İDRÎSÎLER

(الأدارسة)

789-985 yılları arasında Fas’ta hüküm süren ilk İslâm hânedanı.

Hânedanın kurucusu, Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ın neslinden olup soyu Fas şeriflerinin bir kolunu meydana getiren İdrîs b. Abdullah (I. İdrîs), Fah Savaşı’nın (169/786) ardından Mağrib’in merkezi Tanca’ya gitmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Velîlâ’da Evrebe adlı Berberî kabilesinin desteğiyle kendisine dinî ve siyasî lider olarak biat edilmiş, böylece Velîlâ merkez olmak üzere İdrîsîler’in temelleri atılmıştı (172/789). İdrîs’in oğlu babasının kurduğu Fas’ı başşehir yaptı. Vezirlik, kâtiplik ve kadılık gibi görevleri ihdas ederek devletini Arap-İslâm devleti tarzında teşkilâtlandırdı ve gerçekleştirdiği fetihlerle ülkenin sınırlarını genişletip İdrîsîler’i Mağrib-i Aksâ’nın en güçlü devleti haline getirdi. Kurtuba’da (Cordoba) (202/817-18) ve Tunus’ta (209-211/824-826) meydana gelen isyanlar yüzünden kaçarak Fas’a gelen Araplar’ın devletin üst kademelerinde görevlendirilmesiyle İdrîsîler’in Arap karakteri güçlendi. Devletin sınırları doğuda Şelif nehrine (Cezayir) ve Güney Fas’ta Sûs’a kadar uzanmaktaydı. Ancak onun vefatından hemen sonra hânedan parçalanma sürecine girdi. Veliaht olarak yerine geçen büyük oğlu Muhammed, ülkeyi on iki erkek kardeşinden erginlik çağına ulaşan sekiziyle paylaştı. Tilimsân ve civarını ise önceden olduğu gibi Süleyman b. İdrîs evlâdına bıraktı, başşehir Fas ve yöresini kendisine ayırdı. Bu uygulama kısa sürede merkezî otoriteyi zayıflattı ve her biri muhtariyet peşinde koşan mahallî emirliklerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Muhammed’e karşı ilk isyan eden Azemmûr, Tâmesnâ, Şâle ve Selâ’ya hükmeden kardeşi Îsâ oldu. Muhammed, onun isyanını bastırmak için Tanca valisi olan diğer kardeşi Kāsım’ı görevlendirdi, onun kabul etmemesi üzerine de Rif bölgesi hâkimi olan kardeşi Ömer’den yardım istedi. Ömer önce Îsâ’yı, ardından diğer kardeşi Kāsım’ı mağlûp ederek ikisine ait merkezleri ele geçirdi. 220 (835) yılında Ömer ölünce Muhammed onun idaresindeki merkezleri üç oğlu arasında taksim etti. Ömer’den bir yıl sonra vefat eden Muhammed’in ardından İdrîsî tahtına henüz dokuz yaşındaki oğlu Ali geçti. Yaşının küçüklüğüne rağmen kabile reislerinin saray görevlilerine itaati sayesinde önemli bir sıkıntı yaşanmadı. Erginlik çağına ulaştıktan sonra yönetimi eline alan I. Ali 234’te (849) öldü. Yerine geçen kardeşi I. Yahyâ başarılı yönetimiyle devletinin gücünü arttırdı. Başşehir Fas onun zamanında büyük gelişme gösterdi, bölgede bir câzibe merkezi haline geldi ve nüfusu arttı. Fas’ta ve diğer merkezlerde imar faaliyetleri ve ticarî hayat da önemli gelişme kaydetti. I. Yahyâ’nın 249 (863) yılında vefatından sonra yerine geçen oğlu II. Yahyâ zamanında ülkede istikrar bozuldu ve devleti yıkılışa sürükleyen karışıklıklar başladı. Kendisini eğlenceye veren II. Yahyâ’ya karşı isyan eden Abdurrahman b. Ebû Sehl el-Cüzâmî, onu saraydan kaçmak zorunda bıraktı. II. Yahyâ bir süre sonra üzüntüden öldü (252/866).

