İBN HİNZÂBE

(ابن خنزابة)

Ebü’l-Fazl Ca‘fer b. Fazl b. Ca‘fer b. Muhammed b. Mûsâ b. Hasen b. Furât el-Bağdâdî (ö. 391/1001)

İhşîdî veziri ve hadis âlimi.

Zilhicce 308’de (Nisan 921) Bağdat’ta doğdu. Abbâsî Devleti’ne uzun yıllar hizmet etmiş olan İbnü’l-Furât ailesine mensuptur. Babaannesi Hinzâbe’ye (Cinzâbe) nisbetle İbn Hinzâbe diye meşhur olmuştur. Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh tarafından 320’de (932) vezir tayin edilen babası Fazl halifenin ölümünden sonra bu görevden azledildi. Halife Râzî-Billâh döneminde (934-940) Mısır ve Suriye Dîvânü’l-harâc reisi oldu. Emîrü’l-ümerâ İbn Râik, Râzî-Billâh’ı ikna ederek Fazl’ı yeniden vezirliğe tayin ettirdi. Böyle bir vazifeyi yürütecek kabiliyete sahip olmadığını düşündüğü için eski görevine dönmek isteyen Fazl’ın bu isteği uygun görüldü. İbn Hinzâbe’nin dedesi Ca‘fer b. Muhammed ile babasının amcası Ali b. Muhammed de Abbâsîler döneminde vezirlik yapmıştır.

İbn Hinzâbe çocukluk ve gençlik dönemini Mısır ve Irak’ta geçirdi. Bağdat’ta Muhammed b. Hârûn el-Hadramî, İsfahan’da Abdullah b. Muhammed, Muhammed b. Hamza, Hasan b. Muhammed ed-Dârekî ve Ebü’l-Kāsım el-Begavî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Öğrenimini tamamladıktan sonra Mısır’a yerleşti. Burada çeşitli hadis meclislerine katıldı. İhşîdî Emîri Ebü’l-Kāsım Ûnûcûr b. İhşîd tarafından 7 Zilkade 335’te (30 Mayıs 947) vezir tayin edildi. İhşîdîler’den Ali (961-966) ve Ebü’l-Misk Kâfûr (966-968) dönemlerinde vezirliğini sürdürdü. 10 Cemâziyelevvel 357’de (12 Nisan 968) Kâfûr’un ölümüyle İhşîdî Devleti’nde idarî işler dört kısma ayrılınca İbn Hinzâbe malî işleri yürütmekle görevlendirildi. Bu dönemde başta yahudi asıllı Vezir İbn Killis olmak üzere bir grup kâtibi hapsederek işe başlayan İbn Hinzâbe, oğlu Ahmed’in annesinin İhşîdîler’in kurucusu Emîr Muhammed b. Tuğç el-İhşîd’in kızı olduğunu ileri sürerek Mısır, Suriye ve Haremeyn’de hüküm süren İhşîdî Emirliği için askerlerden oğlu adına biat aldı. Yüksek oranda vergi toplayıp bunun önemli kısmını maaşlı Türk askerlerine dağıtmasına rağmen onların arzularını tatmin edemedi. Sarayı ve bazı taraftarlarının evleri âsiler tarafından yağma edildi. Kendisine bir zarar gelmemesi için gizlenmek mecburiyetinde kalan İbn Hinzâbe bu olaydan sonra otoritesini kaybetti. Makrîzî, onun bu sıralarda Fâtımî Halifesi Muiz-Lidînillâh’a mektup yazarak Mısır’ı hiçbir mukavemetle karşılaşmadan alacağına dair ona güvence verdiğini kaydeder (Makrîzî, el-Muķaffe’l-kebîr, s. 382).

Karmatîler Remle’ye girdikleri zaman Remle Emîri Hasan b. Ubeydullah, İbn Hinzâbe’den yardım alarak tehlikeyi bertaraf etti. Yardıma gönderdiği askerler döndüklerinde ayaklanıp ondan istihkaklarını istediler. İbn Hinzâbe onların isteklerini karşılayamayınca çareyi yine saklanmakta buldu. Bu defa da kâtiplerinin ve yakınlarının evleri yağmalandı. Ortaya çıktığında (Zilhicce 357/Ekim-Kasım 968) Remle Emîri Hasan b. Ubeydullah Mısır’ın idaresini de eline almıştı. Emîr Hasan, halkın İbn Hinzâbe’yi sevmediğini ve ona karşı düşmanlık beslediğini görünce onu hapsetti ve bütün mallarına el koydu. Şerîf Ebû Ca‘fer el-Hüseynî araya girerek onu Emîr Hasan’ın zulmünden kurtardı. İbn Hinzâbe daha sonra görevine iade edildi (Rebîülâhir 358/Şubat-Mart 969).

