İBRİK

(إبريق)

İbrîķ isminin Arapça berķ “parlamak” kökünden geldiği ileri sürülmüşse de (Kurtubî, XVII, 203; Alâeddin el-Gazûlî, II, 65) genelde Farsça âbrîz “su döken” kelimesinin Arapçalaşmış şekli olduğu kabul edilmektedir (Lisânü’l-ǾArab, “fdm” md.; Ebû Mansûr es-Seâlibî, s. 317). Kur’an’da bir yerde (ebârîķ) geçer ve çoğul halde cennetteki Maîn pınarından şarap doldurulan kapların bir türünü ifade eder (el-Vâkıa 56/18). Hz. Peygamber de bu kelimeyi kullanmış ve kendisine kevser havuzunun kapları olup olmadığını soran bir sahâbîye gökteki yıldızların sayısınca altın ve gümüş ibrikleri bulunduğu cevabını vermiştir (Buhârî, “Riķāķ”, 53; Müslim, “Feżâǿil”, 39, 44). Bugün İran’da ve İran etkisinde kalan bazı Orta Asya Türk bölgelerinde ibrik kelimesinin yanı sıra âbdestân / âbdesdân (âbdestdân) tabiri de kullanılmaktadır (Steingass, s. 6).

Kitâb-ı Mukaddes’te su ve içki kaplarıyla ilgili birçok bilginin yer almasına rağmen hangi isimle hangi türün kastedildiği kesin biçimde belirlenememiş, ayrıca çeşitli dillere yapılan çeviriler sırasında terimlerin tam karşılıkları titizlikle araştırılmamış olduğu için ortaya bazı farklılıklar çıkmıştır. Bu bakımdan Kitâb-ı Mukaddes’te özellikle ibrikten bahsedilip edilmediği anlaşılamamaktadır. Ancak Süleyman Mâbedi’ne Bâbil’den geri getirilen 5400 altıngümüş kap (Ezra, 1/9-11) arasında ibriklerin de bulunması tabiidir;


nitekim Taberî de Tâlût’un bir ibriği olduğunu ve onunla abdest aldığını rivayet eder (CâmiǾu’l-beyân, II, 626).

İbriğin ilk örneklerine milâttan önce III. binyıldan itibaren eski Yakındoğu uygarlıklarında rastlanır. Daha çok pişmiş toprak ve tunçtan yapılan bu kaplar arasında altın ve gümüşten olanlar da bulunmakta ve hem yazılı belgelerden, hem de tasvirî sanat eserlerinden bu formdaki kapların (meselâ Hitit “gaga ağızlı testi”lerinin) sofrada ve özellikle libasyon (tanrı heykellerinin önünde sunağa içki dökme) törenlerinde kullanıldıkları anlaşılmaktadır (Akurgal, lv. 10-13). Bir Mısır mezarında bulunan ve halen Torino Müzesi’nde muhafaza edilen silindir şapka şeklindeki bir kovanın ağzına oturtulmuş yuvarlak gövdeli, uzun boyunlu, kulpsuz ve emziksiz bir kap (bk. Junior Larousse, II, 233), el yüz yıkamakta kullanılan leğenibrik takımının mevcut en eski örneği olarak kabul edilebilir. İbriğin dinî temizlik amacıyla kullanılması ise ilk defa başlangıcı milâttan önce 1000 yıllarına giden Brahmanizm’de görülmekte ve baştanrı Brahma bir elinde tesbih, bir elinde ibrik ve diğer iki elinde âyin kaşıkları olduğu halde tasvir edilmektedir (ML, II, 554).

