İBN YEZDÂNYÂR

(ابن يزدانيار)

Ebû Bekr Hüseyn b. Alî b. Yezdânyâr el-Urmevî (ö. 334/945)

Tasavvufta kendine has bir yol takip eden mutasavvıf.

Urmiye’de doğdu. Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî ve Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî gibi bazı müellifler ise onun İrmîniyeli olduğunu söyler. Fakat Urmiye’nin İrmîniye olarak bilinen bölgede bulunduğu dikkate alındığında bu iki rivayet arasında çelişki olmadığı görülür. İbn Yezdânyâr öğrenimine Urmiye’de başladı. Dinî ilimler alanında iyi bir öğrenim gördükten sonra tasavvufa yöneldi. Bağdat’a gidip tanınmış sûfîlerin sohbetlerine katıldı. Daha sonra Bağdat sûfîlerini eleştirdiği için ölümle tehdit edilmesi üzerine (Serrâc, s. 505) memleketine dönmek zorunda kaldı ve orada vefat etti.

İbn Yezdânyâr, sûfîler arasında genel kabul görmüş anlayış ve uygulamaları eleştirerek Sülemî’nin ifadesiyle tasavvufta kendine has bir yol tutmuştur (Ŧabaķāt, s. 406). Onun, sûfîlerin kelepçesinden kendisini kurtarmış olmasını Allah’ın hakkındaki en büyük lutfu olarak gördüğünü kaydeden Hâce Abdullah-ı Herevî, kelepçe sözüyle sûfîlerin anlamsız hallerini ve bâtıl işaretlerini kastettiğini söyler (Ŧabaķāt, s. 462). Şer‘î ilimlere uyma konusunda titizlik gösteren, bu ilimlere aykırı söz ve davranışları ve özellikle Iraklı sûfîleri şiddetle eleştiren İbn Yezdânyâr, şehir şehir dolaşıp gidemediği yerlere de mektuplar yazarak cahillikle, bid‘at ve da-lâlete sapmakla suçladığı sûfîlere karşı halkı uyarmıştır. Cüneyd-i Bağdâdî, Semnûn b. Hamza, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî ve Ebû Bekir eş-Şiblî gibi tanınmış sûfîler de onun tenkit ettiği kişiler arasında yer alır. Bu tenkitleri sebebiyle kendisini tasavvuf muhalifi olarak görenler de olmuştur. Ebû Nasr es-Serrâc bunların başında gelir. Ebû Nasr es-Serrâc, İbn Yezdânyâr’ın Bağdat sûfîlerini küfürle suçladığını, bu yüzden onlar tarafından terkedildiğini, ancak bazı kişilerin aralarını bulup onları barıştırdığını söyler (el-LümaǾ, s. 502-504). Serrâc’a göre onun sûfîlere karşı cephe almasının asıl sebebi şöhret arzusu, makam ve mevki tutkusu, siyaset hevesi gibi ihtiraslara kapılmasıdır. İbn Yezdânyâr’ın ilk sûfîleri kötülemede ileri gittiğini gören Şiblî ona “Ermeni öküzü” demiş, Ebû Ali er-Rûzbârî de onun kerâmet taslayan biri olduğunu söylemiştir (a.g.e., s. 504). Bununla beraber başta Sülemî ve Kuşeyrî olmak üzere birçok mutasavvıf İbn Yezdânyâr’ın önemli bir sûfî olduğunu, Iraklı sûfîlerin ilâhî sırları ifşa ettiklerini, ehil olmayanlara aktardıklarını, kendisinin ise onlara sevgisinden dolayı yanlışlarını eleştirdiğini, aslında onları takdir ve büyüklüklerini kabul ettiğini, dualarını makbul saydığını söyler (Sülemî, Ŧabaķāt, s. 407).

Hayânın otuz çeşidinden bahseden İbn Yezdânyâr başlıca dinî ve ahlâkî hükümleri hayâ duygusuna bağlar. Ona göre melekler semanın, hadis âlimleri sünnetin, sûfîler Allah’ın bekçileridir (Herevî, s. 462). Herevî, onun “Allah’ın bekçisi” olma sözüyle ilâhî sırların saklanması gerektiğini anlatmak istediğini söyler. Ruh hayır, beden şer kaynağıdır; çünkü ruhu akıl, bedeni tutkular idare eder. Ruh iyilik, nefis ise kötülük isteme tabiatında yaratılmıştır. Diğer birçok sûfî gibi İbn Yezdânyâr da akılla hevânın sürekli çatışma halinde olduğunu düşünmekte, fakat tasavvuftaki hâkim kaderci temayüle uyarak sonuçta Allah’ın yardım etmesiyle aklın, saptırmasıyla da hevânın başarıya ulaşacağını, diğer bir ifadeyle Allah’ın mutlu olmasını irade ettiği insanın tutkularını yeneceğini, bedbaht olmasını istediği


kişinin ise tutkuları karşısında yenilgiye uğrayacağını belirtmektedir. Maksadı Hak olan sâlik O’ndan başkasını gözetmemeli, uzaklaştığı şeyleri bir daha zihnine getirmemelidir. Ârifin Hakk’ı temaşa edebilmesi için O’ndan başka hiçbir şeyi görmemesi gerekir (Sülemî, s. 408; Kuşeyrî, s. 604). Mârifet kalbin Allah’ın birliğinin hakikatine ermesi, kendisine hakikatlerin tecelli etmesi ve diğer şeylerin yok olup gitmesidir.

Bazı kaynaklarda, “Kürt olarak yattım, Arap olarak sabahladım” şeklindeki meşhur tasavvufî vecizenin de ona ait olduğu kaydedilmektedir (Îsâ b. Cüneyd, s. 204). Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’nin dîbâcesinde İbn Ahî Türk dediği Hüsâmeddin Çelebi’nin ceddi olarak bahsettiği kişinin İbn Yezdânyâr olması muhtemeldir.

BİBLİYOGRAFYA:

Serrâc, el-LümaǾ, s. 502-505; Kelâbâzî, et-TaǾarruf, s. 59; Sülemî, Ŧabaķāt, s. 406-409; Ebû Nuaym, Ĥilye, X, 363-364; Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1966, s. 260, 604; Herevî, Ŧabaķāt, s. 462-463; Câmî, Nefeĥât, s. 183-184; Şa‘rânî, eŧ-Ŧabaķāt, s. 114-115; Münâvî, el-Kevâķib, II, 28-29; Ma‘sum Ali Şah, Ŧarâǿiķ, II, 209; Îsâ b. Cüneyd, Teźkire-i Hezâr Mezâr, Tahran 1364 hş., s. 204; Abdülhüseyn-i Zerrînkûb, Dünbâle-i Cüstücû der Taśavvuf-i Îrân, Tahran 1369 hş., s. 128-129.

Ethem Cebecioğlu