HURMA

(خرما)

Türkçe’ye Farsça’dan geçen hurma kelimesi değişik lehçelerde hörme ve kurma şeklinde de telaffuz edilir (Ercilasun, I, 350-351). Hurma ile ilgili kelime ve tabirler bakımından en zengin dil Arapça’dır (İbn Sîde, X, 102-138) ve bu vokabüler içinde en fazla ağacı için nahl, meyvesi için temrin kullanıldığı görülür. Temr İbrânîce’de tamar şeklindedir. Eski Ahid’de yer adı olarak geçen baal-tamar da (Hâkimler, 20/33) “hurma sahibi” anlamına gelir (bk. BA‘L); taşa işlenmiş hurma ağacı figürüne de timorah veya timmôrah denir. Katar’dan Küveyt’e kadar Basra körfezinin Arap yarımadası kıyıları ile Bahreyn ve Feyleke adalarını kapsayan ve tarihte Dilmun adıyla bilinen bölge eskiden beri hurmalıklarıyla meşhurdur; hatta bir görüşe göre hurmanın anavatanı burasıdır. Hurma, Mezopotamya ve Arap yarımadası ile Akdeniz’in güney ve doğu sahillerinde bulunan ülkelerin kültürlerinde daima önemli bir yer işgal etmiştir. Bu sebeple Sumer, Akkad, Asur, Mısır ve eski Arap metinlerinde adına, görsel sanat eserlerinde de ağacının tasvirine çok sık rastlanır. Hammurabi kanunlarında (md. 66), gümüş olarak alınan ve ödenmeyen borcun eş değerdeki henüz hasadı yapılmamış hurma ile karşılanabileceği belirtilir (Tosun - Yalvaç, Sumer, Assur, Babil Kanunları, s. 114-115, 192). Mezopotamya’da günümüze ulaşan mermer vazolar ve çanak çömlekler üzerinde, sihirli şeyler arasında sayıldığı bilinen hurma dalı çizim ve kabartmaları yer alır (Goff, s. 6, 32, 70, 93, 127, 142, 185). Dinî merasimlerde giyilen kırmızı elbiselerin beline bir hurma dalı bağlanması âdetti (a.g.e., s. 178). Milâttan önce XXII. yüzyıla tarihlenen bir insan figürünün omuzunda hurma dalı taşıdığı görülür (Parrot, s. 232). Güç, fetih, zafer, barış, inanç ve bereket sembolü olarak kabul edilen ve bundan dolayı Mezopotamya saray ve mâbedlerinin giriş ve duvarlarında sıkça rastlanan hurma ağacı kabartmaları, Ahd-i Atîk’te verilen bilgilere göre Hz. Süleyman’ın sarayında da bulunuyordu (I. Krallar, 6/29, 32, 35; 7/36; II. Tarihler, 3/5; Hezekiel, 40/16, 22, 34, 37; 41/18, 19, 25, 26). Hurma ağacı motifine çok fazla yer veren eski Mısır sanatında da bazı âyin sahnelerinde merasime katılanların ellerinde hurma dalı taşıdıklarının görülmesi, diğer kültürlerde olduğu gibi burada da hurma dalının kutsal sayıldığı kanaatini uyandırmaktadır. Kuzey Suriye’deki Geç Hitit eserlerinde rastlanan hurma ağacı motifi, taşıdığı sembolik değerlerden dolayı Makabi (Machabée) dönemi İsrail sikkeleri başta olmak üzere tarihî para ve mühürlerde de kullanılmıştır.