Câhiliye döneminde bazı zengin kimselerin evlerinde altın veya gümüş ibrik bulundurdukları bilinmekte (Taberî, VII, 116), ibrik kelimesinin aslının Farsça olduğu görüşüne dayanan Arthur Jeffery de Araplar’ın bu kabı İslâmiyet’ten önce Hîreliler (Lahmîler) vasıtasıyla İran’dan aldıklarını söylemektedir (The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, s. 46). Hz. Peygamber’in gerek müslümanların altın ve gümüş kaplara sahip olmalarını hoş görmemesi (Müslim, “Libâs”, 5), gerekse cennetteki altın ve gümüş ibriklerden bahsetmesi ibriğin Asr-ı saâdet’te de kullanıldığını göstermektedir. Bu arada bizzat kendisinin de muhtemelen Mukavkıs’ın gönderdiği camdan yapılmış bir ibrikten abdest aldığı (İbn Huzeyme, I, 65) ve vefatında geriye bıraktığı eşya arasında “latif bir ibrik” bulunduğu (Abdülhay el-Kettânî, III, 98) ileri sürülmüşse de “sadıra” adı verilen bu kabın (Vâkıdî, III, 1041) Kettânî’nin sandığı gibi bir ibrik olmayıp “rikve” adlı kova türü deri kap olduğu (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 16; Üsdü’l-ġābe, I, 38) anlaşılmaktadır. Bununla beraber Resûl-i Ekrem’in yine de bazı minyatürlerde leğen-ibrikle birlikte resmedildiği görülür (Tanındı, s. 3, 8, 19, 28, 72, 85, 86). Hz. Peygamber’in ibrik kullanıp kullanmadığının kesin biçimde tesbit edilememesine karşılık Hz. Osman’ın abdestlerini kölesinin döktüğü bir ibrikten aldığı (Hatîb, Muvażżıĥu evhâmi’l-cemǾ, II, 122) ve cenazesi yıkanırken de aynı ibrikten faydalanıldığı bilinmektedir (İbn Sa‘d, VII, 157; İbn Münzir en-Nîsâbûrî, I, 315). Hiç şüphesiz ilk fetihler sonrasında Medine’ye özellikle İran’dan alınan ganimetler arasında birçok kıymetli Sâsânî ibriği de getirilmiştir. Bunların içinde genç sahâbî Misver b. Mahreme’nin Kādisiye Savaşı’n-da ele geçirdiği yakut ve zebercetle süslü altın ibrik meşhurdur. Misver, ibriğin değerini bir İranlı’nın onu 10.000 dirheme satın almak istemesiyle anlamış, sonunda ibrik kendisine hediye edilen Sa‘d b. Ebû Vakkās tarafından 100.000 dirheme satılmıştır (Zehebî, III, 392; İbn Kesîr, VIII, 246).

