İBRET

(العبرة)

Yanlış davranışların yol açtığı kötü sonuçlardan ders almak anlamında ahlâk ve tasavvuf terimi.

Sözlükte “geçmek, aşmak” mânasındaki abr kökünden gelen ibret kelimesi genellikle “görünenden görünmeyene geçmek, nesnelerin ve olayların dış yüzüne bakıp onlardaki hikmeti kavramaya çalışmak, olaylardan ders alıp doğru sonuçlar çıkarmak ve buna göre davranmak” anlamında kullanılır.

İnsanların Allah’ın emirlerine, dinin hükümlerine ve ahlâk kurallarına uygun şekilde hareket edip mutlu ve huzurlu yaşamalarında ibret almanın büyük bir payı olduğu için Kur’an’da peygamberlerden, onların gönderildiği toplumlardan ve kendilerine karşı gelenlerden söz eden kıssalara geniş yer verilmiştir. Ayrıca tanrılık iddiasında bulunan Firavun’dan bahsedilirken, “Bunda Allah’tan korkanlar için ibret vardır” denilmiştir. Bu âyetlerden ancak akıl sahibi, sağ duyulu ve Allah’tan korkan kişilerin ibret alabileceği anlaşılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de, Bedir Gazvesi’nde sayıca az oldukları halde galip gelmeleri hatırlatılarak müslümanların bundan ibret almaları istenmiş (Âl-i İmrân 3/13), gece ile gündüzün ardarda gelişi (Nûr 24/44) ve hayvanlar âlemi (en-Nahl 16/66; el-Mü’minûn 23/21) ibret alınacak konular arasında zikredilmiştir. Hz. Peygamber de ibret almak için kabirlerin ziyaret edilmesini tavsiye etmiştir (Müsned, V, 356).

Yine Kur’an’da, müslümanlarla yaptıkları antlaşmaya uymadıkları için göç ettirilen yahudi Nadîroğulları’yla ilgili olaydan bahsedilirken kullanılan, “Ey basîret sahipleri, ibret alın!” (el-Haşr 59/2) ifadesinde geçen “fa‘tebirû” kelimesini fıkıh usulü âlimleri “kıyas yapın” şeklinde anlamış (Gazzâlî, II, 63, 122), Fahreddin er-Râzî de bu âyete dayanarak kıyasın şer‘î


bir delil olduğunu savunmuştur (Mefâtîĥu’l-ġayb, VIII, 174). Filozof İbn Rüşd ise âyetten hareketle felsefî ve aklî delillere başvurmanın dinin buyruğu sayıldığını ileri sürerek mantığa ve felsefeye meşruiyet kazandırmak istemiştir. Ona göre i‘tibar bilinenden bilinmeyene ulaşma etkinliğidir; bu da ya kıyasın kendisidir veya kıyasla gerçekleşen bir şeydir.

Mutasavvıflar ibret ve i‘tibar terimlerini daha çok mârifet, ahlâk ve edep yönünden yorumlamaya çalışmışlardır. Hâris el-Muhâsibî i‘tibarı “bir şeyle başka bir şeye istidlâl etmek” şeklinde tarif ettikten sonra bunu, kalp gözüyle nesnelerin mükemmel ve fevkalâde güzel bir düzen içinde yaratıldığına bakıp hayret etmek şeklinde yorumlamıştır. Ona göre böyle bir bakış insanı görünenden görünmeyene, yaratılandan yaratana götürür, imanı ve mârifeti arttırır. Eşyayı ibretle seyredenler, dünyanın görünüşüne ve kısa süredeki durumuna değil iç yüzüne ve âkıbetine bakar, sonunu görür, ona göre hazırlık yapar ve böylece dünyada âhiret mutluluğunu kazanırlar (el-Veśâyâ, s. 288-290). Abdürrezzâk el-Kâşânî’ye göre ibret insanların iyi veya kötü hallerine, dünyadan âhirete intikal etme gibi durumlarına bakıp işin âkıbetini ve görünmeyen kısmını kavramaktır (Iśŧılâĥâtü’ś-śûfiyye, s. 130). Kişinin konuşması zikir, sükûtu fikir, bakışı ibret olmalıdır. Hâtim el-Esam, ibretsiz bakışın nefsin arzusundan başka bir şey olmadığını söyler (Sülemî, s. 96). Sûfîler ibretsiz bakışı gereksiz söze benzetmişlerdir. Niyâzî-i Mısrî, “Bir göz ki onun ibret olmaya nazarında / Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde” beytiyle sûfînin her zaman her şeye ibretle bakması gerektiğini vurgulamıştır.

Kişinin ibret alabilmesi için hem tabiatın kuruluş ve işleyişini ortaya koyan sayısız nesne ve olaya, hem de sosyal hayatın çok farklı tecellilerine derin bir seziş ve kavrayışla bakması, zihnî ve kalbî yeteneklerini kullanması gerekir. Aslında insan bu yeteneklerle donanmış olarak yaratılmıştır. Kur’an’ın genel mesajı, Resûlullah’ın necata yönelik tavsiyeleriyle kendine has sîretinin yöneliş ve amacı da budur.

Kur’ân-ı Kerîm’de ebeveyn ile evlât arasında bulunması gereken sevgi, şefkat ve saygıyı, kardeşler arasında dürüstlüğe dayanması gereken uyumu, iffetli ve sabırlı davranmanın doğurduğu mutlu sonucu simgeleyen Yûsuf sûresinin sonunda, son peygamberle ona tâbi olanların insanlığa sunduğu mesajın genel vasfının zihnî kavrayış ve kalbî bir sezişle (basiret) Allah’a çağırmaktan ibaret olduğu ifade edilmiş (12/108), bu açıdan Yûsuf kıssasından alınacak ibretlerin bulunduğu zikredilmiş (12/111), fakat insanların çoğunun tabiatta yer alan bunca ibret verici nesne ve olayın âdeta üzerinden yürüyüp geçtikleri halde gafletten kurtulup bunlardan ders almadıkları gerçeği de vurgulanmıştır (12/105-106; bk. GAFLET).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿabr” md.; et-TaǾrîfat, “İǾtibâr” md.; Müsned, V, 356; Hâris el-Muhâsibî, el-Veśâyâ, Beyrut 1986, s. 288-290; Sülemî, Ŧabaķāt, s. 96; Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Kahire 1973, s. 342; Gazzâlî, el-Müstaśfâ fî Ǿilmi’l-uśûl, Kahire 1937, II, 63, 122; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), I, 340; II, 511; İbn Rüşd, Faślü’l-maķāl (nşr. Mustafa Abdülcevâd İmrân), Kahire 1968, s. 2-4; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, İstanbul 1308, II, 615; V, 257; VIII, 174; Baklî, Meşrebü’l-ervâĥ (nşr. Nazîf M. Hoca), İstanbul 1973, s. 51; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥâtü’l-Mekkiyye, İstanbul 1293, II, 801; Kâşânî, Iśŧılâĥâtü’ś-śûfiyye, s. 130; İbnü’l-Hatîb, Ravżatü’t-taǾrîf (nşr. Abdülkādir Ahmed Atâ), Kahire 1968, s. 284; İsmail Hakkı Bursevî, Rûĥu’l-beyân, İstanbul 1306, II, 217; IV, 281; Gümüşhânevî, CâmiǾu’l-uśûl, İstanbul, ts., s. 18.

Süleyman Uludağ