İBRÂHİM PAŞA KÜLLİYESİ

İstanbul’da XVIII. yüzyıl başlarında yapılmış külliye.

Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi merkez binasının Vefa yönüne açılan ve eskiden Harem Kapısı olarak adlandırılan avlu kapısının karşısındaki köşe başında İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi bitişiğindedir. Caminin önünde ve yanında muntazam bir duvarla çevrilmiş geniş bir hazîresi vardır.

Bâni Hacı İbrâhim Paşa, Güney Yunanistan’da Mora’nın beylerbeyilik merkezi olan Tripoliça’da doğdu. Babası Selim b. Hüseyin Efendi’dir. Küçük yaşta İstanbul’a gelip çırak olarak matbah-ı âmireye girdiğinden “Aşçı” lakabını almıştır. Önce Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın hizmetine girerek onun kethüdâlığını yaptı, 12 Ramazan 1118’de (18 Aralık 1706) vezirlik pâyesiyle kaptân-ı deryâlığa yükseldi. İki yıl sonra azledilen İbrâhim Paşa 1125’te (1713) affa uğrayarak çeşitli görevler üstlendi, Mısır valisi oldu, bir ara ikinci defa kaptân-ı deryâlığa getirildi, Trabzon valiliği, Azak ve Kandiye muhafızlıklarında bulundu. Bu son görevi sırasında vefat ederek Kandiye’de yaptırmış olduğu sıbyan mektebinin yanına defnedildi (1138/1725-26).

İbrâhim Paşa’nın, biri henüz Çorlulu Ali Paşa’nın kethüdâsı olduğu sırada 25 Muharrem 1118’de (9 Mayıs 1706), diğeri ise kaptân-ı deryâlığa yükseldikten sonra Muharrem 1120’de (Mart 1708) düzenlenmiş iki vakfıyesi vardır. Vakfiyelerin ilkinden, o sırada henüz kethüdâ olan İbrâhim Ağa’nın İstanbul’un çeşitli mahallerindeki mülklerinin gelirlerini Sultan Ahmed Camii dersiâmı olan hocaya, Mahmud Paşa Camii vâizi şeyhe ve kayyûmuna, Hoca Paşa Camii şeyhülkurrâsına tahsis ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca kendi adına da bir sıbyan mektebi yaptırmayı tasarlayarak hizmetlileri için gelir ayırmıştır. Fakat 18 Aralık 1706’da kaptan-ı deryâ olduktan sonra çıktığı deniz seferlerinden başarılı dönünce serveti artmış ve bir sıbyan mektebiyle yetinmeyerek cami, sebil, aşhane ve hamam inşa ettirip küçük bir külliye meydana getirmiş, burada kendisi için bir de türbe yaptırmayı düşünmüştür. Bu ikinci vakfiyede, gelirleri hayratına ayrılmış olarak İstanbul’un çeşitli mahallelerinde, Galata’da, Beşiktaş’ta, Kasımpaşa’da, Sakız adasında, İzmir’de, İstanköy ve Rodos adaları ile Kal‘a-i Sultâniyye’de ve Eskişehir’in Hasöyük karyesinde çok sayıda ev, bahçe, dükkân, hamam, mahzen, değirmen, su kuyusu, su dolabı ve arsadaki mülkleri yazılmış; bütün gelirlerin Beyazıt’taki cami, sebil ve sıbyan mektebindeki hizmetlilere verilmesi şart koşulmuştur. Pek büyük olmayan camide imam, vâiz, şeyhülkurrâ dışında altı hâfızın ve dört müezzinin de görevlendirilmesi kadronun ne kadar geniş tutulduğunu gösterir. Aynı vakfiyede yer alan, cami etrafındaki sokakların kaldırım tamiri için senede 1000 akçe ayrılması ile borcundan dolayı hapse giren müslümanlara yine yılda 1000 akçe sadaka verilmesi hükmü ilgi çekicidir.