Sâsânî prototiplerine bağlı erken dönem İslâm devri ibriklerinin armudî bir gövdesi, aşağı doğru açılan yüksekçe bir kaidesi ve ağız kenarına doğru genişleyen, çok defa yivlerle süslenmiş bir boyun kısmı vardır. Genellikle boncuk dizisiyle süslenmiş kulplarının üst kısmında baş parmak dayamaya yarayan topuz, yaprak veya hayvan başı biçiminde bir çıkıntı bulunur (Erginsoy, s. 77). İran’ın fethinden sonra geleneklere bağlı kalınarak yapılan ibriklerin yanı sıra yeni ibrik formları ortaya çıkmış ve Sâsânî eserlerinde görülmeyen bazı süsleme teknikleri ilk olarak bu devre ait tunç ibrikler üzerinde uygulanmıştır. İslâmî döneme ait ibriklerin en eski örneği ve aynı zamanda yapıldığı şehrin adını taşıyan erken dönemin nâdir örneklerinden biri Tiflis Müzesi’nde bulunmaktadır. Armudî gövdesi dikey yivlerle süslü döküm tekniğindeki bu ibriğin ağız kenarında yer alan kûfî kitâbesinden 689’da Basra’da yapıldığı öğrenilmekte, ancak kitâbede geçen İbn Yezîd adının ustaya mı, yoksa siparişi veren (veya kendisine sunulan) Emevîler’in Basra valisi Süleyman b. Yezîd’e mi ait olduğu anlaşılamamaktadır (a.g.e., s. 77-78). Erken İslâm devrine ait tunç ve gümüş ibriklerin bir bölümünde kanatlı deve, sîmurg, tavus veya kadın figürleri yer almakta, ayrıca tunç ibriklerde Sâsânîler’ce bilinmeyen bakır ve gümüş kakma tekniğinin de uygulandığı görülmektedir. Erken İslâm döneminde ortaya çıkan ibrikler arasında uzun silindirik boyunlu, kuş veya horoz şeklinde emzikli ve yuvarlak gövdeli olanlar farklı bir grup teşkil eder. Bir tanesi son Emevî halifesi II. Mervân’ın Fustat’taki (Kahire) mezarı yakınında bulunduğu için Emevî devrinin sonuna, yani VIII. yüzyıl ortalarına tarihlenen bu tip ibriklerin genellikle gövde ve boyun kısmında kazıma, kulplarında kabartma, ağız kenarlarında delik işi tekniğiyle yapılmış süsler yer alır (a.g.e., s. 81). Erken İslâm dönemine ait, form bakımından kuş emzikli ibriklere benzeyen, ancak küre biçimindeki gövdelerinin üzerinde emzik bulunmayan örnekler de vardır ve bunlara “Nîşâbur ibriği” denilmektedir.

İslâm sanatında erken dönemden itibaren emzik, kapak yahut parmak dayama kısımlarından biri veya süslemeleri kuş şeklinde olan ibriklerden başka bütün gövdesi kuş (tavus, güvercin, kartal, ördek) şeklinde olan ibrikler de yapılmıştır. Bunların günümüze ulaşan en güzel örnekleri Fâtımîler’e aittir ve kazıma tekniğindeki süslemeleri daha çok XI veya XII. yüzyıllarda yapılmış olduklarını düşündürmektedir (a.g.e., s. 89-95, 115, 119).

Selçuklu devri İran’ında başlıca üç tip ibrik görülür. Birinci tip erken İslâm döneminin Sâsânî örneğine dayanan armudî gövdelilerine benzer; ancak bunların gövdelerinin alt kısımları daha geniş ve yayvan olup emziğin bulunduğu baş kısımları Roma yağ kandilleri şeklindedir (a.g.e., s. 154-155). Gerek bu durum, yani baş kısımlarının kandile benzemesi, gerekse Muvaffakuddin İbn Kudâme’nin dolaylı olarak verdiği bazı bilgiler, üzerlerindeki kitâbelerde sahipleri için ikbal,


devlet, saadet vb. dilekler bulunan bu kapların sanıldığı gibi ibrik değil gerçekten kandil olarak imal edildiğini düşündürmektedir. İbn Kudâme, içine fare düşmesi gibi sebeplerle murdar hale gelmiş zeytinyağının kandillerde kullanılmasının câiz olup olmayacağı sorusuna cevap ararken bunların emzikli bir ibriğe konup el değmeden bir kandile dökülmesi veya içinde bu tür yağ bulunan bir testinin ağız kısmına, altı delinmiş bir lamba veya kandilin tutturularak yakılan yağın azaldıkça yükselmesi için kaba su konulması suretiyle kullanılabileceğinden söz etmektedir (el-Muġnî, IX, 340). Muhtemelen bu düzenek daha sağlam bir şekilde tunçtan yapılmak istenmiş ve bu kaplar doğmuştur. Esasen asıl sıvı haznesinin yüksekliği 7-8 cm. olan bu küçük kaplar ibrik olarak kullanılmaya pek elverişli değildir ve alt kısımlarının geniş-yayvan yapılması da herhalde devrilmeleri tehlikesini azaltmak içindir (Pope, XIII, 1309 [lv. ABCD]). İkinci tür ibrikler daha önce sözü edilen kürevî gövdeli Nîşâbur ibriğine benzer. Bu ibriklerin bir kısmının erken İslâm döneminde yapılıp üzerlerindeki süslemelerin sonradan işlenmiş olması da muhtemeldir (Erginsoy, s. 156). Üçüncü grup ibrikler ise silindirik boyunlarından çıkan ve mübalağalı derecede uzayan kuş gagası şeklindeki emzikleriyle tanınır; bunlar kazıma tekniğinde yapılan hayvan frizleri, kûfî kitâbeler ve yıldız rozetlerle süslenmiştir.

