İBN TAĞRÎBERDÎ

(ابن تغرى بردى)

Ebü’l-Mehâsin Cemâlüddîn Yûsuf b. Tağrîberdî el-Atâbekî el-Yeşbugavî ez-Zâhirî (ö. 874/1470)

Memlükler dönemi tarihçisi.

812 (1409-10) yılında doğdu. Kaynaklarda babası Emîr Seyfeddin Tağrîberdî’nin Anadolu asıllı (Rûmiyyü’l-asl) bir memlük olduğu bildirilmiş, ancak milliyeti belirtilmemiştir. O dönemde bu tabir, Türkler’den başka Anadolu’da yaşayan diğer kavimleri de içine almakla birlikte isminin Türkçe olması (Tanrıberdi / Tanrıbirdi


“Tanrıverdi”, bk. İA, XI, 705, 707), Türkçe’yi ve Türk tarihini çok iyi bilmesi onun Türk asıllı olduğunu göstermektedir. Annesi de Türk asıllıdır ve kocası gibi el-Melikü’z-Zâhir Berkuk’un âzatlılarındandır. Berkuk tarafından satın alındıktan sonra memlükleri arasına katıldığı için onun unvanından dolayı Zâhirî nisbesiyle anılan Emîr Tağrîberdî, efendisinin âzat etmesinin ardından kapıkulu askerlerine (el-memâlîkü’s-sultâniyye) dahil olmuş ve kısa sürede yükselerek hükümdara yakın emîrler arasına girmişti. Sultan ona verdiği değeri, kendisini Halep nâibliğine tayin edip el-Melikü’l-Mansûr Muhammed’in kızıyla evlendirmek suretiyle gösterdi. Berkuk’un ölümünden sonra yerine geçen oğlu el-Melikü’n-Nasır Ferec de onu ancak büyük emîrlere tevdi edilen (Kalkaşendî, IV, 180-184) Dımaşk nâibliğine getirdi ve ayrıca kızlarından biriyle evlendi.

İbn Tağrîberdî babasının vefatı sırasında henüz iki üç yaşlarında bulunuyordu; altı erkek kardeşin en küçüğü idi ve dört de kız kardeşi vardı. Önemli bir emîrin oğlu ve sultanın kayınbiraderi oluşu onu yetimliğin mahrumiyetlerinden korudu. Babasının ölümünden sonraki ilk yıllarını, Hanefî kadısı Nâsırüddin Muhammed b. Adîm ile evli olan diğer ablasının yanında ve bu âlimin himayesinde geçirdi. İbnü’l-Adîm’in 819’da (1416) vefatından sonra ablasının yeni kocası Şâfiî başkadısı Celâleddin Abdurrahman b. Ömer el-Bulkīnî’nin himayesine girdi ve ölümüne kadar beş yıl da onun yanında kaldı. Böylece çocukluğunu zamanın iki önemli âliminin gözetiminde ve ilmî bir muhitte geçirdi. Onun tahsilini asıl yönlendiren Bulkīnî olmuş, fakat buna rağmen kendisinden mezhebini değiştirmesini istememiştir. İbn Tağrîberdî tahsiline Kur’an’ı ezberlemekle başladı; ardından Hanefî fakihlerinden Şemseddin er-Rûmî, Kādılkudât Bahâeddin Ebü’l-Bekā ve Kādılkudât Bedreddin Mahmûd el-Aynî’den fıkıh dersleri aldı. Yine zamanın Hanefî âlimlerinden Takıyyüddin eş-Şümûnnî’den nahiv, Kıvâmüddin Muhammed b. Muhammed ve Şehâbeddin Ahmed b. Ömerşah ed-Dımaşkī’den edebiyat, Muhyiddin Kâfiyeci’den meânî ve beyân okudu. İbn Hacer el-Askalânî, Mekke Kadısı Celâleddin Ebü’s-Saâdât İbn Zahîre ve İbn Arabşah gibi âlimlerin derslerine katıldı. Bu arada hadis âlimlerinden bazı temel hadis kaynaklarını dinledi. Ayrıca tasavvuf, astronomi, tıp, matematik ve mûsikiyle de ilgilendi; zamanın önemli mûsiki üstatları arasına girmeyi başardı. Daha sonra giderek tarih ilmine meyletti ve dönemin meşhur tarihçisi Makrîzî’nin öğrencisi oldu. Çok beğendiği hocasının metot ve üslûbunu örnek aldı; tarih sahasında Aynî, İbn Hacer ve Şehâbeddin İbn Arabşah’tan da çok istifade etti.

