdığı eserde bid‘atçılarla hurafecilerin kötülüklerini anlattığını belirtmektedir [Muħtasaru tercemeti ĥâli Muĥammed Sulŧân, s. 62]); ed-Dürerü’l-manžûme fî źikri efâđıli Ħucende; Dîvân (Farsça); Divan (Türkçe); Tuhfetü’l-ebrâr fî fezâili seyyidi’l-istigfâr; el-Hediyyetü’l-ma‘sûme fî nizâmi’t-ticâre; el-Hikemü’s-Sultâniyye ve’n-nesâihu’l-Kur’âniyye; Tuhfetü’s-Sultân fî terbiyeti’ş-şübbân; Cilâü’l-bûs fî inkılâbi bilâdi’r-Rûs (müellif son beş eseri “Çin Türkistanı Türkçesi” ile yazdığını belirtmektedir); el-Kavlü’s-sedîd fî tefsîri sûreti’l-Hadîd (Hucendî, Türkçe yazdığı bu tefsirin ilgili sûre üzerine o güne kadar yazılanların en iyisi olduğunu söyler [a.g.e., s. 73]); el-Ħuteniyyât (müellif, Hoten’de bulunduğu sırada yazdığı eserde burada yaygın olan bid‘at ve hurafeler hakkında bilgi verdiğini söylemektedir [a.g.e., a.y.]); es-Seyfü’ś-śârimi’s-Sulŧânî fî ĥaķķı’l-Bolşefîk eş-şeyŧânî (Farsça); Âyine-i Türkistân (müellif eserin Türkçe bir derleme olduğunu belirtmektedir); RefǾu’t-teşkîk Ǿan mežâlimi’l-Bolşefîk (Meni’l-Bolşefîk ve me’l-Bolşevîzm; eserde, müellifin Rus yönetimindeki ülkelerle Batı ve Doğu Türkistan’da


yaşadığı veya gözlemlediği olaylar anlatılmaktadır. a.g.e., s. 96). Hucendî bunların dışında çeşitli dergilerde ıslah, kadın, din ve ekonomi, Rus mezâlimi ve Rusya’da cereyan eden gelişmelerle ilgili makaleler yazdığını belirtmektedir (a.g.e., s. 63, 73).

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed Sultân el-Hucendî, Muħtaśaru tercemeti ĥâli Muĥammed Sulŧân (Ĥükmullāhi’l-vâĥidi’ś-śamed, Kahire 1355 içinde), s. 45-99; Azmi Özcan, Pan-İslâmizm: Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1914), İstanbul 1992, s. 72; Cevdet Küçük, “Abdülhamid II”, DİA, I, 220; Yusuf Şevki Yavuz, “Akāidü’n-Nesefî”, a.e., II, 218.

Metin Yurdagür