XII. yüzyılın son çeyreğinde Horasan bölgesinde yeni bir ibrik şekli ortaya çıkmaya başlamıştır. Döküm ve dövme tekniğiyle yapılan ve kakmalarla süslenen bu ibriklerin silindir şeklindeki yukarı ya doğru genişleyen gövdeleri üzerinde bazı ünlü mimarlık eserlerini andırır dikey yivler ve kaburgalar bulunur. En güzel örnekleri XII. yüzyılın sonu ve XIII. yüzyılın başına tarihlenen bu ibriklerin büyük bir kısmının omuz başlarına çekiç işlemesi tekniğiyle yapılan kuş ve harpi, boynun iki yanına ise birer aslan figürü yerleştirilmiştir; omuz geçişlerinde tahtında oturan hükümdar figürü tekrarlanır. Ayrıca üzerlerinde bakır ve gümüş kakmalar halinde astrolojik semboller, insan başlı nesih ve kûfî kitâbeler yer almaktadır (a.g.e., s. 198-199). Bu ibriklerden bazılarının gövdeleri Horasan’daki Kişmar Kümbeti’ne ve Delhi’deki Kutub Minâr’a benzetilir. Mimari eserlere benzetilen diğer bir ibrik grubunun gövdeleri düz ve hafif konkav olup on iki yüzlüdür ve bazılarında bu yüzlere on iki burç işlenmiştir. Bu ibrik tipinin çini ve seramik benzerleri de yapılmıştır.

Moğol istilâsından sonra Horasan’dan batıya doğru göç eden bazı ustalar özellikle Musul çevresinde yeni bir ibrik formu oluşturdular ve süslemelerde daha önce bu yörede pek bilinmeyen kakma tekniğini uyguladılar. XIII. yüzyıldan günümüze ulaşan pek çok madenî eser “Mevsılî” imzasını taşır; ancak bu imza eserin mutlaka Musul’da yapıldığını göstermez, daha çok ustanın bu ekolden yetiştiğine işaret eder. Bu tür ibriklerin gövdeleri yine yukarıya doğru genişleyen armut şeklindedir; fakat diğerlerinden farklı biçimde yukarıdan aşağıya doğru düz dilimlere ayrılmıştır. Süslemelerinde hem gümüş hem bakır kakmalar kullanılan bu ibriklerin yüzeylerindeki taht ve eğlence sahneleri, kitâbe frizleri, gümüş ve bakır kakmalar, madalyonlarındaki tasvirler ve canlı yazıya yakın figürler, ibriğin İran Selçuklu geleneğinin ve Horasan ekolünün bir devamı olduğunu göstermektedir. Anadolu Selçukluları’ndan günümüze ulaştığı bilinen tek ibrik Eskişehir Seyyid Battal Gazi Türbesi’nde bulunmuştur ve İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde muhafaza edilmektedir (nr. 102). Mimari eserlerden esinlenmiş Horasan ibriklerini andıran ve omuz hizasından yukarısı bulunmayan ibriğin 22 cm. yüksekliğindeki mevcut kısmı dövme olup altın ve gümüş kakmalarla süslüdür. Birbirinden balık sırtı kenarlarla ayrılan sekiz yüzünde nesih ve canlı nesih kitâbelerle önden ve profilden aziz tasvirleri, tahtında oturan hükümdar, kayık gezintisi, ördek avı, göğe yükseliş, hayvan-insan mücadelesi ve çevgân oyunu sahneleri yer almaktadır. İbrik, birçok Selçuklu eserinde olduğu gibi farklı kültürlerden çeşitli unsurlar taşımaktadır.