Cami. Etrafını camiyle aynı teknikte taş ve tuğladan karma olarak yaptırılan pencereli bir avlu duvarının çevirdiği İbrâhim Paşa Camii, Beyazıt’tan Süleymaniye’ye giden ana cadde ile (eski Takvimhâne, şimdi Besimömerpaşa caddesi) Vezneciler’e inen Kaptanpaşa sokağının (şimdi Ümityaşardoğanay sokağı) birleştiği köşede inşa edilmiştir. Sebilin altında ve Kaptanpaşa sokağı üzerinde, duvarın devamında sıbyan mektebinden kalan alt bölüm mevcuttur. Takvimhâne caddesi üzerinde ve şimdi İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin olduğu yerde ise bugün hiçbir izi kalmayan hamam bulunuyordu. İbrâhim Paşa Külliyesi’nin merkezini teşkil eden cami, caddeye nazaran şevli duran ve XVIII. yüzyılda çok kullanılan muntazam diziler halinde kesme taş ve tuğladan karma teknikte yapılmış dikdörtgen planlı, yaklaşık 14 × 17 m. ölçülerinde iddiasız bir yapıdır. Esasında çatının üstü kurşun kaplıyken burası kütüphanenin okuma salonu haline getirildiğinde kiremitle örtülmüştür. Minare ise taştan olup geç bir döneme aittir. Kapısı üstündeki sülüs hatlı Arapça üç satırlık kitâbede yapının 1119 Zilhiccesinde (Şubat-Mart 1708) tamamlandığı bildirilir.


Cami 1930’lu yıllarda kadro dışı bırakılmış ve uzunca bir süre, yanında kurulan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin önce okuma salonu, sonra da deposu olarak kullanılmıştır. Yakın tarihlerde yeniden camiye dönüştürülerek 27 Mart 1987’de ibadete açılmıştır. Hüseyin Ayvansarâyî’nin bildirdiğine göre burada Çorlulu Ali Paşa tarafından İbrâhim Paşa’ya hediye edilmiş, ta‘lik hattı ve satır araları kırmızı mürekkeple Farsça yazılmış çok değerli bir Kur’ân-ı Kerîm tercümesi vardı. Hadîkatü’l-cevâmi‘in el yazmalarına ilâve edilen derkenarlarda bu mushafın başka kitaplarla birlikte satıldığı ve parasının mütevellisi tarafından caminin tamiri için harcandığı belirtilmiştir (Câmilerimiz Ansiklopedisi, s. 244).

Sebil. Külliyenin kurulduğu adayı sınırlayan sokakların birleştiği köşede ve şimdi üniversite merkez binasının yerindeki Sarây-ı Atîk’in (Eski Saray) bahçesinden dışa açılan harem kapısının tam karşısında bulunmaktadır. Mermerden yapılmış olan sebil, mukarnaslı başlıklara sahip mermer sütunlarla beş pencereye ayrılmıştır. Pencerelerde klasik üslûpta dökülmüş şebekeler vardır. Evvelce üstünde genişçe bir saçakla küçük bir kubbe bulunuyordu. Sebil, Osmanlı dönemi Türk sanatının Batı tesiriyle değişmeye başlamasından kısa bir süre önce yapıldığı için henüz klasik dönemin sadeliğine sahiptir. Zarif mimarisine uygun bir düzenleme içinde pencerelerin üstlerinde sivri Türk kemerleri vardır. Pencere kemerleriyle sivri kemerler arasındaki yüzeyler, bazı sebillerde olduğu gibi mermer şebekeli değil doludur. Beş pencerenin kemerlerinin üstlerinde ise şair Ferdî’nin on beyitlik bir tarihi işlenmiş olup burada Sultan III. Ahmed ve henüz ikbal döneminin başında olan Kaptanıderyâ İbrâhim Paşa övülür. Sebilin tunç şebekeleri, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi müdürü ve Eski Eserler Encümeni üyesi olan Fehmi Ethem Karatay’ın yazdığına göre kırılmış durumda olduğu için yeniden döktürülmüştür. Klasik döneme ait sebillerin çoğundaki gibi iç duvarların çiniyle kaplandığı mevcut izlerden anlaşılmaktadır.