II. Yahyâ’nın kaçışı esnasında onunla birlikte gitmeyi reddeden hanımı Atîke, Rif bölgesinin hâkimi olan babasını başşehre çağırmıştı. Bunun üzerine Ali b. Ömer Fas’a gelerek kontrolü sağladı. Böylece taht aynı ailenin Ömer b. İdrîs koluna geçmiş oldu. II. Ali bir süre sonra kuvvetli bir Hâricî isyanıyla karşılaştı. Sufriyye Hâricîleri’nden Abdürrezzâk el-Fihrî, başlattığı isyanı genişleterek bölgedeki bazı merkezleri eline geçirdi ve sonunda II. Ali’yi de yendi. II. Ali Evrebe kabilesine sığındı. Ardından Fas’a giren Abdürrezzâk şehrin Endülüs mahallesinde halkın biatını aldı. Ona teslim olmayan Karaviyyîn mahallesi halkı Yahyâ b. Kāsım b. İdrîs’i şehre çağırdı. Fas’a gelerek tahta oturan III. Yahyâ, Hâricîler’i başşehrinden çıkarmayı başardı. Hem şehir halkının hem de Kurtuba’dan sürülen Endülüslüler’in biatını aldı. Ancak amcası Ömer’in çocuklarıyla giriştiği taht mücadelesi sırasında öldürüldü (292/905). İdrîsîler’in yeni imamı Yahyâ b. İdrîs b. Ömer kısa süre içinde istikrarı sağladı. Tarihçilerin İdrîsîler’in en güçlü hükümdarı olarak tanıttığı IV. Yahyâ adaleti, fazileti ve cengâverliği yanında dinî ilimlerde temayüz etmiş bir


ilim adamıydı. İdrîsîler en geniş sınırlarına onun zamanında ulaştı. Sarayı Endülüs ve diğer İslâm ülkelerinden gelen âlim ve şairlerle doldu.

İdrîsîler, IV. Yahyâ’nın son zamanlarında önemli iki dış tehlikeyle yüzyüze geldiler. Yahyâ’nın saltanatının ilk yıllarında İfrîkıye’de kurulmuş olan Fâtımîler güçlerini arttırmış, Cezayir’i aldıktan sonra bütün Mağrib’i ele geçirmek için İdrîsî topraklarına yönelmişlerdi. Diğer taraftan Endülüs Emevî Devleti bölge üzerine güçlü ordular sevketmeye başlamıştı. IV. (X.) yüzyılın başından itibaren İdrîsîler’e ait şehirler birbiri ardınca bu iki devletten birinin eline düşmeye başladı. İdrîsî emîrleri bazan direnerek, bazan da kuvvetli olan tarafa itaat ederek varlıklarını sürdürmeye çalıştılar.

Fâtımî kumandanı Mesâle b. Habbûs el-Miknâsî karşısında ağır bir yenilgiye uğrayan IV. Yahyâ, sonunda Fâtımîler’e itaati ve onlara vergi ödemeyi kabul etmek zorunda kaldı. Mesâle, Fas’a ikinci gelişinde kendisini karşılamaya gelen IV. Yahyâ’yı tutuklatarak İdrîsî yönetimine son verdi ve Reyhân el-Kutâmî’yi Fas valiliğine getirdi. IV. Yahyâ’nın tahttan uzaklaştırılmasından üç ay sonra İdrîsî ailesinden Haccâm lakabıyla meşhur Hasan b. Muhammed b. Kāsım, gerçekleştirdiği bir isyanla Fâtımî valisini Fas’tan çıkarıp tahtı geri almayı başardı (310/922). Ardından Mûsâ’nın üzerine giderek onu da ağır bir hezimete uğrattı, fakat tekrar karşısına çıkan Mûsâ’ya yenilince Fas şehrine sığınmak zorunda kaldı. Ancak orada bırakmış olduğu vekilinin ihanetine uğradı. Şehre girmesine izin vermeyen ve Fâtımîler’e bağlı olduğunu açıklayan bu kişi tarafından yakalanıp tevkif edildi. Böylece İdrîsîler’in merkezi tekrar Fâtımîler’in eline geçti (313/925).

