İBN ŞÜBRÜME

(ابن شبرمة)

Ebû Şübrüme Abdullāh b. Şübrüme b. et-Tufeyl ed-Dabbî (ö. 144/761)

Fakih ve kadı.

72 (691-92) yılında dünyaya geldi (Şîrâzî, s. 84; İbn Hacer, V, 251). Vefat ettiğinde seksen altı yaşında olduğunu bildiren bir rivayete göre (Vekî‘, III, 124) 58’de (678) doğması muhtemel olmakla birlikte genellikle Ebû Hanîfe’nin akranı olarak zikredilmesi ilk görüşü doğrulamaktadır. Mudar kabilesinin Benî Dabbe kolundan ve meşhur Arap hatibi Münzir b. Dırâr’ın soyundan olup babası Şübrüme’nin Cemel Vak‘ası’nda Hz. Ali’yi gördüğü ve İbn Mes‘ûd’dan hadis rivayet ettiği belirtilmektedir. İbrâhim en-Nehaî, Hammâd b. Ebû Süleyman ve Âmir b. Şerâhil eş-Şa‘bî gibi Kûfe’nin önde gelen âlimlerinden fıkıh tahsil eden İbn Şübrüme, Ca‘fer es-Sâdık’ın meclisinde beraber bulunduğu Ebû Hanîfe’den, ayrıca Rebîatürre’y’den faydalandı. Enes b. Mâlik, Şa‘bî, Ebû Seleme b. Abdurrahman, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, İbrâhim en-Nehaî, Sâlim b. Abdullah b. Ömer, İbn Sîrîn, Nâfi‘, Atâ b. Ebû Rebâh ve İbnü’l-Münkedir gibi birçok âlimden hadis rivayet etti. Kaynaklarda Hasan-ı Basrî’den rivayette bulunduğu belirtilmekle birlikte (Yahyâ b. Maîn, II, 312; Fesevî, II, 45; Vekî‘, III, 48, 52-53, 116) Buhârî, Süfyân’dan naklen İbn Şübrüme’nin Hasan-ı Basrî’nin meclislerine katılmadığını kaydeder (et-Târîħu’l-kebîr, V, 117). İbn Şübrüme’den oğlu Abdülmelik, Süfyân es-Sevrî, Şu‘be b. Haccâc, İbnü’l-Mübârek, Ma‘mer b. Râşid, Süfyân b. Uyeyne, Îsâ b. Râşid ve Cerîr b. Abdülhamîd gibi âlimler hadis nakletmişlerdir. Bir rivayete göre İbnü’l-Mübârek meclislerine katılmakla birlikte ondan rivayette bulunmamıştır (İbn Hacer, V, 251).

Emevîler ve Abbâsîler döneminde önemli görevlerde bulunan İbn Şübrüme, Hişâm b. Abdülmelik’in Irak valisi Yûsuf b. Ömer es-Sekafî tarafından 120 (738) yılında Kûfe kadılığına getirildi; 122’de (740) azledilip beytülmâl görevlisi olarak Sicistan’a gönderildi. Son Emevî halifesi Mervân’ın Irak valisi olan Ebû Hâlid İbn Hübeyre’nin görev teklifini önce kabul etmediyse de 127 (745) yılında Irak’ta iç karışıklıklar baş gösterince vali, içlerinde İbn Şübrüme’nin de bulunduğu fakih ve kadıları toplayıp çeşitli görevlere tayin etti. Abbâsîler iktidara geçince Ebü’l-Abbas es-Seffâh’ın yeğeni olup onun tarafından Kûfe valiliğine getirilen veliahdı Îsâ b. Mûsâ, Sicistan’dan dönen İbn Şübrüme’yi mezâlim mahkemesi hâkimliğine, İbn Ebû Leylâ’yı kadılığa tayin etti. Yemen’de de görev yapan İbn Şübrüme’nin oradaki görevinin mahiyeti hakkında kaynaklar farklı bilgiler verir. Yahyâ b. Maîn, Ebü’l-Abbas es-Seffâh tarafından Yemen kadılığı ile birlikte diğer bazı görevlere (et-Târîħ, II, 312), İbn Sa‘d Yemen valiliğine getirildiğini (eŧ-Ŧabaķāt, VI, 350), Vekî‘ ise Yemen’e tayin edilen bir âmilin veziri gibi bir konumda gönderildiğini, ikinci bir rivayete göre de kadı olarak görevlendirildiğini kaydeder (Aħbârü’l-ķuđât, III, 109-110). Mansûr döneminde Kûfe civarındaki Sevâd arazisi kapsamına giren haraç bölgesine kadı olarak tayin edilen İbn Şübrüme, ayrıca Kûfe’nin devlet gelirlerinin gerekli yerlere harcanması görevini de yürüttü. Kûfe’nin


