İBN KESÎR, Ebû Ma‘bed

(أبو معبد ابن كثير)

Ebû Ma‘bed Abdullāh b. Kesîr b. Amr ed-Dârî (ö. 120/738)

Yedi kıraat imamından biri, tâbiî.

45 (665) veya 48 (668) yılında Mekke’de doğdu. Dârî nisbesini Abdüddâroğulları’na mensubiyeti sebebiyle aldığını ileri sürenler olmuşsa da Ebû Ca‘fer İbnü’l-Bâziş’e göre Kisrâ tarafından Yemen’in San‘a şehrine gönderilen İsfahanlı Farslar’dandır; hayatının ilk dönemlerinde aktarlık yaptığı ve Bahreyn’in güzel kokularıyla tanınan Dârîn Limanı’na nisbetle Hicaz bölgesinde aktarlara Dârî dendiği için bu nisbe ile anılmıştır. Zehebî ve İbnü’l-Cezerî de bu görüşü tercih etmektedir. Ayrıca Amr b. Alkame el-Kinânî’nin mevlâsı olduğundan Kinânî ve Mekkî nisbeleriyle de zikredilmiştir. Künyesi Ebû Bekir, Ebû Abbâd ve Ebû Muhammed olarak kaydedilmişse de doğrusu Ebû Ma‘bed’dir. Sahâbî neslinden Abdullah b. Zübeyr, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Enes b. Mâlik’le görüşen ve bir müddet Irak’ta ikamet edip Mekke’ye dönen İbn Kesîr (Zehebî, MaǾrifetü’l-ķurrâǿ, II, 200; İbnü’l-Kāsıh, s. 9; Kastallânî, I, 95), Kur’an derslerini Mücâhid b. Cebr’den ve Abdullah b. Abbas’ın mevlâsı Dirbâs’tan aldı. Abdullah b. Sâib’den de okuduğu ileri sürülmüştür, ancak Zehebî bunun doğru olmadığını ve Kur’an’dan bir bölüm okumuş olabileceğini söyler (MaǾrifetü’l-ķurrâǿ, I, 133). İbn Kesîr Mücâhid b. Cebr, Dirbâs, İkrime el-Berberî, Ebü’l-Minhâl Abdurrahman b. Mut‘im, Muhammed b. Kays b. Mahreme’den hadis rivayet etti. Ma‘rûf b. Müşkân, Şibl b. Abbâd, İsmâil b. Abdullah el-Kıst, Halîl b. Ahmed Kur’an ve kıraat talebeleri arasında yer alırken Ebû Amr b. Alâ ondan bir hatim indirmiş; İbn Cüreyc, Eyyûb es-Sahtiyânî, Hammâd b. Seleme, Cerîr b. Hâzim, Abdullah b. Ebû Necîh gibi âlimler kendisinden hadis rivayet etmiştir. Hammâd b. Zeyd’in de ondan bazı kıraat vecihleri naklettiği belirtilmektedir.

İbn Kesîr 120 (738) yılında Mekke’de vefat etti. Bu tarihin Abdullah b. Kesîr b. Abdülmuttalib es-Sehmî’nin ölüm tarihiyle karıştırıldığı ve onun 122’de (740) öldüğü ileri sürülmüşse de Zehebî gerek Târîħu’l-İslâm’da gerekse el-Ǿİber’de biyografisini 120 yılı vefeyâtı arasında kaydetmiş, İbnü’l-Cezerî de bu tarihin kesin olarak 120 olduğunu zikretmiştir (en-Neşr, I, 120).

Cerîr b. Hâzim, İbn Kesîr’in düzgün bir tilâveti olduğunu, Süfyân b. Uyeyne, Mekke’de Humeyd b. Kays ve İbn Kesîr’den daha güzel Kur’an okuyan bir kimse bulunmadığını söylemiştir. Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm da Mekke’de İbn Kesîr, Humeyd b. Kays ve İbn Muhaysın’ın kıraat konusundaki önemine işaret ettikten sonra İbn Kesîr’in önde olduğunu belirterek Mekkeliler’in kıraatinin onda birleştiğini ifade etmiştir (Ebû Şâme, s. 164). İbn Mücâhid, İbn Kesîr’i Kitâbü’s-SebǾa’sındaki yedili sistemine alırken kendi dönemine kadar Mekkeliler arasında onun kıraati üzerinde icmâ hâsıl olduğuna dair tesbitini (Kitâbü’s-SebǾa, s. 65-66) göz önünde bulundurmuş olmalıdır. Enderâbî’ye göre de İbn Kesîr hem Mekke’nin kāriidir, hem Mescid-i Harâm’ın mukrîidir; Mekkeliler onun kıraatinde birleşmiş, Enderâbî’ye kadar bu tercihlerini korumuşlardır (Ķırâǿâtü’l-ķurrâǿi’l-maǾrûfîn, s. 65). Zehebî’nin belirttiğine göre İbn Kesîr aynı zamanda bir vâizdi; talebelerine ders okutacağı zaman onlara önce vaaz ediyor, Kur’an tilâvetine mânen hazır halde başlamaları için bu yolu seçtiğini söylüyordu (MaǾrifetü’l-ķurrâǿ, I, 201).