Günümüze ulaşan Osmanlı madenî ibrikleri, Louvre Müzesi’nde korunan Fâtih Sultan Mehmed’in adına yapılmış gümüş kakmalı bir ibrik (nr. Mao 356) hariç daha çok son asırlara aittir ve bunların büyük bölümü tombaktır; Topkapı Sarayı Müzesi’nde altın ve gümüş leğen-ibrik takımları, kıymetli taşlarla süslü altın zemzem ibrikleri de bulunmaktadır. İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde yer alan tombak bir leğen-ibrik takımı (nr. 212), teknik incelikleri ve motifleri göz önünde tutularak XVIII. yüzyıla tarihlenmektedir. Soğan formunda bir gövdesi olan ibrik dışa doğru açılan bir kaide üzerine oturtulmuştur. Dövme tekniğiyle yapılan ibriğin gövdesini çevreleyen


kartuşların içinde birer sıra inci dizisi bordürle sınırlanmış kıvrık dal ve rûmîler yer alır; boyun kısmında ve gövde gibi soğanı andıran kapakta kazıma tekniğiyle işlenmiş servi motifleri bulunmaktadır. Tezyinatı ibrikle büyük bir uyum sağlayan leğenin delik işi işlemeli kapağında ibriğin konulması için kaidesine uygun bir çember çıkıntısı yapılmıştır. Aynı müzede (nr. 211) yer alan bir diğer leğen-ibrik takımı da yine tombak olup müzeye Pertevniyal Vâlide Sultan Türbesi’nden getirilmiştir. Kitâbesine göre 1286 (1869) yılında adı geçen türbeye vakfedilen ibrik ve leğen o dönemde yaygın olan geniş kısımlarda büyük, daralan kısımlarda küçük kabartma baklava motifleriyle kaplanmıştır. Süslemeleri gövdeyle aynı olan kapağın üstünde gül şeklinde bir tepelik bulunur. Osmanlı sultanlarından özellikle Abdülaziz, Abdülmecid ve II. Abdülhamid’in tuğralarını taşıyan altın ve gümüş ibriklerle leğen-ibrik takımları bir grup oluşturur. Batılılaşma’nın etkisi görülen bu ibriklerde genel olarak armut şeklindeki gövde stilize bitkiler, değişik hendesî şekiller, rokoko üslûbunun kendine has motifleri, rûmîler ve mühr-i süleymanlarla süslenmiş, bazan da savatlanmıştır.