kasabalarına kadı tayini yetkisine de sahip olan İbn Şübrüme, İbn Hübeyre ve Îsâ b. Mûsâ’nın Kûfe’de şurta görevi teklifini kabul etmemiştir. İbn Abdürabbih’in onun istemeyerek Basra kadılığı yaptığı şeklinde verdiği bilgi (el-Ǿİķdü’l-ferîd, II, 365) diğer kaynaklarca doğrulanmaz.

Çağdaşı birçok fakihin aksine yöneticilerden hediye alan İbn Şübrüme kadılık görevini isteyerek kabul etmiş, bu görevi kabul etmemekte direnen Ebû Hanîfe’yi de eleştirmiştir (Bezzâzî, II, 105). Ancak İbn Şübrüme, kadılık görevini idamı göze almadan kabullenmeye kalkışma-mak gerektiğini söyler (Vekî‘, I, 24), ada-letten tâviz vermez ve görevini en doğru biçimde yerine getirmeye çalışırdı. Yöneticiler kendisine büyük saygı ve güven duyardı. Kûfe Valisi İbn Hübeyre, Kur’an’ı yanlış yorumlayarak isyan eden ve pek çok cana kıyan Hâricîler hakkında İbn Ebû Leylâ ile İbn Şübrüme’den fetva alarak hareket ettiği (a.g.e., III, 81-82) ve İbn Şübrüme’nin Ebû Müslim-i Horasânî’nin güvendiği kişiler arasında yer aldığı (İbn Hamdûn, II, 476; IX, 262) bilinmektedir.

İbn Şübrüme, Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr ve onun yakın çevresiyle bazı meseleler müzakere edecek kadar yakınlık kurmuşken hayatının sonlarına doğru Irak valisi ve Abbâsî veliahdı olan Îsâ b. Mûsâ’dan dolayı araları açıldı. Ebû Ca‘fer el-Mansûr, halifelik iddiasında bulunan amcası Abdullah b. Ali’yi yakalatarak Îsâ’ya gönderdi ve ardından öldürülmesini emreden bir mektup yolladı. Îsâ da bunun kendisine yönelik bir komplo olduğunu söyleyen İbn Şübrüme’nin tavsiyesine uyarak onu hapsetti, halifeye de öldürüldüğünü bildirdi. Daha sonra İbn Şübrüme’nin olaydaki rolünü öğrenen Halife Mansûr kendisini öldürmeye yemin etti. Bunu haber alan İbn Şübrüme saklandı ve Îsâ tarafından gönderildiği Horasan’da vefat etti. Kaynakların hemen hepsi onun 144’te (761) öldüğünü belirtirken Vekî‘ ikinci bir rivayet olarak 145 (762) tarihini kaydeder (Aħbârü’l-ķuđât, III, 107, 148). İbn Şübrüme’nin 148 (765) yılında, Musul’da Hassân b. Mücâlid el-Hemdânî ida-resinde ayaklanan Hâricîler hakkında görüşleri alınmak üzere Mansûr’un isteğiyle Ebû Hanîfe ve İbn Ebû Leylâ ile birlikte Kûfe’den Bağdat’a çağrıldığı şeklindeki bilgi (Yezîd b. Muhammed el-Ezdî, s. 206; İbnü’l-Esîr, V, 585), onun belirtilen tarihte vefat etmiş olması ve Bağdat’ın daha sonra yerleşime açılması gibi sebeplerle doğru değildir. Zâhidâne bir hayat yaşa-yan, gösterişe ve lükse önem vermeyen İbn Şübrüme’nin vefatında sahip olduğu bütün malı 17 dirhem karşılığında satılmıştır (Vekî‘, III, 112).

