HÜSRAN

(الخسران)

Dünya ve âhirette maddî ve mânevî alanda zarar etmek anlamında bir tabir.

Hasr kökünden masdar olup sözlükte “sermayeyi kaybedip zarar etmek, ziyanda olmak, mal eksilmek” gibi anlamlara gelir. Bir Kur’an tabiri olarak “dünya ve âhiret saadetinden mahrum kalıp ziyana uğramak” demektir. Türevleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de altmış beş yerde geçen hüsran kelimesi iki yerde “el-hüsrânü’l-mübîn”, bir yerde “hüsrânen mübînen” şeklinde “apaçık ziyan” mânasında kullanılır. İlgili âyetlerde Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinenler, Allah ile karşılaşacaklarına inanmayanlar, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, Allah’a eş koşanlar, ilâhî rahmet ve mağfiretten mahrum kalanlar, Allah’a isyan edip azabından korkmayanlar, ilâhî buyruklara karşı gelenler, peygamberleri inkâr edip bâtılı seçenler, Hz. Peygamber’e inanmayanlar, uğradığı bir musibet sebebiyle İslâm’dan yüz çevirenler, İslâm’dan başka din arayanlar, iman ettikten sonra tekrar kâfir olanlar, insanları Allah yolundan saptıranlar, kâfirlere itaat edenler, yeryüzünde fesad çıkaranlar, yakınlarıyla irtibatı kesenler, münafıklar kıyamette hüsrana uğrayan kimseler olarak anılır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ħsr” md.). Bir âyette (ez-Zümer 39/15), Allah’tan başkasına tapanların âhirette kendileriyle birlikte ailelerini de hüsrana uğratacakları haber verilmektedir. Kısaca kâfirler, münafıklar ve fâsıklar hüsrana uğrayan kimseleri teşkil eder. Çeşitli âyetlerde hüsranın karşıtı olarak “fevz”, “necât” ve “felâh” kelimeleri kullanılarak iman edip amel-i sâlih işleyenlerin kazançlı çıkacakları ve kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir (meselâ bk. en-Nisâ 4/13, 73; et-Tevbe 9/72, 89, 111; Gāfir 40/41).

Râgıb el-İsfahânî, hüsranın hem insana hem de fiillerine nisbet edilebileceğini belirttikten sonra Kur’an’da bu kavramın biri mal ve mevki gibi ticarî-maddî, diğeri ise sağlık, âfiyet, akıl, iman, sevap gibi mânevî kazançlar olmak üzere iki anlamda kullanıldığını, fakat hüsranla daha çok ikinci anlamın kastedildiğini söyler (el-Müfredât, “ħsr” md.). İbnü’l-Cevzî hüsranın Kur’an’da “tartıyı eksik yapmak, aldatmak, acz, sapmak ve cezalandırmak” gibi farklı mânalar ifade ettiğini belirtir (Nüzhetü’l-aǾyün, s. 277-278).

Hadislerde de hasr kökünün türevleri Kur’an’daki anlamlarıyla kullanılmıştır. Çeşitli hadislere göre çevresindeki fakirlere malından vermeyen zenginler, âdil olmayanlar, kibirlenenler, başa kakanlar, malını satmak amacıyla yalan yere yemin edenler ve namaz kılmayanlar hüsrana uğrayan kimselerdir (Buhârî, “Eymân”, 3; Müslim, “Zekât”, 148, “Îmân”, 171, Ebû Dâvûd, “Libâs”, 25; Tirmizî, “Śalât”, 188). Hadislerde de hüsranın karşıtı olarak felâh, fevz ve necât tabirlerine yer verilir.

İslâm âlimleri, âyet ve hadislerdeki bilgilerden hareketle hüsran hakkında çeşitli yorumlar yapmışlardır. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Allah’ın cennet karşılığında müminlerden mallarıyla canlarını satın aldığını (et-Tevbe 9/111) ve onları elem verici azaptan kurtaracak bir ticaretin bulunduğunu (es-Saf 61/10) bildiren âyetleri dikkate alarak yaratıcı ile kul arasındaki münasebeti ticarî bir ilişkiye benzetir ve hüsranı da bu ticarette zarar etmek diye açıklar. Kâr edenler ise Allah’a inanıp buyruklarına uyanlardır (Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, vr. 900a-b).

Fahreddin er-Râzî hüsrana, insan türü için genel anlamda düşünüldüğünde “nefsin helâk olması ve ömrün boşa gitmesi” mânasını vererek sadece iman edip amel-i sâlih işlemekle kazançlı çıkmanın ve sonunda ebedî mutluluğa ulaşmanın mümkün olduğunu belirtir. Ona göre aslında ömür sermayesi her an azaldığına göre insanın hüsrandan kurtulması oldukça zordur. Zira onun yüce Allah’a tam anlamıyla itaat etmesi çok defa gerçekleşmez. Amel-i sâlihi çoğaltacakları yerde azıyla yetindiklerinden insanların çoğu


hüsrandadır (Mefâtîĥu’l-ġayb, XXXII, 87-88).

Muhammed Hamdi Yazır, insan ömrünü Allah’ın bahşettiği bir sermaye olarak niteleyip neticede sermayeyi sahibine geri verdikten sonra insanın hesap günü kâr yaptığı belirlenirse kurtuluşa ereceğini, zarar ettiği tesbit edilirse iflas etmiş sayılacağını, bu durumun kendisi için apaçık bir hüsran olduğunu ve sonunda azap göreceğini söylerken (Hak Dini, IX, 6077-6078) M. Reşîd Rızâ dünyevî ve uhrevî hüsran üzerinde durarak dikkat çekici yorumlar yapar. Ona göre dünya ve âhirette hüsran içinde bulunmanın asıl sebebi insanın, yaratılışına ve aklın temel ilkelerine yani fıtrata uygun olan İslâm dinine aykırı bir yola girmek suretiyle nefsine zarar vermesidir. Dünyada mutluluk, ancak faydalı bilgilere ve insanı iyi işler yapmaya sevkeden güçlü bir iradeye sahip olmakla mümkündür. Sadece dünya lezzetlerinden faydalananlar dünyevî mutluluğa ulaştıklarını zannetseler bile yaratıcıya inanıp O’nun buyrukları doğrultusunda yaşamadıkça ve üstün ahlâkî değerlere sahip olmadıkça gerçek mutluluğa erişemezler. Bunu insana kazandıran İslâm dinidir. Bu sebeple dünya ve âhirette hüsrandan kurtulmanın tek yolu müslüman olmaktır (Tefsîrü’l-menâr, I, 244, 447; VII, 328).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ħsr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ħsr” md.; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 434; M. F. Abdülbākī, el-MuǾcem, “ħsr” md.; Mustafavî, et-Taĥķīķ, “ħsr” md.; Buhârî, “Eymân”, 3; Müslim, “Zekât”, 148, “Îmân”, 171; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 25; Tirmizî, “Śalât”, 188; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 900a-b; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 277-278; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXXII, 87-88; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, IV, 585; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, I, 244, 447; VII, 328; Elmalılı, Hak Dini, IX, 6077-6078.

Mustafa Sinanoğlu