Babasının subaylarının himaye ve desteğine sahip olan İbn Tağrîberdî askerî sınıf içinde emîr oğullarının teşkil ettiği bir nevi ihtiyat kuvveti sayılan evlâdü’n-nâs sınıfına mensuptu ve kendisine ma-aş bağlanmış, ayrıca bazı iktâlar verilmişti. Aynı zamanda iyi bir asker olarak da yetiştirildiği için gençlik çağına ulaştığında hem ilmî hem de askerî sahada tema-yüz etmiş bulunuyordu. Yaşı ilerledikçe önemli devlet adamlarıyla ilişkileri yeni evlilik bağlarıyla daha da güçlendi. Sultan Ferec’in eşi olan kız kardeşi, onun ölümünden sonra Gazze, Hama ve Trablus valiliklerinde bulunan Emîr İnal en-Nevrûzî ile evlenmişti. Diğer bir eniştesi, Sultan el-Melikü’z-Zâhir Çakmak devrinde Dımaşk valiliğine getirilen Emîr Akboğa et-Timrâzî idi. On sultanın dönemini idrak eden İbn Tağrîberdî bu sultanların yakınları arasına girmeyi başarmıştı. Özellikle Barsbay, Çakmak, İnal ve Hoşkadem’in zamanlarında sık sık kaleye çıkar, av partilerine, âlim ve ediplerin toplantılarına katılırdı. Yakın dostu Çakmak’ın oğlu Muhammed yeğenlerinden biriyle evlenmiş ve İbn Tağrîberdî en önemli eserlerinden el-Menhelü’ś-śâfî’yi ona takdim için yazmıştı. 5 Zilhicce 874 (5 Haziran 1470) tarihinde ölen İbn Tağrîberdî, sağlığında Sultan el-Melikü’l-Eşref İnal Türbesi’nin yanına yaptırdığı ve kitaplarını vakfettiği türbesine gömülmüştür.

İbn Tağrîberdî, Makrîzî (ö. 845/1441) ve Aynî’nin (ö. 855/1451) vefatlarından sonra Mısır tarihçilerinin lideri durumuna gelmişti. Hayranlık duyduğu ve eserlerinde “şeyhimiz” diyerek andığı Makrîzî’nin açtığı Mısır tarihçiliği çığırını sürdürdü. Mısır tarihçiliğinin altın devri sayılan IX. (XV.) yüzyılın en başarılı tarihçilerinden biri olarak çok sayıda eser telif etti. İbn Tağrîberdî’nin biyografisini yazan talebesi Alâeddin İbnü’t-Türkmânî onu tarihçilerin umdesi ve zekâsıyla, güzel ahlâkıyla, asa-letiyle büyük bir insan olarak tanıtır. İbn Tağrîberdî, aynı zamanda Arapça ve Türkçe şiirler yazan bir şair ve zamanın meşhur müzisyenlerinden biriydi. Fakat bu yaygın şöhretine rağmen İbn Tağrîberdî’nin, çağdaşları Şemseddin es-Sehâvî ve Ali b. Dâvûd es-Sayrafî tarafından ağır bir şekilde eleştirildiği görülmektedir. Sehâvî onun eserlerinin yanlışlarla dolu olduğunu, isimlerde ve kelimelerin yazılışında pek çok hata yaptığını, hatta tahriflerde bulunduğunu ve üslûbunda mübalağaya kaçtığını belirtir. Ayrıca Türk tarihi konusunda çok iddialı olduğunu, kendini önceki üç asırda yaşayan tarihçilerden üstün gördüğünü, hatta hocası Aynî’nin, zaman zaman kendi fikirlerinden faydalandığını söylediğini hatırlatarak gururu yüzünden onu tenkit eder (eđ-Đavǿü’l-lâmiǾ, X, 306-308). Ancak Sehâvî’nin sözleri daha ziyade yıkıcı tenkit olarak görülmüş, bu sert eleştirileriyle ünlü âlimin, özellikle Makrîzî ve onun ekolüne mensup tarihçilere karşı düşmanca bir tavır takındığı kabul edilmiştir. Yine Sehâvî’nin çağdaşı âlimleri tanıtırken çok sert davrandığı ve bu tavrın ilmî kıskançlıkla da alâkalı olduğu yaygın bir kanaattir (M. Abdullah İnân, s. 124). Hatîb el-Cevherî ise Nüzhetü’n-nüfûs adlı eserinde “en değerli hocamız, tarih ilminde en büyük şeyhimiz” dediği (II, 321) İbn Tağrîberdî’yi İnbâǿü’l-heśr adlı eserinde şiddetle eleştirmiş, onun avamdan bir şahıs gibi yeni yazı öğrenen kâtiplerden farksız biçimde pek çok imlâ hatası yaptığını, bazı harfleri ve kelimeleri, bu arada âlimlerin isimlerini dahi yanlış yazdığını, bazan hocaları öğrenci, öğrencileri hoca gösterdiğini ve düzeltilemeyecek kadar çok sayıdaki bu hataları gören okuyucuların kitaplarını ellerinden bırakacağını ifade etmiş, ayrıca onun taraf tuttuğunu ve şiirlerinin de alt tabaka şairlerinkinden farklı olmadığını ileri sürmüştür (s. 177-181). Yazmaya başladığı ilk yıllarda, sonradan öğrendiği Arapça bakımından bazı hatalar yaptığı düşünülse bile pek çoğu günümüze ulaşan eserleri, İbn Tağrîberdî’nin ilmî derecesini ve müslüman Mısır’ın en büyük tarihçilerinden biri olduğunu ortaya koymakta ve modern tarihçilerin tamamı bu konuda aynı görüşü paylaşmaktadır.