İbn Şübrüme fıkıh alanındaki bilgisiyle tanınmış olup ictihad seviyesine ulaşmış bir âlimdi. Hammâd b. Zeyd ondan daha fakih bir Kûfeli görmediğini söylemiş (a.g.e., III, 73; Şîrâzî, s. 84), Süfyân es-Sevrî de, “Fakihlerimiz İbn Şübrüme ile İbn Ebû Leylâ’dır” demiştir (Ahmed b. Hanbel, II, 436; Buhârî, et-Târîħu’l-kebîr, V, 117). Câhiz İbn Şübrüme’yi fakih, âlim, kadı, râvi, şair, hatip ve nesep âlimi olarak nitelendirdikten sonra bu özelliklerinden dolayı Şa‘bî’ye benzetildiğini kaydeder (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 336). Mis‘ar b. Kidâm ise onu Kādî Şüreyh’e benzetirdi (Vekî‘, III, 37).

Çağının iki temel fıkıh ekolünden ehl-i re’ye mensup olan İbn Şübrüme Irak ekolünün temel anlayışlarını savunur ve istidlâllerinde, bu ekolün fıkhî istidlâl geliştirme ve kıyaslama yöntemini ifade eden “eraeyte” ibaresini kullanırdı (a.g.e., III, 71, 83). Bununla birlikte güneşe ve aya ibadet edilmesine kıyasın yol açtığını söylediği şeklindeki rivayet (bk. Hatîb, el-Faķīh ve’l-mütefaķķih, I, 186) onun fıkhî düşünceleri ve uygulamaları dikkate alındığında gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü İbn Şübrüme’nin benzerlerle ve kıyasla hükmedilmesini tavsiye eden bir beyit söylediği diğer kaynaklar yanında aynı kaynakta da yer alır (a.g.e., I, 204; ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, III, 39; Vekî‘, III, 97). Cessâs da, “Hammâd, Hakem ve onlardan sonra İbn Şübrüme ile İbn Ebû Leylâ’nın olaylar hakkında kıyası câiz gördüklerini nasıl biliyorsak Şa‘bî’nin kıyası kabul ettiğini de öyle biliyoruz” diyerek bu konuda bir şüphe bulunmadığını belirtmiştir (el-Fuśûl, IV, 67).

İbn Şübrüme, fikirlerine ihtilâfü’l-fukahâ türü eserlerde yer verilen sayılı müctehidlerden biri olmakla birlikte görüşleri etrafında bir mezhep teşekkül etmemiştir. Gerek rivayet ettiği hadisler gerekse fıkhî konulara ilişkin görüşlerinin diğer büyük müctehidlerinki kadar fazla olmamasında yürüttüğü resmî görevlerin etkisi bulunmalıdır. Fıkha dair görüşleri daha çok kadılık yaptığı süre içinde ortaya çıkmış, bunların önemli bir kısmını Vekî‘ Aħbârü’l-ķuđât adlı eserinde kaydetmiştir. Yine bir kısım ictihadları bilhassa Hanefî mezhebi kitaplarında, bazı hilâfiyyât eserlerinde ve diğer fıkıh kitaplarında nakledilmiştir.