358’de (969) Fâtımî askerleri Cevher es-Sıkıllî kumandasında Mısır’a dayandılar. Şehrin ileri gelenleri, İbn Hinzâbe’den Fâtımî kumandanı Cevher ile görüşmesini ve ondan eman dilemesini istediler. Şerîf Müslim b. Abdullah başkanlığındaki heyeti kabul eden Cevher istenilen emanı verdi. Ancak İbn Hinzâbe Cevher ile görüşmeden önce Mısır’daki İhşîdîler ve Kâfûr’un adamları eman dilemekten vazgeçip düşmanla savaşmaya karar vermişlerdi. Fâtımî ordusuyla meydana gelen çarpışmada İhşîdîler mağlûp oldu. Bunun üzerine Mısır ileri gelenleri, İbn Hinzâbe’nin başkanlığında 17 Şâban 358’de (6 Temmuz 969) Cevher’in Cîze’deki karargâhına giderek bağlılıklarını bildirdiler. Cevher aynı gün Fustat’a girdi. Burada yerleşmeye ve hükümet dairelerini kurmaya karar verdi. İbn Hinzâbe’yi vezirlikte bıraktı. Mısır’da Abbâsîler adına okunmakta olan hutbeye son verip Fâtımîler adına hutbe okutmaya ve para bastırmaya başladı (DİA, VII, 456). İbn Hinzâbe de oğlu Ahmed’i çeşitli hediyelerle Mağrib’deki Fâtımî Halifesi Muizz’e göndererek bağlılıklarını bildirdi (Rebîülâhir 359/Şubat-Mart 970). 361’de (971) Cevher’in


emriyle ikametini yeni kurulan Kahire’ye nakleden İbn Hinzâbe, birkaç ay sonra vezirlik görevinden alınarak malî işler sorumluluğuna getirildi. 7 Ramazan 362’de (11 Haziran 973) Kahire’ye gelen Halife Muiz tarafından görevinden azledildi.

Uzun süre resmî görevden uzak kalan İbn Hinzâbe bu sırada ilim meclislerine devam etti. Muiz’den sonraki Fâtımî Halifesi Azîz-Billâh, onu Mısır’da Dîvânü’r-resâil reisliğine tayin ederek bütün kâtipleri emrine verdi. Kâtipler, İbn Hinzâbe’den meslekleriyle ilgili konularda ve dinî hususlarda ders aldılar ve hadis dinlediler. 383 yılı Şâban ayının ortalarına (Ekim 993) kadar bu görevini sürdüren İbn Hinzâbe bu tarihten sonra kendisini tamamen ilme verdi. Yâkūt, 387 (997) yılında Mısır’da ilim meclislerinde hadis imlâ ettirdiğini, Dârekutnî ve Abdülganî el-Ezdî’nin onun kâtipliğini yaptığını nakletmektedir (MuǾcemü’l-üdebâǿ, VII, 170 vd.). İbn Hinzâbe hayatının bundan sonraki safhasında büyük sıkıntılarla karşılaştı. Fâtımî yönetimine bağlı idareciler onu malî yönden çok sıkıştırdılar ve bütün mallarına el koydular. İbn Hinzâbe 13 Rebîülevvel 391’de (10 Şubat 1001) Mısır’da vefat etti (Hatîb, VII, 235). 13 Safer 392’de (1 Ocak 1002) öldüğü de rivayet edilir. Cenazesi vasiyeti üzerine Medine’ye götürüldü. Tabutu Haremeyn eşrafı tarafından karşılanarak Mekke’de Kâbe tavaf ettirildi, Arafat’ta vakfe yaptırıldı. Medine’de satın aldığı hem annesinin hem de Resûlullah’ın kabri civarındaki eve defnedildi (Yâkūt, VII, 176; Zehebî, Teźkiretü’l-ĥuffâž, III, 1024).

İbn Hinzâbe’nin Seydûk lakabı ile tanınan oğlu Ebü’l-Hüseyin Ahmed b. Ca‘fer, Fâtımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh’ın emriyle 399’da (1008-1009) öldürülmüştür. Yahudi asıllı Vezir İbn Killis’in kızı ile evlenen diğer oğlu Ebü’l-Abbas Fazl, adı geçen halife tarafından 405 (1014-15) yılında vezir tayin edilmiş, ancak beş gün sonra o da öldürülmüştür (Yâkūt, VII, 164-165).