Hurma yahudi ve hıristiyan kültürleri açısından çok önemlidir. Eski Ahid’de


Eriha’dan “hurmalar diyarı” olarak söz edilir (Tesniye, 34/3; II. Tarihler, 28/15). Rivayete göre Eriha ovasında 100 stad (18 km.) uzunluğunda bir alan hurma ve meyve ağaçlarıyla kaplıydı. Eski Ahid’de Süleyman Mâbedi anlatılırken duvar kabartmalarındaki hurma ağaçlarından sıkça bahsedilir. Yahudi bayram merasim ve şenliklerinde elde tutulacak ağaç dalları arasında hurma dalı da sayılır; hatta bu yahudi şeriatının bir emridir (Levililer, 23/40; Nehemya, 8/15). Yeni Ahid’de Hz. Îsâ’yı Kudüs’te karşılayanların ellerinde de hurma dalları bulunduğu söylenmektedir (Yuhanna, 12/13). Eski Ahid’in Mezmurlar bölümünde sâlih adamın hurma ağacı gibi biteceğinden söz edilir (92/12). Neşîdeler Neşîdesi’nde ise sevgilinin boyu hurma ağacına benzetilir (7/7). Câhiliye dönemi aşk edebiyatında, özellikle İmruülkays’ın şiirlerinde de hurmayla ilgili daha ayrıntılı teşbihlere rastlanır (İmruülkays v.dğr., s. 23-24; Hatîb et-Tebrîzî, s. 44-46). Hıristiyan kültüründe daha çok soyadı olarak kullanılan “palmer” ismi, “Kudüs’ten dönerken hurma dalı getiren hacı” anlamına gelmektedir. Kilise resimlerinde hurma ağacı, Ravenna Kilisesi duvar mozaiklerinde görüldüğü gibi sembolize ettiği değerlerle ve Hz. Îsâ’nın yaşadığı bölgeyle ilgilidir. Bazı hıristiyan azizlerinin mezarlarında lahte işlenmiş hurma dalı veya ağacı görülmekte ve bunun şehidlik ve saflık simgesi olduğu sanılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi üç yerde “hurma ağacı” (nahl, nahle, lîne), “hurma bahçesi” (cennetün / cennâtün min nahîl), “hurma” (nahîl, semerâtü’n-nahl, rutab), “hurma kütüğü” (a‘câzü nahl), “hurma dalı” (urcûn) ve “hurma lifi” (mesed) şekillerinde hurmanın bahsi geçmektedir. Çeşitli vesilelerle hurma ağaçları, hurma bahçeleri ve hurma meyvesi herkesin mâlik olmayı arzuladığı, kaybetmeyi istemediği birer servet ve rızık niteliğiyle sayılmakta, bunların aynı kökten çıkmış çatallı, çatalsız şekilleri ve farklı özellikleri üzerinde akıl sahiplerinin düşünüp ibret alması gerektiği bildirilmekte (el-Bakara 2/266; er-Ra‘d 13/4; Yâsîn 36/34), hurmadan yemenin yanında içecek yaparak da faydalanıldığı hatırlatılmakta (en-Nahl 16/67), ağacının güzelliği “birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu, salkımlı ağaçlar” şeklinde tanımlanmakta (eş-Şuarâ 26/148; Kāf 50/10; er-Rahmân 55/11), hurmanın Allah’ın hem dünyadaki hem de cennetteki nimetlerinin arasında yer aldığı (er-Rahmân 55/11, 68) belirtilmekte ve Âd kavminin helâki rüzgârla sökülmüş veya içi boşalmış hurma kütüklerinin düşüşüne benzetilmektedir (el-Kamer 54/20; el-Hâkka 69/7). Meryem kıssasında onun Hz. Îsâ’yı bir hurma ağacının altında dünyaya getirdiği, kendisine ağacı silkelemesinin ve üzerine dökülen taze hurmadan yemesinin vahyedildiği anlatılmaktadır (Meryem 19/23, 25). Bazı müfessirlere göre, Hz. Meryem’in rahatlaması ve Allah’ın yardımı konusunda endişe duymaması için, mevsim kış ve altına sığındığı hurma ağacı kuru olduğu halde kendisine bu ağaçtan taze hurma sunulmuştur (Beyzâvî, IV, 154). Zehebî, Hz. Meryem’e hurma sunulmasını onun en üstün gıda maddesi oluşuna bir işaret saymaktadır (eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî, s. 89).