Hukuk alanında daha çok uygulamalarıyla dikkati çekmiş olan İbn Şübrüme, kadılık tecrübesiyle adlî bazı tedbirlerin alınmasına öncülük etmiştir. Yalancı bir şahidi mescidde cezalandıracak kadar şahitlik müessesesi üzerinde titizlikle durarak şahitleri gizlice soruşturur, delilleri yazar ve şahitlerin ifadelerini ayrı ayrı alırdı. Hatta alenî soruşturmada ilgililerin baskı altında beyanda bulunabileceği endişesiyle şahitlerin güvenilirliklerini gizlice araştıran soruşturan ilk hâkimin kendisi olduğu kaydedilir. Süyûtî, şahitleri gizlice soruşturan ilk hâkimin Mısır Kadısı Gavs b. Süleyman el-Hadramî (ö. 168/784-85) olduğunu söylerse de (el-Vesâǿil, s. 111) İbn Şübrüme’nin ondan önce kadılık yaptığı bilindiğine göre Süyûtî Mısır kadılarını kastetmiş olmalıdır. Bilirkişilerin vardığı kararın hâkimi bağlayıcı olmadığını savunan İbn Şübrüme mahkemeye celp edilemeyen sanıklar hakkında gıyabî hüküm verirdi.

İctihadlarında sosyal gerçekliğe ayrı bir önem veren İbn Şübrüme’nin, çağdaşı birçok fakihin aksine karısının nafakasını karşılayamayacak kadar fakir olan bir kimsenin evliliğine hâkim kararıyla son verilemeyeceğini, İslâm ülkesine izinle giren bir gayri müslimi öldüren müslümana kısas uygulanacağını (Fesevî, III, 547), er-genlik yaşına girmemiş küçük kız çocuğunu velisinin evlendiremeyeceğini söylemesi (Tahâvî, II, 257), aile vakıflarını meşrû kabul etmesi (İbn Kudâme, VIII, 191) ve alışverişlerde şart ileri sürme serbestliğini tanıması (Vekî‘, III, 46-47) gibi bazı önemli ictihadları vardır. Son görüşü, sözleşme serbestliğini kabul etmesi ve günün ihtiyaçlarına elverişli olması sebebiyle Mecelle hazırlanırken gündeme gelmiş, ancak Hanefî mezhebinin görüşü tercih edilmiştir. İbn Şübrüme’nin, küçükler üzerindeki velâyetin onların menfaatini koruma amacıyla tesis edildiği, bulûğa ermemiş çocukların evlendirilmesinin böyle bir yarar taşımadığı için câiz olmayacağı şeklindeki görüşü ise 1917 tarihli Hukūk-ı Âile Kararnâmesi’nde esas alınmış (md. 7), günümüz İslâm ülkeleri de genelde bu yönde kanunlaştırmaya gitmiştir. İbn Şübrüme mest üzerine meshetmez ve Hz. Âişe’nin de meshetmeye karşı olduğunu rivayet ederdi (Vekî‘, III, 49, 89, 127). Namazda tahiyyat okumayan


kimsenin Allah’ı zikretmesinin yeterli sayılacağını, âdet haline getirilmedikçe bir ihtiyaçtan dolayı namazların cemedilmesinin câiz olduğunu söylerdi (İbn Kudâme, III, 137).

İbn Sa‘d, Ahmed b. Hanbel, Ebü’l-Hasan el-İclî, Ebû Hâtim er-Râzî ve Nesâî gibi hadis otoriteleri İbn Şübrüme’nin sika bir râvi olduğunu kabul etmişlerdir. İbn Hibbân da onu güvenilir saymakla birlikte yanıldığını belirtir. İbn Şübrüme’nin rivayet ettiği hadis sayısı yetmiş civarındadır. Vekî‘, onun isnadının ve kendisinden önceki nesilden rivayetinin az olduğunu, müsned ve merfû rivayetlerinin ve ona ilişkin haberlerin hemen hepsini bir araya getirmeye çalıştığını belirttikten sonra bu rivayetleri senedleriyle birlikte kaydeder (Aħbârü’l-ķuđât, III, 37-52). Buhârî, el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde İbn Şübrüme’nin rivayetiyle istişhâd etmiş ve el-Edebü’l-müfred’de kendisinden rivayette bulunmuş, Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte imamları da onun rivayetlerine kitaplarında yer vermişlerdir.