Eserleri. 1. en-Nücûmü’z-zâhire fî mülûki Mıśr ve’l-Ķāhire. Müslüman Mısır tarihçilerinin yazdığı eserlerin en mükemmeli ve en hacimlilerinden olup Mısır’ın fethinden müellifin vefatından iki yıl öncesine kadar geçen sekiz buçuk asırlık dönemi ele alır. İbn Tağrîberdî mukaddimesinde, bu kitabı herhangi bir sultan veya emîrin isteği olmaksızın, kendi arzusuyla yazdığını söylemekteyse de sonlara doğru el-Melikü’z-Zâhir Çakmak’ın oğlu Emîr Muhammed’in teşvikiyle yazdığını açıklar. Amacı eserini onun sultanlığı zamanında bitirip kendisine takdim etmekti; ancak Emîr Muhammed genç yaşta ölünce bu arzusuna ulaşamadı. İbn Tağrîberdî, bu çalışmasında hocası Makrîzî’den farklı bir metot uygulayarak her sultanın dönemini ayrı bir bab şeklinde ele


alıp bu dönemin siyasî ve içtimaî olaylarını kronolojik sırayla o sultanın vefatına kadar bir bütün hâlinde incelemiş, ayrıca her yılın sonunda o yıl ölen meşhurlar, imar faaliyetleri ve meydana gelen salgın hastalıklar, yangın, kıtlık gibi felâketler hakkında bilgi vermiştir; yer yer komşu ülkelerde yaşanan olaylara da temas ettiği görülür. Müellif, müslüman Mısır tarihinin fetihten IV. (X.) yüzyıla kadar geçen dönemini diğer tarihçilerden daha geniş olarak ele almış ve burada kurulan bağımsız devletleri daha geniş bir çerçevede tanıtmıştır; bu bakımdan eser Fâtımîler için zengin bir kaynaktır. Memlükler döneminde eserini daha da genişletmiş ve bizzat şahit olduğu Nâsır Ferec - Eşref Kayıtbay zamanının âdeta günlüğünü tutmuştur (Şâkir Mustafa, III, 171). Bu arada İbn Abdülhakem, İbn Zûlak, Kudâî, Müsebbihî, İbn Müyesser, İbn Aybek ve Makrîzî gibi Mısır tarihçilerinin eserlerinden naklederek fetihten itibaren her yılın olaylarının sonunda Nil sularının kabarma ve çekilme durumunu da vermiş ve bu sebeple Nil nehri tarihçisi unvanını kazanmıştır. İbnü’d-Dâye, İzzeddin İbnü’l-Esîr, Ebû Şâme, İbn Vâsıl, İbn Kesîr, İbnü’l-Cevzî, Safedî, Şehâbeddin Ahmed en-Nüveyrî, Birzâlî ve Zehebî gibi tarihçilerin eserleri onun en önemli kaynakla-rını teşkil eder. en-Nücûmü’z-zâhire’nin ilk olarak Theodor W. J. Juynboll ve B. F. Matthes tarafından 20-365 (641-976) yıllarına ait kısmı iki cilt halinde yayımlanmıştır (Leiden 1855-1861). Daha sonra William Popper, 366-566 (977-1171) ve 746-872 (1345-1467) yıllarına ait kısımlarını yine iki cilt halinde neşretmiş (BerkeleyLeiden l909-1935), ayrıca 784-874 (1382-1469) dönemini ele alan bölümünden bazı kısımları İngilizce’ye çevirmiştir (History of Egypt, Berkeley 1954-1955). Edmond Fagnan ise Kuzey Afrika ile ilgili bölümlerini Fransızca’ya tercüme etmiştir (en-Nadjoum ez-Zāhira, Constantine 1907). Eserin tamamının neşri Mısır’da gerçekleştirilmiş, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye 1930-1956 yılları arasında on iki cildini neşretmiş, daha sonra Fehîm Muhammed Şeltût XIII. (Kahire 1970), Cemâl Muhammed Muhriz - Fehîm Muhammed Şeltût XIV. (Kahire 1972), İbrâhim Ali Tarhan XV. (Kahire 1972) ve Cemâleddin eş-Şeyyâl - Fehîm Muhammed Şeltût XVI. (Kahire 1972) cildini yayımlamıştır. Muhammed Hüseyin Şemseddin eserin tamamını yeniden neşretmiştir (I-XVI, Beyrut 1992). Osmanlılar’ın Mısır’ı fethi sırasında Yavuz Sultan Selim’in emriyle bu eserin İstanbul’a götürüldüğü ve Kemalpaşazâde tarafından Türkçe’ye çevrildiği söylenmekteyse de (Keşfü’ž-žunûn, II, 1932) bu tercüme hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır. 2. el-Envâru’z-zâhire ve’l-kevâkibü’l-bâhire mine’n-Nücûmi’z-zâhire. en-Nücûmü’z-zâhire’nin özeti olup iki nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (III. Ahmed, nr. 2976, 2977). 3. el-Menhelü’ś-śâfî ve’l-müstevfî baǾde’l-vâfî. Safedî’nin el-Vâfî bi’l-vefeyât’ına yazılmış bir zeyildir ve yazımında Bağdâdî, İbn Hallikân ve Safedî’nin metotlarına uyulmuştur. İbn Tağrîberdî girişinde, herhangi bir şahsın teşviki olmaksızın başladığını ifade ettiği kitapta önce ilk Memlük sultanı el-Melikü’l-Muiz İzzeddin Aybek’in biyografisini vermiş, daha sonra Memlükler’in kuruluşundan 862 (1458) yılına kadar yaşayan 3000’e yakın sultan, emîr, âlim, şair ve sahalarında meşhur olan kişilerin hal tercümelerini alfabetik sırayla ele almıştır. Zaman zaman Mısır ve Suriye eşrafına ilâve olarak Doğu’da ve Batı’da hüküm süren müslüman-gayri müslim diğer devletlerdeki meşhur simalar hakkında da bilgi vermiştir. Kitabın sonunda ise öğrencisi Ahmed b. Hüseyin et-Türkmânî tarafından yazılan kendi biyografisi bulunmaktadır. Müellif eserinde övgü ve yergiye kaçmaksızın mutedil bir üslûp kullanmıştır. Çeşitli yazma nüshaları zamanımıza ulaşan kitabın önce I. cildi Ahmed Yûsuf Necâtî (Kahire 1956), ardından I, II, IV, VI ve VII. ciltleri Muhammed Muhammed Emîn, III ve V. ciltleri Nebîl Muhammed Abdülazîz tarafından olmak üzere tamamı neşredilmiştir (Kahire 1984-1993). 4. ed-Delîlü’ş-şâfî Ǿale’l-Menheli’ś-śâfî. Önceki eserin muhtasarı olup Fehîm Muhammed Şeltût tarafından yayımlanmıştır (I-II, Mekke 1980). 5. Ĥavâdiŝü’d-dühûr fî meda’l-eyyâm ve’ş-şühûr. İbn Tağrîberdî, mukaddimesinde bu eseri hocası Makrîzî’nin es-Sülûk’üne zeyil olarak hazırladığını belirtmiş, olayları hocası gibi yıllara göre verdiğini, ancak onun aksine anlatımlarını kısa tuttuğunu, hal tercümelerini ise daha geniş biçimde ele aldığını söylemiştir. Kitap, Makrîzî’nin es-Sülûk’ünün sona erdiği 844 (1440) yılından başlamakta ve 860 (1456) yılına kadar gelmektedir. el-Menhelü’ś-śâfî’ye yapılan atıflardan eserin ondan sonra ya-zıldığı anlaşılmaktadır. William Popper