Safedî, İbn Kesîr’in kıraatinin kendi tercihleriyle meydana geldiği veya aynen Mücâhid b. Cebr’in ya da Abdullah b. Abbas’ın yahut Übey b. Kâ‘b’ın okuyuşlarıyla sınırlı olduğu şeklinde âlimlerin farklı görüşleri bulunduğunu söylüyorsa da onun kıraatinin Mücâhid’in okuyuşlarıyla sınırlı olmadığı kesindir. Zira pek çok yerde Mücâhid’in okuyuşunu tercih etmemiştir. Meselâ Bakara sûresinin 20. âyetinde Mücâhid يخطِف okurken (İbn Hâleveyh, s. 11) İbn Kesîr bu kelimeyi diğer kurrâ gibi يخطَف, aynı sûrenin 85. âyetinde Mücâhid يَظَّهَّرون okurken (a.g.e., s. 15) İbn Kesîr يَظاَهَرون (İbn Mücâhid, s. 163) diye okumaktadır. Aynı şekilde yine bu sûrenin 184. âyetinde Mücâhid يُطَوَّقونه okumakta (İbn Hâleveyh, s. 19), İbn Kesîr diğer kurrâ gibi يُطيقونه diye kıraat etmektedir. Buna göre onun kıraatinin Abdullah b. Abbas veya Übey b. Kâ‘b’ın kıraatiyle sınırlı olduğunu düşünmenin bir dayanağı yoktur. Ancak Enderâbî’nin değerlendirmesine göre İbn Kesîr’in kıraatinde esas olan, kendi re’yi ile ve kıyas yoluyla tesbitler yapmadan rivayet ve isnaddır (Ķırâǿâtü’l-ķurrâǿi’l-maǾrûfîn, s. 65). Bu esas göz önünde bulundurulmak şartıyla hocalarından aldığı farklı okuyuşlar arasında tercihler yaparak kıraatini oluşturduğunu söylemek mümkündür.

İbn Ebû Dâvûd’un tesbitleri doğru ise İbn Kesîr’in kıraatinde Mekke mushafı ile uyuşmayan noktalar da vardır. Nisâ sûresinin 171. âyetinde yer alan رُسُلِه kelimesi adı geçen mushafta رَسُولِه şeklinde yazılmış olduğu halde İbn Kesîr diğer kurrâ gibi bu kelimeyi رُسُلِه okumuş, Muhammed sûresinin 18. âyetindeki أن تَأتَيَهم ibaresi de yine Mekke mushafında أن تَأتِهِم şeklinde yazılı olmasına rağmen Basra ve Medine mushaflarına uyarak أن تَأتَيَهم diye okumayı tercih etmiştir (İbn Ebû Dâvûd, s. 47-49).

Kaynaklar, İbn Kesîr kıraatinin tesbitinde genellikle Bezzî ve Kunbül’ün rivayetlerini esas almışlarsa da bu rivayetlerin temellerini oluşturmaları açısından Şibl b. Abbâd ve Ma‘rûf b. Müşkân ile İsmâil b. Abdullah el-Kıst’ın onun talebeleri arasında farklı yerleri olduğu anlaşılmaktadır. İbn Kesîr kıraatinin bazı özellikleri şöylece sıralanabilir: 1. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen صراط ve الصراط kelimelerini Kunbül’ün rivayetinde سراط ve السراط diye okur. 2. كم، هم gibi cemi zamirlerin “mîm”lerine zamme verir ve önlerine uzatan vav takdir eder (sıla yapar): كمو، همو gibi. 3. Sâkin bir harften sonra gelen müfred müzekker gāib zamirlerini harekeleri doğrultusunda uzatarak (önlerine med harfi takdir ederek) okur: منهو، فيهى gibi. 4. Kur’an’da geçtikleri her yerde هزوا kelimesini القدس، هزءاkelimesini القدس (“dâl”i sükûnla) أرنا’yı أرنا (“râ”yı sükûnla), خُطُوات’ı خُطْوات (“tâ”yı sükûnla), أُكُله، أُكُلها، الأُكُل، أُكُل kelimelerindeki “kâf”ı sükûnla الأُكْل، أُكْل، أُكْله، أُكْلها şeklinde okur. 5. القُرْآن kelimesindeki hemzeyi hazfeder: القُرَان.