Çabuk kırılma özelliğine rağmen geçmişten günümüze pek çok cam ve kristal ibrik ulaşmıştır. IX ve X. yüzyıllarda İran’da beyaz üzerine açık yeşil kabartma desenli cam ibrikler yapılmaktaydı. Bunlar armut şeklinde gövde, dar bir boğaz ve dışa doğru açılan zarif bir ağız yapısına sahiptir. Yazılı kaynaklar ve arkeolojik buluntular, özellikle Fâtımîler döneminde Mısır’da çok değerli cam ve kristal kapların, bu arada ibriklerin yapıldığını göstermektedir. Fâtımî Veziri Ebû Muhammed el-Yâzûrî’nin Halife Müstansır-Billâh’ın kendisine hediye ettiği billûr bir leğen-ibrik takımı için “bütün servetim” dediği bilinmekte ve Mısır saray hazinesinde de doksan kadar billûr leğen-ibrik bulunduğu söylenmektedir (Alâeddin el-Gazûlî, II, 65; Makrîzî, I, 415). Bodrum yakınlarındaki Serçe Limanı açıklarında denizden çıkarılan ve XI. yüzyıla ait bir Fâtımî gemisinin yükü olduğu tesbit edilen zengin cam koleksiyonu bu döneme ait cam kaplar hakkında bir fikir vermektedir. Bodrum Müzesi’nde sergilenen bu eserler arasında ibrikler de vardır. Günümüze ulaşabilmiş Osmanlı cam ibrikleri daha çok son asırlara aittir. Bugün müze ve özel koleksiyonlarda XIX. yüzyılda yapılan çok sayıda Beykoz işi ibrik veya leğen-ibrik takımı bulunmaktadır. Cam hamuruna kalay oksit ve kemik külü eklenerek elde edilen opalinden mâmul armudî gövdeli, aplike kulplu, akıtma ağızlı ibrikler, değişik renkte mine veya altın yaldız çiçek ve yaprak motifleriyle süslenmiştir. Bunların kristalleri daha çok derin kesme hendesî motifidir; XIX. yüzyıl ibrikleri arasında çeşmibülbüller de vardır. Ayrıca Batı’da Osmanlı pazarı için kristal ibrikler imal edilmiştir ve özellikle Bohemya’da yapılanları çok değerlidir.

Sırlı, sırsız seramik örnekler arasında, özellikle XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl başlarında İran’ın çeşitli şehirlerinde yapılan ve bazıları çift cidarlı olan ibrikler dikkat çeker. Termos gibi içine konulan sıvının sıcaklık veya soğukluğunu muhafaza etmesi için bu tarzda yapıldığı sanılan çift cidarlılardan Ashmolean Müzesi’nde bulunan (nr. 1956-179) ve muhtemelen Rey’de yapılan armudî gövdeli ve yonca ağızlı örneğin iç cidarı fîrûze mavisi bir sırla kaplanmış, beyaz sırlı dış cidarına ise kıvrık dal motifleri arasında nesih bir kitâbe yazılmıştır (Fehérvári, s. 77). Çini İslâm ibriklerinin en güzelleri, XVI. yüzyılda Osmanlılar’ın İznik ve Kütahya atölyelerinde imal edilmiştir. Bu ibriklerin gövdelerinin armut, dikdörtgen prizma ve küre şeklinde değişik formlarda yapıldığı görülür. Bunlardan bir grup usta adıyla anılır. “Kütahyalı Abraham” imzasını taşıyan, Londra British Museum’daki (nr. G. 1983.1) hafif basık kürevî gövdesi mavi-beyaz rûmî motiflerle süslenmiş ibriğin ağız kısmında genişleyen bilezikli bir boynu, buna bağlı ejder bir kulpu ve dik bir emziği vardır (Atasoy - Raby, lv. 96). XVI. yüzyıl Osmanlı çini ibriklerinden bir grup da yayvan bir kaide üzerine oturan basık kürevî gövdeleri, kalınca boyunları, gövdeye kadar inen gaga biçimi emzikleri ve buna uygun zarif kulpları ile tanınır. Boncuk şeklinde düğmeli ve hafif bombeli kapakları olan bu ibrikler 1530-1540 yıllarına tarihlenir. Metropolitan Museum of Art’ta (nr. 66.4.3) ve Cincinnati Art Museum’da (nr. 1952.269) bulunan iki örneğin gövdeleri, helezonî tuğrakeş üslûbu denilen ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın tuğrasında da yer alan ince motiflerle süslenmiştir. Çin’de ve Avrupa’da da İslâm pazarı, özellikle Osmanlı sarayı için çini ibrikler yapılmıştır.