Arabistan’ın başlıca bitkisini teşkil eden hurma hem ağacı hem meyvesiyle Hz. Peygamber’in ve ashabının hayatında önemli bir yer tutmuştur. Ağacın gövdesi Mescid-i Nebevî’nin ve hâne-i saâdet odalarının yapımında direk, yaprakları tavan örtüsü (Buhârî, “Śalât”, 67; Müslim, “Śıyâm”, 216) ve yapraksız dalları da (asb, çoğulu usüb) Kur’ân-ı Kerîm’in yazılışında malzeme olarak kullanılmıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 9/20). Resûl-i Ekrem gibi sahâbîlerin de çoğunun fakirliklerinden dolayı evlerindeki yaygılar hurma liflerinden dokunmuştu (Müslim, “Mesâcid”, 267). Hurma lifi yataklar için dolgu maddesi olarak da kullanılmıştır. Resûlullah’ın yatağı da bu şekilde yapılmıştı (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “lyf” md.). Bir gün Hz. Peygamber’e hurma ağacının tepe kısmındaki tomurcuklardan çıkan ve süte benzeyen hurma özü (cümmâr) ikram edilmiş, o da bu vesileyle hurmanın değerini belirtmek için aralarında Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in de bulunduğu çevresindeki sahâbîlere hurmanın özellikleri itibariyle mümine benzeyen bir ağaç olduğunu söylemiştir (Buhârî, “Ǿİlim”, 4, “BüyûǾ”, 94, “EŧǾime”, 42, “Edeb”, 89; Müslim, “Münâfıķīn”, 63, 64). Yine kendisine bir tabak yaş hurma ikram edildiği bir gün, “güzel bir sözün kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzediğini ve o ağacın rabbinin izniyle her zaman meyvesini verdiğini” ifade eden âyeti (İbrâhim 14/25) okuduktan sonra söz konusu ağaçla hurmanın kastedildiğini söylediği belirtilmektedir (Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ķurǿân”, 14/1). Hurmanın gıda değerine işaret eden Resûl-i Ekrem, içinde kuru hurma (temr) bulunan hâne halkının aç kalmayacağını (Müslim, “Eşribe”, 152), bazı rivayetlerde de içinde kuru hurma bulunmayan ev halkının aç olduğunu (Müslim, “Eşribe”, 153; Ebû Dâvûd, “EŧǾime”, 41) belirtmiştir. Hurmanın önemini dile getiren bu gibi hadislerin yanında çeşitli kitaplarda onun değeriyle ilgili güvenilmeyecek kadar zayıf bazı rivayetler de yer almıştır (meselâ bk. Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, I, 353; İbn Hibbân, Kitâbü’l-Mecrûĥîn, III, 44-45; Aclûnî, I, 195-196; Elmalılı, III, 475; Elbânî, I, 282-284). En güvenilir kaynaklarda Hz. Peygamber ve ailesinin maddî imkânsızlık sebebiyle iki ay boyunca yalnız hurma ve su ile yaşadığı belirtilmiştir (Buhârî, “Hibe”, 1; Müslim, “Zühd”, 28). Bir günde iki öğün yemek yedikleri takdirde ise bunlardan birinin mutlaka hurma olduğu bilinmektedir (Buhârî, “Riķāķ”, 17). Resûl-i Ekrem’in taze hurmayı bazan karpuz (İbn Mâce, “EŧǾime”, 37; Ebû Dâvûd, “EŧǾime”, 44; Tirmizî, “EŧǾime”, 36) ve acurla (Buhârî, “EŧǾime”, 39, 45, 47, “Edeb”, 89, “Ŧıb”, 52, 56; Müslim, “Eşribe”, 147) yediği görülmüştür. Hurma bahçeleriyle meşhur olan Hayber fethedildikten sonra müslümanların sofralarında hurma bollaşmış, bu sebeple Hz. Âişe, Resûlullah’ın insanların iki siyaha, hurma ve suya doyduktan sonra vefat ettiklerini söylediğini nakletmiştir (Aynî, XVII, 138).

Hurmanın birçok cinsi vardır; bunların en değerlisi, özellikle Medine’nin Necid


yönündeki Âliye bölgesinde yetişen ve hadislerde çokça sözü edilen “acve”dir (Türkçe’de daha çok bu cinsin sandıklara basılarak kurutulmuş ezik haline “balçık hurma” denilmektedir). Hz. Peygamber, cennet meyvesi diye nitelendirdiği acvenin zehirlenmeye (Tirmizî, “Ŧıb”, 22), bir başka rivayette sabahları aç karnına yenilen yedi adet acvenin o gün zehirlenmeye ve sihre (Buhârî, “EŧǾime”, 43, “Ŧıb”, 52, 56; Müslim, “Eşribe”, 155) karşı şifa olduğunu söylemiştir. Bazılarına göre bu türün zikredilen özelliği, onu Medine’ye Resûl-i Ekrem’in kendi elleriyle dikmiş olmasından veya hakkında bereket duası yapmasından kaynaklanmaktadır (Aynî, XVII, 182; Davudoğlu, IX, 371-372). Öte yandan oruçlunun hurma veya su ile iftar etmesi de sünnettir (Ebû Dâvûd, “Śavm”, 21; Tirmizî, “Śavm”, 10). Hz. Peygamber, bir defasında hastalanan Sa‘d b. Ebû Vakkās’ı hekim Hâris b. Kelede’ye göndermiş ve hekimden hurma ezmesi, süt ve yağı karıştırıp pişirerek bulamaç haline getirdikten sonra ona yedirmesini istemiştir (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 12). “Ferîka” denilen bu yemeğin özellikle lohusa kadınlara yedirilmesi âdetti (Lisânü’l-ǾArab, “frķ” md.). Muhtevası itibariyle diğer meyveler gibi böceklenmeyen ve kolayca bozulmayan hurmanın en iyi cinslerinden biri olan “bernî” de Resûl-i Ekrem tarafından övülmüştür (Müsned, III, 432).