Zehebî’ye göre az hadis rivayet etmiş olan İbn Kesîr’i İbn Sa‘d, Ali b. Medînî ve Nesâî sika bir râvi olarak değerlendirmiş olup Kütüb-i Sitte’de ve diğer bazı kaynaklarda yer alan “selem” hadisinin (tahrîci için bk. Zehebî, MaǾrifetü’l-ķurrâǿ, I, 202) onun tarafından mı rivayet edildiği, yoksa bu hadisin senedindeki Abdullah b. Kesîr’in Sehmî nisbesiyle anılan ve dedesinin ismi Muttalib olan râviye mi ait olduğu hususu ihtilâflıdır. Zehebî, bu ihtilâfa da işaret ederek İbn Kesîr’in Kütüb-i Sitte’de bundan başka hadisi bulunmadığını söylemiş (a.g.e., II, 202-203), Mîzânü’l-iǾtidâl’de ise Abdullah b. Kesîr es-Sehmî’nin biyografisini incelerken mukrî olan İbn Kesîr’in kaynaklarda herhangi


bir rivayetinin yer almadığını belirtmiştir (II, 474).

İbnü’n-Nedîm, İbn Şenebûz’ün (ö. 328/939) Kitâbü Mâ ħâlefe İbn Keŝîr Ebâ ǾAmr adında bir eseri olduğunu kaydetmiştir. Yedi, sekiz, on kıraatle ilgili hemen bütün eserlerde İbn Kesîr’in kıraatine yer verilmiş, ayrıca bu kıraati inceleyen müstakil kitaplar da yazılmıştır (bunlardan bazılarının yazma nüshaları için bk. el-Fihrisü’ş-şâmil, I, 443; II, 468 [Nâfi‘ ve Ebû Amr b. Alâ’nın kıraatiyle birlikte], 491, 520-522, 633, 671, 672, 682, 691).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, V, 484; Halîfe b. Hayyât, eŧ-Ŧabaķāt (Ömerî), s. 282; Buhârî, et-Târîħu’l-kebîr, V, 181; a.mlf., et-Târîħu’ś-śaġīr (nşr. Mahmûd İbrâhim Zâyed), Beyrut 1406/1986, I, 339, 341; İbn Ebû Dâvûd, Kitâbü’l-Meśâĥif (nşr. A. Jeffery), Kahire 1355/1936, s. 47-49; İbn Mücâhid, Kitâbü’s-SebǾa (nşr. Şevkī Dayf), Kahire 1972, s. 65-66, 92-94, 163; İbn Hâleveyh, Muħtaśar fî şevâźźi’l-Ķurǿân, Beyrut 1934, s. 11, 15, 19; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Şüveymî), s. 142-143, 157; Enderâbî, Ķırâǿâtü’l-ķurrâǿi’l-maǾrûfîn (nşr. Ahmed Nusayyif el-Cenâbî), Beyrut 1407/1986, s. 65-73; İbnü’l-Bâziş, el-İķnâǾ, I, 77-92; Ebû Şâme, el-Mürşidü’l-vecîz, s. 164; Nevevî, Tehźîb, Kahire, ts. (et-Tıbâatü’l-münîriyye), I, 283; İbn Hallikân, Vefeyât (Abdülhamîd), II, 245; Mizzî, Tehźîbü’l-Kemâl, XV, 468-471; Zehebî, MaǾrifetü’l-ķurrâǿ (Altıkulaç), I, 133, 197-203; a.mlf., AǾlâmü’n-nübelâǿ, V, 318-322; a.mlf., Târîħu’l-İslâm: sene 101-120, s. 403-404; a.mlf., Mîzânü’l-iǾtidâl, II, 473-474; a.mlf., el-Ǿİber, I, 152; Safedî, el-Vâfî, XVII, 409-410; İbnü’l-Kāsıh, Sirâcü’l-ķāriǿi’l-mübtedî, Kahire 1315, s. 9; Fâsî, el-Ǿİķdü’ŝ-ŝemîn, V, 236-238; İbnü’l-Cezerî, Ġāyetü’n-Nihâye, I, 443-445; a.mlf., en-Neşr, I, 115-121; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, V, 367-368; Kastallânî, Leŧâǿifü’l-işârât (nşr. Âmir es-Seyyid Osman - Abdüssabûr Şâhin), Kahire 1392/1972, I, 94-95; el-Fihrisü’ş-şâmil: Ǿulûmü’l-Ķurǿân, maħŧûŧâtü’l-ķırâǿât (nşr. el-Mecmau’l-melekî), Amman 1987, I, 443; II, 468, 491, 520-522, 633, 671, 672, 682, 691; C. Brockelmann, “İbn Kesîr”, İA, V/2, s. 761; J. C. Vadet, “Ibn Kaґћīr”, EI² (İng.), III, 817; Ahmed Pâketçî, “İbn Keşîr”, DMBİ, IV, 509-511.

Tayyar Altıkulaç