İCÂRE-i VÂHİDE

(إجارهء واحده)

Vakıf akarların kısa süreli ve bir defaya mahsus kiraya verilmesi anlamında terim.

Sözlükte “tek kira bedeli” yahut “bir defaya mahsus yapılan kira akdi” anlamına gelen bu tabir, vakıf hukukunda “çatılı (müsakkafât) ve çatısız (müstegallât) vakıf akarların ay ve yıl gibi belli bir süre tayin edilerek mütevellisi tarafından kiralanması” demektir. Bu şekilde kiraya verilen vakıf mallara “icâre-i vâhideli akārât-ı mevkūfe” (icâre-i vâhideli vakıf) denilir. Vakıf mallar, işletilmeleri itibariyle üç ana bölüme ayrılmakta olup icâreteynli ve mukātaalı vakıflar uzun süreli, icâre-i vâhideli vakıflar ise kısa süreli kira akdiyle işletilen vakıflar grubunu teşkil eder. Yani icâre-i vâhideli vakıflar icâreteynli ve mukātaalı vakıflar dışında kalan, bu vakıflardaki tedavül ve intikal özelliğini taşımayan, normal kira akdiyle kiraya verilen vakıflardır. İcâre-i vâhideli vakıflar hakkındaki hükümler, vakıf hukukunun ana konularından biri olması sebebiyle fıkıh kitaplarının “Kitâbü’l-Vaķf”, kira akdinin bir türünü teşkil etmesi yönüyle de “Kitâbü’l-İcâre” bölümünde incelendiği gibi vakıf hukukuna dair kitapların “vakfın icâresi” bahsinde de ele alınır.

Hükümleri. İcâre-i vâhideli vakıflarda kiralayan mütevellidir; vakfın mütevellisi bulunmadığı yahut bulunup da vakfa yararlı olanı tercih etmediği takdirde bu görevi hâkim üstlenir. Vakıftan faydalananların vakıf malları kiraya verip veremeyeceği ise tartışmalıdır (Ali Haydar, Tertîbü’s-sunûf, md. 922-927). İslâm hukukçuları, icâre-i vâhideli vakıflarda kira bedelinin ecr-i mislden daha düşük olmaması gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Hanefî hukukçularına göre vakıf malların kira bedeli noksân-ı fâhiş ile ecr-i mislden aşağı ise kira akdi fâsid olur. Bu durumda kiracıya bedeli ecr-i misl miktarına yükseltmesi imkânı tanınır, buna yanaşmadığı takdirde mütevelli kira akdini iptal etmelidir. İcâre-i vâhide yapıldıktan sonra kira bedelinin artması yahut eksilmesi durumunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kira bedelinin aşağıya düşmesi halinde kiracı icâre-i vâhideyi feshetme hakkına sahip değildir. Kira bedelinin akid esnasında tesbit edilene nisbetle açık bir şekilde artması durumunda ise Hanefî hukukçularının çoğunluğu ve Osmanlı uygulamasında tercih edilen görüşe göre kira bedellerindeki aşırı yükselme akdin fesih sebebini teşkil eder ve artış anındaki ecr-i misle göre akid yenilenir (İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Evkāf-ı Hümâyun, nr. 2, s. 204-205).

İcâre-i vâhidenin en belirgin özelliği kira akdindeki muayyen ve kısa süre olup bu yönüyle belirsiz veya uzun süreli olan diğer vakıflardan ayrılır (bk. HİKR). İslâm hukuk doktrininde kira akdinde sürenin belirli olması üzerinde önemle durulursa da kira süresi için alt veya üst sınırdan kural olarak söz edilmez. Ancak hazine ve yetim malı gibi vakıf mallarının kiralanmasında âzami süre sınırlaması getirilerek bu tür malların suistimallere karşı korunması cihetine gidilmiştir. Belirli ve kısa olan bu kira süresinin ne kadar olacağı hususu İslâm hukukçuları arasında tartışmalı bir konudur ve değişen şartlar karşısında farklı süreler tavsiye edilmiştir. Kınalızâde tarafından sekize kadar çıkarılan bu görüşler arasında uygulamada en yaygın olanı çiftlik ve arazi gibi vakıf malların üç, ev ve dükkân gibi vakıf malların ise bir yıl müddetle kiraya verilmesidir. Hâkim kararıyla bu sürenin daha da uzatılması mümkündür (Risâle fî baǾżi aĥkâmi’l-evķāf, vr. 26-28). Hukukî düzenlemelerde de aynı esas tekrarlanmıştır. Îcâr-ı akār nizamnâmelerinde, “İcâre-i vâhideli olan vakıf akarlar üç seneden ziyade müddet ile icar olunamaz” hükmü yer almaktadır (15 Nisan 1290 tarihli Îcâr-ı Akār Nizamnâmesi, md. 7; Düstur, Birinci tertip, III, 512; 5 Nisan 1298 tarihli Îcâr-ı Akār Nizamnâmesi, md. 7; Düstur, Birinci tertip, zeyil, III, 21 vd.; 7 Nisan 1341 tarihli Evkaf Bütçe Kanunu, md. 5; Resmî Cerîde, 14 Nisan 1341). Bu hükmün en önemli istisnası, vakfeden tarafından kira süresiyle ilgili herhangi bir belirlemenin yapılmasıdır. Bu takdirde vakfedenin bu kaydına uyulur, çünkü vakıf hukukunda vakfedenin şartı şâriin nassı gibi bağlayıcı sayılmıştır.