Fâtımî Valisi Mûsâ b. Ebü’l-Âfiye, üç yıl içinde İdrîsîler’e ait merkezlerin hemen hemen tamamını hâkimiyeti altına aldı. Direnen İdrîsî güçleri Rif dağındaki Hacerünnesr Kalesi’ne sığındı (317/929). Kale-yi muhasara eden Mûsâ başarısız olunca bir miktar kuvvet bırakarak oradan ayrıldı ve aynı yıl içinde Fâtımîler’e itaati terkederek hutbeyi Mağrib-i Aksâ ve Sebte’yi (Ceuta) ele geçirmeye çalışan Endülüs Emevî Halifesi III. Abdurrahman adına okuttu. Fakat daha sonra üzerine gönderilen Humeyd b. Yesâl kumandasındaki Fâtımî ordusu karşısında ağır bir hezimete uğradı ve Fas şehrine çekildi. Bunu fırsat bilen Hacerünnesr Kalesi’ndeki İdrîsîler, Mûsâ’nın bıraktığı kuvvetleri püskürterek bölgeye gelen Fâtımî ordusuna katıldılar (323/935) ve onların yardımıyla Fas şehri hariç atalarına ait toprakların büyük bölümünü geri aldılar. Bu sırada İdrîsîler’in liderliğini yapmakta olan Kāsım Kennûn b. Muhammed b. Kāsım başşehir olarak Hacerünnesr’i seçti. Ömer b. İdrîs evlâdından olan Rif ve Sebte İdrîsîleri ise Sebte’yi merkez edinerek ayrı bir idare kurdular ve Endülüs Emevîleri’ne bağlılıklarını açıkladılar. Kāsım Kennûn vefatına kadar (337/948) Fâtımîler’e tâbi olarak hüküm sürdü. Kāsım’ın yerine âlim, âdil ve fâzıl bir emîr olarak tanınan oğlu Ebü’l-Ayş Ahmed geçti. Ebü’l-Ayş, Fâtımîler’den ayrılarak Endülüs Emevî Halifesi III. Abdurrahman’a itaat ettiğini açıklamakla beraber Tanca’yı ona vermedi. Bunun üzerine Endülüs Emevî kuvvetleri şehri zaptetti. Ebü’l-Ayş’ın elinde sadece Edayle ve Basra kaldı. Ebü’l-Ayş daha sonra iktidarı kardeşi II. Hasan’a devretti (343/954). Fâtımîler tarafından Mağrib seferine memur edilen meşhur kumandan Cevher es-Sıkıllî Fas üzerine yürüyüp şehri kuşattı (Şâban 349 / Ekim 960) ve kumandanlarından Zîrî b. Menâd es-Sanhâcî’nin kahramanlığı sayesinde burayı ele geçirdi (20 Ramazan 349 / 13 Kasım 960). Bu zafer sayesinde Tanca ve Sebte dışında bütün Mağrib kısa bir süre için de olsa Fâtımî hâkimiyeti altına girmiş oldu. II. Hasan da Fâtımîler’e tâbi olmak zorunda kaldı. Ancak ordunun çekilmesinden sonra tekrar Endülüs Emevîleri’ne bağlandığını ilân etti (349/960). On bir yıl sonra Fâtımî kumandanı Bulukkîn b. Zîrî karşısında âciz kalınca bu defa ordusuna katılıp onunla birlikte Endülüs Emevîleri’ne karşı savaştı. Bu tavrı yüzünden kendisini cezalandırmak isteyen Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem, Gālib b. Abdurrahman es-Sıklâbî kumandasında büyük bir orduyu onun üzerine gönderdi. II. Hasan bu orduya yenildi ve 363’te (974) Hacerünnesr Kalesi’nde Endülüs Emevî kuvvetlerine teslim oldu. Gālib, II. Hasan ve 700 adamıyla birlikte Kurtuba’ya döndü (364/975). Mağrib’de hutbe Endülüs Emevî halifesi adına okunmaya başlandı. II. Hasan iki yıl sonra Endülüs’ten çıkarılınca Mısır’a giderek Fâtımî sarayına sığındı. 373’te (984) Fâtımî halifesi onu Mağrib-i Aksâ valiliğine tayin etti ve emrine verdiği orduyla ailesine ait toprakları geri alması için Mağrib’e gönderdi. Fâtımîler’in İfrîkıye valisiyle bölgedeki bazı Berberî kabileleri tarafından desteklenen II. Hasan, Sebte civarında Endülüs Emevî ordusuna yenilince eman dilemek zorunda kaldı. Ordu kumandanı onun itaatini kabul etti ve beraberinde Kurtuba’ya götürmek üzere yanına aldı. Ancak yolda Hâcib İbn Ebû Âmir el-Mansûr tarafından gönderilen adamlar tarafından öldürüldü (375/985). II. Hasan’ın ölümüyle Mağrib-i Aksâ’da hüküm süren İdrîsî hânedanı sona ermiş oldu. Daha sonra bu aileden Ömer b. İdrîs’in neslinden gelen Ali b. Hammûd, Endülüs’te Emevî Devleti’nin zayıflamaya başladığı sırada ortaya çıkan mülûkü’t-tavâifin en önemlilerinden biri olan Hammûdîler hânedanını kurmuştur.