kitabın 845-874 (1441-1469) arasını ele alan bölümünü neşretmiş (I-IV, Berkeley 1930-1942), ardından bunu İngilizce’ye çevirmiştir (History of Egypt, Connecticut 1967); tamamı ise İzzeddin Muhammed Kemâleddin tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1990). 6. Mevridü’l-leŧâfe fîmen veliye’s-salŧana ve’l-ħilâfe. Hz. Peygamber’den itibaren el-Melikü’z-Zâhir Çakmak’ın oğlu el-Melikü’l-Mansûr Osman’ın saltanatının sonuna kadar geçen sürede halifelik ve sultanlık yapmış olan 143 şahsın hal tercümesini içine alır. İstanbul kütüphanelerinde çeşitli yazmaları bulunan eseri Joseph D. Carlyle neşretmiş (Cambridge 1792), ikinci bir neşri Nebîl Muhammed Abdülazîz Ahmed tarafından yapılmıştır (Kahire 1997). İbn Fehd Muhibbüddin (ö. 954/1547), Menhelü’ž-žarâfe adlı kitabını bu eserin zeyli olarak hazırlamıştır. Brockelmann, Hasan et-Tûlûnî’ye (ö. 923/1517) ait en-Nüzhetü’s-seniyye fî aħbâri’l-ħulefâǿ ve’l-mülûki’l-Mıśriyye adlı kitabın Mevridü’l-leŧâfe’nin muhtasarı olduğunu kaydetmektedir (GAL Suppl., II, 39). 7. el-Baĥrü’z-zâħir fî Ǿilmi’l-evâǿil ve’l-evâħir. Hz. Âdem’den müellifin zamanına kadar gelen bir umumi tarihtir. Yıllara göre düzenlenen eserde Sayrafî’nin Nüzhetü’n-nüfûs ve’l-ebdân’ı eleştirilmiştir. Hatîb el-Cevherî ise İbn Tağrîberdî’nin bu kitabı, kendisinin Nüzhe’yi telife başladığını duyunca ele aldığını söyler (İnbâǿü’l-heśr, s. 178). Eserin bazı kısımları günümüze ulaşmış olup bunlardan 32-71 (652-690) yılları arasını konu alan kısmının yazma nüshası Paris Bibliothèque Nationale’de (nr. 1551), Mısır topografyası hakkında geniş bilgi veren III. cildinin yazması ise Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de bulunmaktadır (Abbas el-Azzâvî, I, 248). 8. Nüzhetü’r-reǿy fi’t-târîħ. On ciltten fazla olduğu bilinen ve yıl, ay, gün tertibine göre hazırlanan bu eserin sadece 678-747 (1279-1346) yıllarını kapsayan IX. cildi günümüze ulaşmış olup yazma bir nüshası Oxford Bodleian Library’dedir (Şâkir Mustafa, III, 172). 9. Menşeǿü’l-leŧâfe fî men veliye’l-ħilâfe. Mısır’ın en eski dönemlerinden 719 (1319) yılına kadar gelen eserin bir nüshası Paris Bibliothèque Nationale’de (nr. 1770) kayıtlıdır (Brockelmann, GAL, II, 52). 10. es-Sükkerü’l-ķāđıĥ ve’l-Ǿıŧrü’l-fâǿiĥ. Müellifin tasavvufî şiirlerini içine alır. Brockelmann bir nüshasının Escurial Library’de (nr. 367) bulunduğunu zikretmiştir (a.g.e., a.y.).