Sebil, 1940’lı yıllara kadar son derecede bakımsız olup şebekeleri çıkarılmış, saçakları sökülmüş ve bütün pencereleri örülerek çimento ile sıvanmış bir halde idi. İstanbul’u Sevenler Kurulu’nun gayretiyle yapı bu perişanlıktan kurtarılmış, saçak yapılmış, pencerelere de şebekeler takılmıştır. 1944’te gerçekleşen bu ihyadan bir süre sonra sebil kiraya verilerek dükkân haline getirilmiş ve halen de aynı maksatla kullanılmaktadır.

Sıbyan Mektebi. Sebilin bulunduğu köşeden Vezneciler’e inen sokakta, hazîre duvarının ucunda vakfiyesinde fevkanî olduğu bildirilen sıbyan mektebi vardı. Bunun esas binası bilinmeyen bir tarihte ortadan kalkmış, yalnız alt katı kalmıştır. Eskiden üstünde olan katın mevcut konsollara oturan bir çıkma halinde olduğu anlaşılmaktadır. Mimari ayrıntıları hakkında daha fazla bilgi yoktur. Ancak bütün benzerleri gibi üstü aynalı tonozla örtülü büyük ve ocaklı bir dershane mekânından ibaret olduğu tahmin edilebilir. Yakın tarihlere gelinceye kadar üstte ahşap bir ev vardı. Şimdi burası da dükkân olarak kullanılmaktadır. 1923-1928 yılları arasında yazıldığı tahmin edilen bir listede bu bina arsa olarak bile anılmadığına göre bu tarihlerde ortadan kalkmış olmalıdır (Kut, s. 55-84).

Hamam. Caminin yanında ve Süleymaniye’ye giden caddenin kenarında bulunan hamam tek olarak yapılmıştı. 1870’li yıllarda çizilen İstanbul haritasında yeri açıkça bellidir. Daha XIX. yüzyıl başlarında kullanılmadığı anlaşılan hamamın plan veya fotoğrafı elde edilemediğinden hakkında daha fazla bilgi yoktur. Sultan II. Mahmud döneminde 1239’da (1823) yapı Takvimhâne Matbaası’na tahsis edilmiş, daha sonra mimarisi herhalde biraz değiştirilerek İbrâhim Paşa Rüşdiyesi adıyla okula dönüştürülerek 1306’ya (1888-89) kadar kullanılmıştır. Bazı bilgilere göre 1894 zelzelesinde büyük ölçüde zarar gördüğünden bir süre harabe halinde kalmış ve İttihatçılar’ın Evkaf nâzırı Mustafa Hayri Efendi tarafından 1912’de yıktırılarak arsası üzerine Mimar Kemaleddin Bey’in projesine göre Medresetü’l-kudât için Türk neo-klasik üslûbundaki bina yapılmıştır. 1925’te burası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ne tahsis edilmiş ve Yıldız Sarayı’nın çok zengin kütüphanesinde bulunan kitap ve eski fotoğraf koleksiyonları da buraya taşınmıştır.