İbn Şübrüme’nin, döneminde ortaya çıkan kelâm problemlerine dair görüşleri hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak Mu‘tezile mezhebinin ilk imamlarından Amr b. Ubeyd kendisine cihada ve emir bi’l-ma‘rûfa teşvik eden bir mektup yazmış, İbn Şübrüme de konu hakkındaki görüşlerini bir şiirle ifade ederek ona göndermiştir. Bu şiirde belirtildiğine göre İbn Şübrüme, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münkeri “nâfile” (bir rivayete göre ise farz) sayar, âciz olduğu için yerine getiremeyenleri mâzur görür ve kınanmalarını tasvip etmez, bunun halka kılıç çekerek yapılamayacağını söyler (Vekî‘, III, 91-92). Dolayısıyla emir bi’l-ma‘rûfu mezheplerinin beş temel esasından biri sayan Mu‘tezile’den ve bu yolda kılıç çekmeyi mubah sayan Hâricîler’den farklı düşünmekte ve şiirin bütünlüğü dikkate alındığında onun emir bi’l-ma‘rûfun hükmünü “nâfile” saydığı rivayeti daha doğru görünmektedir. Nitekim cihad eden müslümanları Allah yolunun yardımcıları olarak nitelemekle birlikte cihadın vâcip olmadığını savunurdu (Tahâvî, III, 509). Ancak İbn Şübrüme’nin, emir bi’l-ma‘rûfu yerine getirebilmek için güçlü olmayı ve bir zarar gelmesi ihtimalinin bulunmamasını şart koştuğu anlaşılmaktadır (Buhârî, “Tefsîr”, 8/6; “Fiten”, 20). Öte yandan İbn Şübrüme’nin, Hz. Ali’den kendisine sahih yolla gelen bir hadisi diğerlerine tercih ettiğini söylemesi (Vekî‘, I, 91), Zeyd b. Ali’den rivayette bulunması (a.g.e., III, 75) ve Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin onu Şiî imamlarından Ebû Muhammed Ali b. Hüseyin ve Ca‘fer es-Sâdık’ın öğrencileri arasında sayması (Ricâlü’ŧ-Ŧûsî, s. 97, 228), Ehl-i beyt ile ilişkisini ve onlara sevgisini ortaya koysa bile Şiî düşünceyi desteklediğini göstermez. Emevî ve Abbâsîler döneminde resmî görev almış olması, hadisçilerin onun bir fırkaya mensubiyetini belirtmemeleri gibi hususlar esas alındığında İbn Şübrüme’nin itikadî görüşlerinde Selef yolunu benimsediği söylenebilir.

İbn Şübrüme’den günümüze herhangi bir eser intikal etmiş olmamakla birlikte bazı kaynaklarda ona nisbet edilen biri hadis ilmine, diğeri ferâize dair iki yazılı metinden söz edilir. Bir devlet adamının Hz. Peygamber’den rivayet ettiği hadislerin kaynağını sorması üzerine kendisinde bulunan bir kitaptan naklettiğini belirtmiştir (Vekî‘, III, 117). Kâtib Çelebi ise Ebû Hanîfe zamanında İbn Ebû Leylâ ile İbn Şübrüme’nin ferâize dair eser yazdıklarını kaydeder (Keşfü’ž-žunûn, II, 1245). Şairliğinden de söz edilen İbn Şübrüme’nin şiirlerinden bir kısım örnekler çeşitli eserlerde günümüze ulaşmıştır (İbn Sa‘d, VI, 351; Câhiz, I, 337; III, 146; İbn Kuteybe, s. 494; Vekî‘, III, 90-101; İbn Hamdûn, II, 99).