İdrîsîler, bölgede İslâm dini ve Arapça’nın yayılması hususunda önemli rol oynamışlardır. II. İdrîs zamanında Kurtuba ve Kayrevan’daki isyanlardan kaçan kalabalık Arap mülteciler başşehir Fas’a yerleştirildi. Bu mülteciler sayesinde ülkede Arap-İslâm havası canlandı, Arapça din ve kültür dili haline geldi. Kurtuba ve Kayrevan’dan gelen âlimler sayesinde Fas Mağrib’in en önemli ilim merkezi oldu. Başta Fas olmak üzere Asîle, Aklâm, Hacerünnesr gibi çok sayıda yeni şehir kuran İdrîsî emîrleri bu şehirleri mimari eserlerle süslediler. İdrîsîler döneminde Fas bölgenin en büyük ilim, medeniyet ve kültür merkezi oldu. Mağrib’in bütün yörelerinden ve Endülüs’ten talebeler Fas’a akın ettiler. Fas şehri siyasî, dinî ve iktisadî merkez olma kimliğini asırlar boyu sürdürdü. İdrîsîler döneminde yirmiden fazla şehirde sikke darbedilmiş olmasından da anlaşılacağı gibi İdrîsî emîrleri ülkede ticarî hayatı canlandırdılar. Ayrıca başta pamuk olmak üzere Doğu’nun pek çok bitki türünü Mağrib’e getirerek tarımı


geliştirdiler. İdrîsîler zamanında Fas şehrinde Câmiu’l-eşyâh (192/808), Câmiu’ş-şürefâ (193/809) ve Câmiu’l-Endelüs (245/859) yanında birçok han ve hamam inşa edildi. Yapımına bu devirde başlanan Câmiu Fâtıma’nın (242/857) adı daha sonra Zenâteler tarafından Karaviyyîn olarak değiştirilmiştir.