İbn Hinzâbe, vezirliği sırasında Dârekutnî başta olmak üzere ilim erbabına, Haremeyn halkına büyük maddî yardımlarda bulunmuş ve hayır yolunda çok para sarfetmiştir. Makrîzî, onun Hz. Peygamber’e ve Ehl-i beyt’e son derece bağlı olduğunu, Haremeyen’de yaşayan Ali evlâdına her yıl çeşitli hediyeler ve ihtiyaç maddeleri gönderdiğini söyler (Ħıŧaŧ, s. 381 vd.). İbn Hinzâbe’nin Mısır’da, özel görevlileri bulunan bir bahçe düzenleterek burada yılan ve benzeri haşeratı toplattığı kaydedilmektedir (Yâkūt, VII, 170-172).

Başta hadis âlimi Dârekutnî ve Mısır’ın meşhur hadis hâfızı Abdülganî el-Ezdî olmak üzere pek çok kişi İbn Hinzâbe’den hadis almıştır. Dârekutnî ve Ezdî ona hadis konusunda kâtiplik yapmışlardır. Müsnedini tasnif ederken Dârekutnî’nin yardım için onun yanına gittiği kaydedilir. Zehebî, İbn Hinzâbe’nin hadisle ilgili meselelerde otorite kabul edildiğini söyler (Teźkiretü’l-ĥuffâž, III, 1023). Hamza b. Muhammed el-Kinânî ve Dârekutnî Kitâbü’l-Müdebbec’inde ve diğer kitaplarında ondan hadis rivayet etmişlerdir. Pek çok hadis toplayan İbn Hinzâbe, devrine göre en kısa sened kabul edilen ve dört râvisi olan (rubâî) rivayetlere de sahipti (krş. Zehebî, Teźkiretü’l-ĥuffâž, III, 1023-1024). Silefî onun hadis hâfızı ve sika olduğunu, yüksek makam ve mevkiine rağmen hadisçilerle sohbet ettiğini ve bununla övündüğünü belirtir. Ayrıca bazı şiirleri de bulunduğu bilinmektedir (Hatîb, VII, 235).

İbn Hinzâbe, hadis ricâlinin isimleri ve ensâb konusunda eserler telif etmiştir. Ömer Rızâ Kehhâle, onun Müsnedü es-mâǿi’r-ricâl ve’l-ensâb adlı kitabının Şam’da Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye’de (Genel, nr. 4616) bulunduğunu bildirmektedir (MuǾcemü’l-müǿellifîn, III, 142). Bağdatlı İsmâil Paşa ise aynı eseri Müsnedü İbni’l-Furât adıyla kaydetmektedir (Îżâĥu’l-meknûn, II, 481).

BİBLİYOGRAFYA:

Kindî, el-Vülât ve’l-ķuđât (Guest), s. 560, 577, 583-584; Hatîb, Târîħu Baġdâd, VII, 234-235; İbnü’l-Kalânisî, Târîħu Dımaşķ (Zekkâr), s. 55-56; Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ, VII, 163-177; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IX, 168; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 346-350; Zehebî, Teźkiretü’l-ĥuffâž, III, 1022-1024; a.mlf., el-Ǿİber, II, 181; a.mlf., AǾlâmü’n-nübelâǿ, XVI, 484-488; Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, I, 292-294; Safedî, el-Vâfî, XI, 118-122; Yâfiî, Mirǿâtü’l-cenân, II, 239; İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 329; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, s. 381 vd.; a.mlf., el-Muķaffe’l-kebîr (nşr. Muhammed el-Ya‘lâvî), Beyrut 1407/1987, s. 379-389; a.mlf., İttiǾâžü’l-ĥunefâǿ (nşr. Cemâleddin eş-Şeyyâl), Kahire 1967, I, 110; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, IV, 203; Süyûtî, Ŧabaķātü’l-ĥuffâž (Lecne), s. 405; a.mlf., Ĥüsnü’l-muĥâđara, I, 352-353; II, 201; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, III, 135-136; Îżâĥu’l-meknûn, II, 481; Kehhâle, MuǾcemü’l-müǿellifîn, III, 142; Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 57-58, 60; K. V. Zetterstéen, “İbnü’l-Furât”, İA, V/2, s. 855; D. Sourdel, “Ibn al-Furāt”, EI² (İng.), III, 768; Sâdık Seccâdî, “İbn Furât”, DMBİ, IV, 391-392; Ramazan Şeşen, “Cevher es-Sıkıllî”, DİA, VII, 456.

Mehmet Aykaç