İbrik, su şebekesi olmayan her evde bulunan ve israfı önleyen önemli bir kaptır. İbadete hazırlık safhasında kullanılması bakımından saygınlık kazanmış ve gerek bu özelliği gerekse dengeli, zarif yapısı ile süslemelerde de motif olarak yer almıştır; seramik ve çini tabaklarda, cam altı resimlerinde ve hat sanatında ibrik


şeklinde motif ve yazılara rastlanır. Ayrıca Arap edebiyatında boynunun uzunluğundan dolayı balıkçıl kuşuna, kaza ve ceylâna benzetilen ibrik (Lisânü’l-ǾArab, “fdm” md.), gümüş bedenli (beyaz tenli) insanların boyunlarının güzelliğini tanımlamak için teşbih sanatında da kullanılmıştır. Hz. Peygamber (İbn Sa‘d, I, 410; Taberî, Târîħ, II, 221; Taberânî, VII, 105; Heysemî, VIII, 279), Hz. Ali (Dûlâbî, I, 84; İbn Abdülber, III, 1123) ve Celûlâ günü Abdullah b. Ömer’in payına düşen bir câriye (Buhârî, et-Târîħu’l-kebîr, I, 419; İbn Ebû Şeybe, III, 516) için yapılan benzetmeler bunun en eski örnekleri arasındadır.