İbn Tağrîberdî’nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: el-Beşâre fî tekmîli’l-İşâre (Zehebî’nin el-İşâre’sine zeyil olarak hazırlandığı, 700-870 [1300-1466] yılları arasını ele aldığı belirtilmektedir); Teĥârîfü evlâdi’l-ǾArab fi’l-esmâǿi’t-Türkiyye; el-İntiśâr li-Luġati’t-Tâtâr; Ĥilyetü’ś-śıfât fi’ħtilâfi’l-esmâǿ ve’ś-śınâǾât (Şiirlerle süslenmiş tarihî ve edebî bir eser olduğu söylenmiştir); el-Envârü’z-zâhire fi’l-kevâkibi’ŧ-ŧâhire; Nüzhetü’l-elbâb fi’ħtilâfi’l-esmâǿ ve’l-elķāb. Bunlardan başka onun mûsiki ve matematiğe dair birer kitabından da bahsedilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Tağrîberdî, el-Menhelü’ś-śâfî, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3429, II, vr. 495a-496b; a.mlf., en-Nücûmü’z-zâhire, Kahire 1929-56, neşredenin girişi; a.e. (nşr. M. Hüseyin Şemseddin), Beyrut 1992, neşredenin girişi, I, 3-54; a.mlf., Ĥavâdiŝü’d-dühûr, Kahire 1960, II, 118; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, IV, 180-184; Hatîb el-Cevherî, Nüzhetü’n-nüfûs ve’l-ebdân fî tevârîħi’z-za-mân (nşr. Hasan Habeşî), Kahire 1971, II, 320-321; a.mlf., İnbâǿü’l-heśr bi-enbâǿi’l-Ǿaśr (nşr. Hasan Habeşî), Kahire 1970, s. 175-182; Sehâvî, eđ-Đavǿü’l-lâmiǾ, Kahire 1954, II, 163, 164, 202; X, 305-308; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, II, 118; Keşfü’ž-žunûn, II, 1932; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, VII, 317-318; Şevkânî, ed-Bedrü’ŧ-ŧâliǾ, II, 351-352; Amar Émile, “La valeur historique de l’ouvrage biographique intitulé Al-Manhal as-sāfī”, Mélanges Hartwig Derenbourg (ed. E. Leroux), Paris 1909, s. 245-254; Brockelmann, GAL, II, 51-52; Suppl., II, 39-40; a.mlf., “Ebü’l-Mehâsin”, İA, IV, 90; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, II, 560; Îżâĥu’l-meknûn, II, 19; M. Mustafa Ziyâde, el-Müǿerriħûn fî Mıśr fi’l-ķarni’t-tâsiǾi’l-hicrî, Kahire 1954, s. 26-36; Ziriklî, el-AǾlâm, IX, 295; W. Popper, “Sakhawi’s Criticism of Ibn Taghri Birdi”, Studi Orientalistici in Onore di Giorgio Levi Della Vida, Roma 1956, II, 371-389; a.mlf., “Abu’l-Maĥāsin”, EI² (İng.), I, 138; Kehhâle, MuǾcemü’l-müǿellifîn, XIII, 282; C. Zeydân, Âdâb (Dayf), III, 194-196; Abbas el-Azzâvî, et-TaǾrîf bi’l-müǿerriħîn fî Ǿahdi’l-Moġol ve’t-Türkmân, Bağdad 1376/1957, I, 245-248; M. Abdullah İnân, Müǿerriħû Mıśri’l-İslâmiyye, Kahire 1388/1969, s. 114-126; D. P. Little, An Introduction to Mamluk Historiography, Wiesbaden 1970, s. 87-92; Şâkir Mustafa, et-Târîħu’l-ǾArabî ve’l-müǿerriħûn, Beyrut 1990, III, 169-172; Mustafa Çuhadar, Ebu’l-Mehâsin Cemâlüddin Yusuf bin Tağribirdi, Hayatı, Eserleri, Şahsiyeti ve Eserlerinin İstanbul Kütüphanelerinde Bulunan Yazmalarının Tavsifi (doktora tezi, 1991), EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Ahmad Darrac, “La vie d’Abu’l-Mahāsin Ibn Taġrī Birdī et son oeuvre”, AIsl., XI (1972), s. 163-181; V. F. Büchner, “Tanrı”, İA, XI, 705, 707; M. Âsaf Fikret, “ İbn Taġrîbirdî”, DMBİ, III, 152-153.

Mustafa Çuhadar - İsmail Yiğit