İKTİDÂR

(الاقتدار)

Bir düşünceyi çeşitli edebî sanatlarla ifade etme anlamında bir terim.

Sözlükte “bir şeyi yapmaya gücü yetmek, yapabilmek” anlamına gelen iktidâr kelimesi, bedî‘ ilminde ”şairin veya edibin bir mânayı çeşitli edebî türlerle ifade etmesi” mânasında kullanılır. Bu edebî sanattan ilk defa İbn Ebü’l-İsba‘ (ö. 654/1256) Taĥrîrü’t-Taĥbîr adlı eserinde bahsetmiş (s. 582) ve buna tasarruf adını vermiş, daha sonra yazdığı BedîǾu’l-Ķurǿân’da (s. 289) tasarruf yerine iktidâr kelimesini kullanmıştır. Belâgat kitaplarında Kur’an’da geçen, “âyetleri muhtelif ifade tarzları ve üslûp şekilleriyle çeşitli edebî ve belâgī türlerle dile getirmek” anlamına da gelen “tasrîfü’l-âyât” tabiriyle (el-En‘âm 6/46, 65, 105; el-A‘râf 7/58) bu sanata işaret edildiği belirtilmektedir. Îcâzıtnâb-müsâvât gibi üslûplar ve hakikat-mecaz, teşbih, temsil, istiare gibi edebî sanatlarla örülen, böylece çeşitli zekâ ve anlayış seviyesine sahip insanlara hitap edebilen Kur’an kıssaları, cennet, cehennem tasvirleri bu sanatın en güzel örnekleridir.

İmruülkays’ın çeşitli keder ve üzüntüleriyle insanın üzerine çöken ve bitmek bilmeyen gecenin uzunluğunu hakikat-mecaz (istiare), teşbih, îcâz, kinaye ve irdâf türleriyle ifade eden aşağıdaki beyitleri bu konunun meşhur örnekleridir:ألا أيّها الليل الطويل ألا انجل / بصبح وما الإصباح منك بأمثل (Ey uzun gece, hey açıl bir sabahla! Gerçi sabah da senden daha iyi değil ya bana! [hakikat ve îcâz]);فيالك من ليل كأن نجومه / بكل مغار الفتل شدّت بيذبل (Vah şu uzun gecenin elinden! Sanki güçlü halatlarla Yezbül dağına bağlanmış [hakikat, îcâz ve teşbih]);كأنّ الثريّا علّقت في مصامها / بأمراس كتّان إلى صمّ جندل (Sanki Süreyyâ takım yıldızı, yerlerinde sabit duran halleriyle, güçlü keten halatlarla yalçın kayalara bağlanıp asılmış gibidir [teşbih]);وليل كموج البحر أرخى سدوله/عليّ بأنواع الهموم ليبتلي//فقلت له لمّا تمطّى بصلبه/وأردف أعجازاً ونآء بكلكل (Nice geceler var ki, türlü kederlerle benim acılara dayanma gücümü sınamak için deniz dalgaları misali perde perde karanlıklarını üzerime salmıştır. [Sanki çökmüş bir deve misali] yere sırtını yayıp arkasını uzatarak göğüs gerince [yerine serilip kalkmak istemeyen bir deve misali gece geçmek bilmeyince] ona dedim ki ... [teşbih, istiare, kinaye, irdâf]).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 1183; İmruülkays, Dîvân (nşr. Hasan es-Seydûbî), Kahire, ts. (Matbaatü’l-istikāme), s. 151-152; Kudâme b. Ca‘fer, Naķdü’ş-şiǾr (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 86; Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ el-Alevî, Ǿİyârü’ş-şiǾr (nşr. Abbas Abdüssâtir), Beyrut 1402/1982, s. 32; Zevzenî, Şerĥu’l-MuǾallaķāti’s-sebǾa, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 26-27; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hıfnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 582-583; a.mlf., BedîǾu’l-Ķurǿân (nşr. Hıfnî M. Şeref), Kahire 1392/1972, s. 289-291; İbnü’l-Bennâ el-Merrâküşî, er-Ravżü’l-merîǾ fî śınâǾati’l-bedîǾ (nşr. Rıdvân b. Şakrûn), Dârülbeyzâ 1985, s. 167; Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî, Ĥüsnü’t-tevessül ilâ śınâǾati’t-teressül (nşr. Ekrem Osman Yûsuf), Bağdad 1400/1980, s. 315; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, Kahire, ts. (Dâru’l-kütüb), VII, 177; Süyûtî, el-İtķān, Kahire 1973, II, 87-88; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürüh, Bağdad 1403/1983, I, 273-274; II, 238-239.

İsmail Durmuş