Tarihçiler, İslâmiyet’in Mağrib’de yayılmasında büyük rol oynayan İdrîsî emîrlerinin Zeydiyye mezhebine mensup olduklarını, ancak taassuba kapılmayıp ülkelerinde diğer mezhep mensuplarına karşı da hoşgörülü davrandıklarını ve bilhassa zamanla bölgede hâkim mezhep haline gelecek Mâlikî mezhebinin fakihlerine destek verdiklerini belirtirler. İdrîsî emîrlerinin imam veya emîr unvanını kullandıkları kaydedilir. Ömerî, Makrîzî ve Safedî ise I. İdrîs’i halife unvanıyla anmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, I, 82-84, 210-216; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, V, 49; İbn Ebû Zer‘, el-Enîsü’l-muŧrib, Rabat 1973, s. 15-95; Makrîzî, el-Muķaffe’l-kebîr (nşr. Muhammed el-Ya‘lâvî), Beyrut 1411/1991, II, 10; İbn Haldûn, el-Ǿİber, IV, 12-17; VI, 216-220; Muhammed b. Ali es-Senûsî, ed-Dürerü’s-seniyye fî aħbâri’s-sülâleti’l-İdrîsiyye, Beyrut 1980; Selâvî, el-İstiķśâ, I, 147-226; Ahmed el-Halebî, ed-Dürrü’n-nefîs ve’n-nûrü’l-enîs fî menâķıbı Mevlâ İdrîs b. İdrîs, Fas 1300; R. Le Tourneau, Fès avant le protectorat, Casablanca 1949; a.mlf., “Fās”, EI² (İng.), II, 818; D. Eustache, Corpus des dirhams idrisites, Rabat 1970, s. 71; a.mlf., “Idrīsids”, EI² (İng.), III, 1035-1037; Muhammed Vülid Dâdâh, Mefhûmü’l-mülk fi’l-Maġrib, Beyrut 1977, s. 33-39; Abdülazîz Sâlim, el-Maġribü’l-kebîr, Beyrut 1981, II, 465-503; İsmâil el-Arabî, Devletü’l-Edârise: Mülûkü Tilemsân ve Fâs ve Ķurŧuba, Beyrut 1403/1983, s. 165-172; İbrâhim Harekât, el-Maġrib Ǿabre’t-târîħ, Dârülbeyzâ 1405/1984, I, 95-146; Sa‘dûn Abbas Nasrullah, Devletü’l-Edârise fi’l-Maġrib, Beyrut 1407/1987; a.mlf., Devletü’l-Edârise fi’l-Maġrib ve’l-Endelüs, Beyrut 1996; Mahmûd İsmâil, el-Edârise fi’l-Maġribi’l-aķśâ, Küveyt 1409/1989; a.mlf., “Mülâĥažât ĥavle târîħi’l-Edârise”, el-Ĥayâtü’ŝ-ŝeķāfiyye, sy. 5, Tunus 1979, s. 4-13; Hüseyin Mûnis, Târîħu’l-Maġrib, Beyrut 1992, I/1, s. 369-419; Abdülhamîd Hâciyât, “Târîħu devleti’l-Edârise min ħilâli kitâbi Nažmi’d-dürer ve’l-Ǿiķyân li-Ebî ǾAbdillâh et-Tenesî”, Mecelletü’t-Târîħ, sy. 2, Cezayir 1980, s. 5-47; Abdüllatîf es-Sa‘dânî, “İdrîs el-İmâm münşiǿü devle ve bâǾişü daǾve”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb ve’l-Ǿulûmi’l-insâniyye bi-Fâs, sy. 4-5, Dârülbeyzâ 1980-81, s. 7-32; Abdülvehhâb İbn Mansûr, “Nuśûś cedîde Ǿani’l-Edârise”, el-Akademiyye, sy. 10, Rabat 1993, s. 75-82; H. Terrasse, “Fās”, EI² (İng.), II, 821; G. Yver, “al-Maҗћrib”, a.e., V, 1189; Muhammed Zenîber, “el-Edârise”, MaǾlemetü’l-Maġrib, Rabat 1410/1989, I, 217-219; Mehmet Özdemir, “Hammûdîler”, DİA, XV, 496-497; Sâdık Seccâdî, “Âl-i İdrîs”, DMBİ, I, 561-565.

Muhammed Rezûk