Vahalarda yaşayan insanların hayatında deve ne kadar önemliyse hurma da o kadar önemlidir. Ahşabı kereste ve odun olarak kullanılan hurmanın “aydâne” denilen ve 20 metreye kadar uzayabilen cinsinden daha çok inşaat malzemesi olarak faydalanılmaktadır. Hurma kütüğünden “nakīr” adı verilen bir tür fıçı yapılır. Bu tür kaplar mayalaşmayı çabuklaştırdığı için Hz. Peygamber onlarda nebîz* hazırlanmasını yasaklamıştır (bk. Wensinck, el-MuǾcem, “nķr” md.). Hurma ağacının dallarından baston yapıldığı gibi lifinden hasır yaygı dokunur, sepet örülür; ayrıca bu madde yatak, yastık ve palan, havut gibi hayvan donanımları için dolgu maddesi olarak da kullanılır.

Birçok sahâbî tarafından rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem’in Mescid-i Nebevî’de minber yapılmadan önce yaslanarak hutbe okuduğu “hannâne direği” denilen hurma kütüğü, minber konulup Hz. Peygamber kendisini terkedince gebe develerin iniltisine veya çocuk ağlamasına benzer bir ses çıkarmış ve Resûl-i Ekrem’in onu eliyle okşaması üzerine bu ses kesilmiştir (Buhârî, “CumǾa”, 26; “Menâķıb”, 25).