İcâre-i vâhideli vakıflarda kira süresinin sona ermesiyle veya kiracının vefatıyla kira akdi de sona erer. Kiracının, kiralanan üzerinde hayatı boyunca tasarruf hakkı olması ve ölümünden sonra bu hakkın evlâdına intikal etmesi gibi hükümler icâre-i vâhideli vakıflarda geçerli olmaz. Kira süresi sona erince vakıf mütevellisi kiralananı aynı kiracıya da başkasına da kiraya verebilir. Eski kiracının yeni akid için öncelik hakkı mevcut değildir. İcâre-i vâhideli vakıflarda intikal câiz olmadığı gibi ferâğ da câiz değildir. Bu çeşit vakıflar mahlûl da olmaz. Ancak şartları tahakkuk ettiği takdirde icâre-i vâhideli vakıflar icâreteynli yahut mukātaalı vakıflar haline getirilebilir. Bu durumda ferâğ, intikal ve mahlûliyet hükümleri bunlarda da cârî olur. Bu arada Hanefî hukukçuları, diğer mallardan farklı olarak vakıf mallarında mütevellinin vefatıyla kira akdinin sona ermeyeceğini kabul etmişlerse de îcâr-ı akār nizamnâmelerinde, mütevellinin ölümünü fesih sebebi kabul eden Şâfiîler’in görüşü esas alınmıştır (1299 tarihli Îcâr-ı Akār Nizamnâmesi, md. 17).

Çeşitleri. Osmanlı Devleti’nin son döneminde kanunlaşan 1331 (1913) tarihli İntikālât Kānûn-ı Muvakkati ile icâre-i vâhideli vakıflar iki gruba ayrılmıştır. Birincisi, üç yıldan fazla süre ile kiraya verilmesi câiz görülmeyen, ferâğ ve intikal gibi muamelelerin cârî olmadığı, vakfedenin şartlarına göre idare edilen vakıflardır. Yukarıda hükümleri özetlenen icâre-i vâhideli vakıflar bu grubu teşkil eder. İkincisi, aynı kanunun “icâre-i vâhide-i kadîmeli vakıflar” dediği vakıf mallardır. Bu uygulamanın esası ve menşei şudur: Vakfedenler icâreteyn muamelesinden bîzar olmuşlar ve vakıf senedinde kurdukları vakıfların icâreteyne tahvil edilmemesi yönünde şartlar koşmuşlardır. Ancak bu icâreteyne tahvili yasaklanan vakıflar harap hale gelince vakfedenin şartına uyularak icâreteyne tahvil edilmemişse de süre belirtilmeden kiralanmış, intikal ve ferâğ muamelelerine cevaz verilmiştir. Aslında icâre-i vâhideli olduğu halde süresiz kiraya verilen, tedavül kabiliyeti tanınan ve 1331 (1913) tarihli kanunla da tevsî‘-i intikāl hükümlerine tâbi tutulan vakıflara “icâre-i vâhide-i kadîmeli” vakıflar denmiştir. Ancak dönemin önde gelen hukukçusu Ali Haydar Efendi’nin de belirttiği gibi bu muamele tarzının İslâm hukukunda hâkim görüşe ve geleneksel teamüle aykırı olduğu açıktır (Tavzîhu’l-müşkilât, s. 107-111). 2762 sayılı Vakıflar Kanunu her iki türlü icâre-i vâhideli vakıfları tasfiye yönünde hükümler getirmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Evkāf-ı Hümâyun, nr. 2, s. 204-205; Kınalızâde Ali Çelebi, Risâle fî baǾżı aĥkâmi’l-evķāf, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 785, vr. 26-35; Düstur, Birinci tertip, İstanbul 1293, III, 512; a.e., zeyil, III (1300), s. 21 vd.; Ömer Hilmi, Ahkâmü’l-evkāf, İstanbul 1307, md. 36, 270 vd.; Ali Haydar, Tavzîhu’l-müşkilât fî ahkâmi’l-intikālât, İstanbul 1329, s. 106-111; a.mlf., Tertîbü’s-sunûf fî ahkâmi’l-vukūf, İstanbul 1337r./1340, md. 922-985; Ebül‘ulâ Mardin, Ahkâm-ı Evkāf, İstanbul 1339-40, s. 48-49, 57-59, 200-203; Ali Himmet Berki, Vakıflar, Ankara 1946, s. 136-145; Hilmi Ergüney, Türk Hukukunda Lugat ve Istılahlar, İstanbul 1973, s. 196; Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1988, s. 215, 304-315, 399-400; Pakalın, II, 16-17.

Ahmet Akgündüz