İslâm geleneğinde ibrik hizmeti bir saygı ifadesi ve sünnet olarak telakki edilir. Sahâbîlerin Resûl-i Ekrem’e abdest almasında yardımcı oldukları (İbn Mâce, “Ŧahâret”, 39; Nesâî, “Vuđûǿ”, 63) ve o dönemde varlıklı kişilere ait evlerde bu tür hizmetler için köle ve câriyeler bulundurulduğu (Beyhakī, VI, 317; Hatîb, Muvażżıĥu evhâmi’l-cemǾ, II, 122) bilinmektedir. Saraylarda ise bu hizmet bazı kurallara göre yapılmaktaydı. Emevî ve Abbâsî halifelerinin bu tür hizmetlerini en gözde köle ve câriyelerinin yapmış olduğu şüphesizdir. Hatîb el-Bağdâdî, Hârûnürreşîd’in sarayında onun şahsî hizmetlerini gören câriyelerden söz eder (Târîħu Baġdâd, X, 185; ayrıca bk. Süyûtî, II, 322). İbrik hizmetlerinin en sistemli şekilde düzenlendiği saray Osmanlı sarayıdır. Doğrudan padişahın leğen-ibrik ve su işlerine bakan görevliye “ibrikdârbaşı” veya “ser ibrîkî”, onun yardımcılarına “ibrikdâr” ve bunların kıdemsizlerine de “ibrik gulâmı” denilirdi. Padişah susadığında ve yemek sırasında ibrikdarbaşı su verir, abdest alırken de ibrikten su dökerdi. İbrikdarbaşının yüksek maaşından başka nevrûziye ve kurban istihkakı da vardı. Ayrıca Harem Dairesi kalfalarından biri de “ibrikdâr usta” idi ve onun da bir yamağı ile bir acemisi bulunurdu (Uzunçarşılı, s. 71, 326, 353; Pakalın, II, 14-15).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “brķ”, “fdm” md.leri; Steingass, Dictionary, s. 6; Buhârî, “Riķāķ”, 53; a.mlf., et-Târîħu’l-kebîr, I, 419; Müslim, “Feżâǿil”, 39, 44, “Libâs”, 5; İbn Mâce, “Ŧahâret”, 39, “Zühd”, 36; Tirmizî, “Ķıyâmet”, 14; Nesâî, “Vuđûǿ”, 63; Vâkıdî, el-Meġāzî, III, 1041; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 410; VII, 157; İbn Ebû Şeybe, el-Muśannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, I, 42; III, 516; İbn Münzir en-Nîsâbûrî, el-Evsaŧ fi’s-sünen ve’l-icmâǾ ve’l-iħtilâf (nşr. Ebû Hammâd Sagīr Ahmed b. Muhammed Hanîf), Riyad 1414/1993, I, 315; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, II, 626; VII, 116; XXVII, 174; XXX,164; a.mlf., Târîħ, Beyrut 1407/1987, II, 221; Dûlâbî, eź-Źürriyyetü’ŧ-ŧâhire (nşr. Sa’d Mübârek el-Hasan), Küveyt 1407, s. 84; İbn Huzeyme, eś-Śaĥîĥ (nşr. M. Mustafa el-A‘zamî), Beyrut 1395/1975, I, 65; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Bağdad 1405/1985, VII, 105; Ebû Mansûr es-Seâlibî, Fıķhü’l-luġa, Beyrut 1885, s. 317; Beyhakī, ŞuǾabü’l-îmân (nşr. M. Saîd Besyûnî), Beyrut 1410/1990, VI, 317; Hatîb, Târîħu Baġdâd, X, 185; a.mlf., Muvażżıĥu evhâmi’l-cemǾ ve’t-tefrîķ (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Beyrut 1987, II, 122; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), III, 1123; İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1405, IX, 340; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 16; a.mlf., Üsdü’l-ġābe, I, 38; Kurtubî, el-CâmiǾ, XVI, 114; XVII, 203; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, III, 392; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 246; Heysemî, MecmaǾu’z-zevâǿid, VIII, 279; Alâeddin el-Gazûlî, MeŧâliǾu’l-büdûr, Kahire 1300, II, 64-65; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I, 415; Süyûtî, Târîħu’l-ħulefâǿ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1371/1952, II, 322; A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Cairo 1938, s. 46; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 71, 326, 353; Pakalın, II, 14-15; G. Fehérvári, Islamic Pottery, London 1973, s. 27, 54, 76-77; A. U. Pope, A Survey of Persian Art, Tahran 1977, XIII, 1309 [lv. ABCD]; Ülker Erginsoy, İslâm Maden Sanatının Gelişmesi, İstanbul 1978, s. 45, 55, 62-63, 77-95, 115-119, 127-140, 154-157, 198-206, 234-260, 281-287, 340-342, 366-371, 462-496; Zeren Tanındı, Siyer-i Nebî: İslâm Tasvir Sanatında Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul 1984, minyatürler, s. 3, 8, 19, 28, 72, 85-86; Üzlifat Canav, Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Anonim Şirketi Cam Eserler Koleksiyonu, İstanbul 1985, s. 99, 104-105, 117-122; Esin Atıl v.dğr., Islamic Metal Work in the Freer Gallery of Art, Washington 1985, s. 62-63, 117-123; Nurhan Atasoy - J. Raby, İznik Seramikleri, London 1989, s. 38, 45, 96-97, 105-107, 277, lv. 96-97, 136-138, 741, 774, 779; Alpay Pasinli - Saliha Balaman, Türk Çini ve Keramikleri, Çinili Köşk, İstanbul 1992, s. 110, 118-121; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), III, 98; Oktay Belli - İ. Gündağ Kayaoğlu, Anadolu’da Türk Bakırcılık Sanatının Gelişimi, İstanbul 1993, s. 102-103, 139, 142, 154, 234, 269; Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, İstanbul 1995, şekil, 1-3, 66, 68, lv. 1,10-13, 14, 26, 28, 29 , 64, 87, 88; Cengiz Köseoğlu, Topkapı Sarayı İmparatorluk Hazinesi: Hazine-i Hümayun, İstanbul, ts., s. 50, 66, 90; Güner İnal, “Ondokuzuncu Yüzyıldan Bazı Tombak Eserler”, STY, XIII (1988), s. 91-107; Serap Yakar, “Cam Batığı”, Antik ve Dekor, sy. 8, İstanbul 1990, s. 110-111; Önder Küçükerman, “19. Yüzyıldaki Sanayileşme Hareketinin Sembolü Olarak Beykoz İşi Camlar”, a.e., sy. 40 (1997), s. 102-111; “Brahma”, ML, II, 554; Junior Larousse, İstanbul 1993-94, II, 233.

Nebi Bozkurt - Selda Ertuğrul