Hz. Peygamber, hurmanın olgunlaşıp ağaç üzerindeki miktarı iyice belirginleşmeden önce pazarlanmasını (Buhârî, “BüyûǾ”, 85, 86; Müslim, “BüyûǾ”, 49-58) ve kuru hurmanın yaş hurma yerine satılmasını (Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 18; Tirmizî, “BüyûǾ”, 14; Nesâî, “BüyûǾ”, 36) yasaklamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ĥys”, “frķ” md.leri; Kāmus Tercümesi, II, 226; Wensinck, el-MuǾcem, “ĥmy”, “sfr”, “lyf”, “nķr” md.leri; Ahmed Bican Ercilasun v.dğr., Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Ankara 1992, I-II, 350-351; Müsned, I, 203, 204; II, 12, 31, 61, 115, 123, 157; III, 432; VI, 179; Dârimî, “EŧǾime”, 24, 26; Buhârî, “CumǾa”, 26, “Śalât”, 67, “Menâķıb”, 25, “Tefsîr”, 9/20, “Hibe”, 1, “Ǿİlim”, 4, 5, 15, 50, “BüyûǾ”, 85-86, 94, “EŧǾime”, 39, 42, 43, 45, 47, “Edeb”, 89, “Ŧıb”, 52, 56, “Riķāķ”, 17; Müslim, “Śıyâm”, 216, “Mesâcid”, 267, “Zühd”, 28, “Eşribe”, 140, 147, 148, 152, 153, 155, 156, “BüyûǾ”, 49-58, “Münâfıķīn”, 63, 64; İbn Mâce, “EŧǾime”, 37, 38; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 18, “Śavm”, 21, “EŧǾime”, 41, 44, “Cihâd”, 85, “Ŧıb”, 12; Tirmizî, “BüyûǾ”, 14, “Ŧıb”, 22, “Edeb”, 79, 89, “Śavm”, 10, “Tefsîrü’l-Ķurǿân”, 14/1, “EŧǾime”, 17, 36, 37; Nesâî, “BüyûǾ”, 36; İmruülkays v.dğr., Yedi Askı: el-MuǾalleķatü’s-sebǾ (nşr. ve trc. Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1985, s. 23-24; İbn Ebû Şeybe, el-Muśannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, V, 79; İbn Habîb es-Sülemî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî (nşr. M. Ali el-Bâr), Beyrut 1413/1993, s. 111-115; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 113-114; Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, Müsned (nşr. Hüseyin Selîm Esed), Dımaşk 1410/1990, I, 353; İbn Hibbân, Śaĥîĥu İbn Ĥibbân (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1987, I, 231; a.mlf., Kitâbü’l-Mecrûĥîn (nşr. Mahmûd İbrâhim Zâyed), Halep 1396, III, 44-45; İbn Sîde, el-Muħaśśaś, Kahire 1321, X, 102-138; Ferrâ el-Begavî, Şerĥu’s-sünne (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1403/1983, XI, 330; Kazvînî, ǾAcâǿibü’l-maĥlûķāt, Beyrut, ts. (Dârü’ş-Şarki’l-Arabî), s. 236; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, İstanbul 1319, IV, 154; Hatîb et-Tebrîzî, Şerĥu’l-ķaśâǿidi’l-Ǿaşr, Beyrut 1985, s. 44-46; Zehebî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî (nşr. Ahmed Rif‘at el-Bedrâvî), Beyrut 1410/1990, s. 88-91; İbn Müflih el-Makdisî, el-Âdâbü’ş-şerǾiyye ve’l-mineĥu’l-merǾiyye, Kahire, ts. (Müessesetü Kurtuba), III, 4-7, 225-227, 423-448; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), I, 77; IX, 438-439; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, İstanbul 1308-11, I, 389; XVII, 138, 182; Süyûtî, el-Menhecü’s-sevî ve’l-menhelü’r-revî fi’ŧ-ŧıbbi’n-nebevî (nşr. Hasan M. Makbûlî el-Ehdel), Beyrut 1406/1986, s. 347-348; Aclûnî, Keşfü’l-ħafâǿ, I, 195-196; B. L. Goff, Symbols of Prehistoric Mesopotamia, London 1963, s. 6, 32, 70, 93,127, 142, 178, 185; F. Vigouroux, “Armées étrangères”, DB, I/1, s. 987-990; a.mlf., “Darius”, a.e., II/2, s. 1300; E. Beurlier, “Monnaie”, a.e., IV/2, s. 1252; E. Levesque, “Palmier”, a.e., IV/2, s. 2060-2070; Elmalılı, Hak Dini, III, 475; A. Parrot, Sumer, München 1962, s. 15, 232, 279-280; v. Soden, AHW, I, 287, 292, 329; II, 589, 644, 1040, 1057; III, 1359; Mebrure Tosun - Kadriye Yalvaç, Sumer, Assur, Babil Kanunları ve Ammi-Śaduqa Fermanı, Ankara 1975, s. 114-115, 192, 237; a.mlf.ler, Sumer Dili ve Grameri, Ankara 1981, I, 71; Elbânî, Silsiletü’l-eĥâdîŝi’ż-żaǾîfe ve’l-mevżûǾa, Beyrut 1398, I, 282-285; Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1983, IX, 371-372; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 94; Kemâleddin Hasan el-Betânûnî, Nebâtât fî eĥâdîŝi’r-Resûl, Devha 1407/1986, s. 50-57, 69-74; Mahmûd Nâzım en-Nesîmî, eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî ve’l-Ǿilmü’l-ĥadîŝ, Beyrut 1407/1987, III, 292-297; S. N. Kramer, Tarih Sumer’de Başlar (trc. Muazzez İlmiye Çığ), Ankara 1990, s. 232, 272, 273; Veli Sevin, Yeni Assur Sanatı: I Mimarlık, Ankara 1991, s. 148-149; Hassân Şemsî Bâşâ, el-Esvedânü’t-temr ve’l-mâǿ beyne’l-Ķurǿân ve’s-sünne ve’ŧ-ŧıbbi’l-ĥadîŝ, Cidde 1412/1992, s. 15-86; Edib Ömer el-Husarî, en-Naħîl fî Ǿahdi’n-Nebî, Beyrut 1414/1994; Ali Rıza Karabulut, Tıbb-ı Nebevî Ansiklopedisi, Ankara 1994, I, 323-327; I. Shaw - P. Nicholson, British Museum Dictionary of Ancient Egypt, Kahire 1996, bk. İndeks; V. H. W. Dowson, “The Date and the Arab”, JRAS, sy. 1-2 (1949), s. 34-41; E. Porada, “Cylinder Seals”, EIr., VI, 500-501; Hūşang A‘lam, “Date Palm”, a.e., VII, 117-124.

Nebi Bozkurt