Hazîre. Bu küçük külliyeyi “ L ” biçiminde iki taraftan saran hazîre muntazam taş ve tuğla örgülü, pencereli bir duvarla çevrilmiştir. İbrâhim Paşa “Cami-i şerîf mukabilinde türbe için ittihaz olunan” bir arsa ayırmıştı. Fakat külliyenin yapımından on yedi yıl kadar sonra Girit’te öldüğünde buraya gömülmesi mümkün olmadığı için türbe de yapılmamıştır. Buna karşılık Sadrazam Seyyid Hasan Paşa’nın ailesinden pek çok kişi burada yattığı için hazîre âdeta onun aile sofası haline gelmiştir. Hazîrenin duvarında, cephede iki pencerenin üstünde büyük mermer levha üzerine işlenmiş kitâbe, Hasan Paşa’nın 1156’da (1743) ölen kızı Şerife Rukiye Hanım’la ilgilidir. Hazîrenin içinde 105 mezar taşı tesbit edilmiş olup bunlardan büyük bir kısmı İbrâhim Paşa’nın oğulları ile kızlarına aittir. Çoğunun 1124 (1712), 1128 (1716), 1134 (1721-22) tarihlerinde vefat etmiş olmasının sebebi bir salgın hastalıkta aranabilir. Bunlar dışında Seyyid Hasan Paşa’nın 1181’de (1767-68) ölen damadı Hacı Seyyid Ömer Ağa ile kızı ve oğullarının mezarları da buradadır. Seyyid Hasan Paşa ailesinin mezarlarının az ileride, Edebiyat Fakültesi karşısındaki kendi külliyesi yanında değil de, burada bulunmasının izahı zordur. Buradaki en son kabir, 1277 Şevvalinde (Nisan-Mayıs 1861) vefat eden İşkodralı Âgâh Paşazâde Hasan Bey’e aittir. Ayrıca cami ve sıbyan mektebinin hizmetlilerinin yanı sıra çarşı esnafına ve ailelerine ait çok sayıda mezar taşı tesbit edilmiştir. Bunların bazıları sadece şâhideden ibaret, bazıları ise lahitlidir. Hepsi de yapıldıkları dönemin üslûbuna uygun olarak işlenmiştir.


BİBLİYOGRAFYA:

Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 175; a.mlf., Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), I, 244, nr. 42; a.mlf., Vefeyât-ı Selâtîn, s. 74-75; Sefînetü’l-vüzerâ, s. 44, not 147; Râmizpaşazâde Mehmed İzzet, Harîta-i Kapudânân-ı Deryâ, İstanbul 1258, s. 87-88; Sicill-i Osmânî, I, 122; İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 31; Danişmend, Kronoloji, IV, 568, nr. 106, s. 571, nr. 114; Semavi Eyice, Istanbul Petit guide à travers les monuments byzantins et turcs, İstanbul 1955, s. 40-47, nr. 61; E. Hakkı Ayverdi, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul 1958, pafta B4; Özgönül Aksoy, Osmanlı Devri İstanbul Sıbyan Mektepleri Üzerine Bir İnceleme, İstanbul 1968, s. 92, nr. 10; Yıldırım Yavuz, Mimar Kemalettin ve Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi, Ankara 1981, s. 232-235, 236-239; Eminönü Camileri (nşr. Eminönü Müftülüğü), İstanbul 1987, s. 102-104; Hüsamettin Aksu, “Kaptan İbrahim Paşa Haziresi”, Semavi Eyice Armağanı: İstanbul Yazıları, İstanbul 1992, s. 233-268; Affan Egemen, İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1993, s. 409-411; Mehmet Nermi Haskan, İstanbul Hamamları, İstanbul 1995, s. 191-192; Engin Özdeniz, İstanbul’da Kaptân-ı Deryâ Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1995, s. 311-314; Ömer Faruk Şerifoğlu, Su Güzeli, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1995, s. 51; Hatice Aynur - Hakan T. Karateke, III. Ahmed Devri İstanbul Çeşmeleri (1703-1730), İstanbul 1995, s. 112-113; “İbrahim Paşa Sebili”, TTOK Belleteni, sy. 37 (1944), s. 14-16; Fehmi Ethem Karatay, “İbrâhim Paşa Camisi ve Üniversite Kitaplığı”, a.e., sy. 73 (1946), s. 17-21; Aziz Ogan, “Kaptan İbrahim Paşa Camii”, a.e., sy. 161 (1955), s. 8; Münir Aktepe, “Kapudân-ı Deryâ Aşçı Hacı İbrahim Paşa ve Vakfiyesi”, TED, sy. 6 (1975), s. 177-203; Turgut Kut, “İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika”, JTS, II (1978), s. 55-84; H. Örcün Barışta, “İbrahim Paşa Sebilleri”, DBİst.A, IV, 131.

Semavi Eyice