BİBLİYOGRAFYA:

Dârimî, “Muķaddime”, 24, 51; Buhârî, “Şehâdât”, 20, “Tefsîr”, 8/6, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 34, “Ŧalâķ”, 4, “Fiten”, 20, “Ahķâm”, 31; a.mlf., et-Târîħu’l-kebîr, V, 117; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, VI, 208, 350-351; Yahyâ b. Maîn, et-Târîħ, II, 312-313; Halîfe b. Hayyât, et-Târîħ (Ömerî), s. 361, 421; Ahmed b. Hanbel, el-Ǿİlel (Vasiyyullah), I, 252, 376-377, 419, 488; II, 436, 538; III, 39, 205, 478; Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 98, 336-338; II, 146, 315; III, 146; İclî, eŝ-Ŝiķāt, s. 259-261; Fesevî, el-MaǾrife ve’t-târîħ, I, 128, 703; II, 24, 45, 610-615, 674, 677, 708, 709, 813; III, 102, 171, 547, 549; IV, 217; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 470-471, 494; Vekî‘, Aħbârü’l-ķuđât, I, 5, 24, 91, 358; III, 26, 36-129, 131, 132, 148, 356; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VII, 159, 179, 191; Tahâvî, Muħtaśaru İħtilâfi’l-Ǿulemâǿ (nşr. Abdullah Nezîr Ahmed), Beyrut 1416/1995, II, 257; III, 331, 386, 509; ayrıca bk. I-V, tür.yer.; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, V, 82; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd, II, 228, 365, 466; III, 150, 176, 183, 204; IV, 45, 124; VI, 335; Yezîd b. Muhammed el-Ezdî, Târîħu’l-Mevśıl (nşr. Ali Habîbe), Kahire 1387/1967, s. 181, 206-207; İbn Hibbân, eŝ-Ŝiķāt, VIII, 364; Cessâs, el-Fuśûl fi’l-uśûl (nşr. Uceyl Câsim en-Neşmî), Küveyt 1994, II, 173; IV, 67; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Ricâlü’ŧ-Ŧûsî (nşr. M. Sâdık Âl-i Bahrülulûm), Kum 1961, s. 97, 228; Hatîb, Târîħu Baġdâd, VII, 255, 258; XIII, 315-316; a.mlf., el-Faķīh ve’l-mütefaķķih (nşr. İsmâil el-Ensârî), Beyrut 1400/1980, I, 186, 204; II, 129, 198; İbn Abdülber, el-İstiźkâr (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Beyrut 1414/1993, XXX, 74-75; Şîrâzî, Ŧabaķātü’l-fuķahâǿ, s. 84; İbn Hamdûn, et-Teźkiretü’l-Ĥamdûniyye (nşr. İhsan Abbas - Bekir Abbas), Beyrut 1996, II, 99, 476; VII, 211, 228, 243, 290; VIII, 154, 155, 286; IX, 262, 280; İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî - Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), Kahire 1992, III, 137; VIII, 191; XV, 459; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 228, 249, 528, 585; Mizzî, Tehźîbü’l-Kemâl, XV, 76-80; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, V, 232; VI, 347-349; a.mlf., Târîħu’l-İslâm: sene 141-160, s. 193-195; Bezzâzî, Menâķıbü Ebî Ĥanîfe, Beyrut 1401/1981, II, 105, 497, 499; İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, V, 250-251; Süyûtî, el-Vesâǿil ilâ maǾrifeti’l-evâǿil (nşr. İbrâhim el-Adevî - Ali Muhammed Ömer), Kahire 1980, s. 111; Keşfü’ž-žunûn, II, 1245; Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s. 37-38; J.-C. Vadet, “Ibn Ѕћubruma”, EI² (İng.), III, 938; Nâsır Güzeşte, “İbn Şübrüme”, DMBİ, IV, 64-65.

Şükrü Özen