HULD

(الخلد)

Ebediyet ve ölümsüzlük anlamında bir Kur’an terimi.

“Devam etmek, uzun zaman kalmak” anlamında masdar olan huld (hulûd) kelimesi “uzun zaman, süreklilik” anlamında isim olarak da kullanılır. Dil âlimlerinin belirttiğine göre huldün asıl anlamı, “bir şeyin tabii hali üzere devam edip değişme ve bozulmaya mâruz kalmaması veya değişmenin uzun zaman sonra gerçekleşmesi”dir. Buna göre huld kavramının sözlük anlamları içinde “ebediyet” yoktur. Kelime ayrıca “ebedî” mânasında cennetin isimlerinden biri olarak kullanıldığı gibi “bilezik” ve “küpe” anlamında da kullanılır. “Dârü’l-huld” terkibi ise âhireti ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ħld” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ħld” md.; Kāmus Tercümesi, “ħld” md.; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 434).

Huld kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de seksen yedi yerde geçmekte olup bunlardan dördü fiil sigalarıyla, altısı huld, biri hulûd, ikisi muhalledûn, diğerleri de büyük ekseriyeti çoğul sigasıyla olmak üzere hâlid şeklindedir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ħld” md.). Fiil sigalarıyla kullanılan huld kavramı “dünyada uzun süre kalacağını zannetmek, âhiret azabına devamlı olarak mâruz kalmak” gibi mânalara gelmektedir. Huld kelimesi bir âyette (el-Enbiyâ 21/34) “ebediyet” anlamıyla tek başına, diğerlerinde ise terkip halinde kullanılmıştır. “Ebedî azap” anlamındaki “azâbü’l-huld”ün yer aldığı iki âyet mânevî alanda suç işleyen (mücrim), günah işlemek suretiyle kendilerine ve başkalarına zulmeden kişileri konu edinmiştir (Yûnus 10/52; es-Secde 32/14). Küfür yolunu tutanlar ve özellikle Kur’an’ı inkâr edenler “Allah’ın düşmanları” diye nitelendirilmiş, cezalarının ateş (cehennem) olacağı bildirilmiş ve bunun kendileri için “dârü’l-huld” (ebediyet yurdu) teşkil edeceği beyan edilmiştir (Fussılet 41/28). Furkān sûresinde (25/5-15) Hz. Muhammed’i ve onun getirdiği vahyi inkâr eden, davranışlarının karşılığını bulacakları kıyametin vukuunu düşünmek istemeyenler için hazırlanan alevli ateşe karşılık müttakilere vaad edilen ebedîlik cenneti “cennetü’l-huld” terkibiyle, diğer bir sûrede yine müttakilere ait ölümsüz cennet hayatı “yevmü’l-hulûd” şeklinde (Kāf 50/31-34) ifade edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem ile Havvâ’nın yemekten menedildikleri ağaç “şeceretü’l-huld” olarak adlandırılmıştır (Tâhâ 20/120). Dördü müfred, ikisi tesniye, diğerleri cemi sigasıyla olmak üzere yetmiş dört yerde geçen “hâlid” (uzun zaman kalan, ebediyen kalan) kelimesi otuz yedi âyette cennet ehli, kırk sekiz âyette cehennem ehli için, iki âyette de dünyada veya mutlak mânada ebediyeti ifade etmek için kullanılmıştır. İki âyette, cennet halkına hizmet edecek olan genç erkekler “muhalled” sıfatıyla nitelendirilmiştir (el-Vâkıa 56/17; el-İnsân 76/19). Âlimler bu sıfatı “daima genç kalıp ihtiyarlamayan” veya “kolunda bileziği, kulağında küpesi bulunan” şeklinde yorumlamış, ancak müfessirler birinci yorumun tercih edilebileceğini söylemişlerdir (Taberî, XXVII, 100; Fahreddin er-Râzî, XXIX, 150-151; Râgıb el-İsfahânî, “ħld” md.).

Huld kavramı hadis rivayetlerinde de hem cennet ehli hem cehennemlikler için kullanılmıştır (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “ħld” md.). Kıyamet gününde herkes yerini bulduktan sonra koç şeklinde sembolleştirilecek olan ölümün boğazının kesileceğini ve, “Ey cennet ehli! Bundan böyle ebediyet var, ölüm yoktur; ey cehennem ehli! Artık ebediyet var, ölüm yoktur” şeklinde nida edileceğini bildiren hadiste hulûd kelimesi tekrar edilmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 19/1; Müslim, “Cennet”, 40).

Arap dil âlimleri ve müfessirler, huld kavramının temel mânasının “ebediyet” değil “uzun zaman sürmek” olduğunu kabul etmekte ve âhiret hayatının ebedîliğinin bu kelime ile değil diğer bazı naslarla sabit olduğunu söylemektedir (bk. CEHENNEM).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ħld” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ħld” md.; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 434; Kāmus Tercümesi, “ħld” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “ħld” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ebd”, “ħld” md.leri; Buhârî, “Tefsîr”, 19/1; Müslim, “Cennet”, 40; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), XXVII, 100; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXIX, 150-151; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, V, 342-343.

Bekir Topaloğlu