İLHANLILAR

(1256-1353)

İran’da kurulan bir Moğol devleti.

Kurucusu Cengiz Han’ın torunu Hülâgû’dur. Moğol Büyük Hanı Mengü (Möngke) 1253 yılında kurultay kararı ile kardeşi Hülâgû’yu İran, Irak, Suriye, Mısır, Kafkasya ve Anadolu’yu ele geçirip buraları kendisine tâbi bir “ilhan” (il+han “bölge hükümdarı”) olarak idare etmek üzere görevlendirdi. Bu suretle başşehri Tebriz olmak üzere İran’da kurulan (1256) ve 1295 yılından itibaren tam bağımsız hale gelen devlet, Hülâgû’nun taşıdığı ilhan unvanına nisbeten İlhanlılar adıyla anılmıştır.

Mengü büyük hanlığa seçildiğinde (1251) Moğollar Yakındoğu’ya tam anlamıyla hâkim değildi ve Hülâgû’yu batıya yollarken Mengü öncelikle bunu


gerçekleştirmesini istiyordu. Hülâgû yaklaşık 130.000 kişilik ordusuyla Karakorum’dan yola çıktığında planı, o güne kadar Sultan Melikşah ve Hârizmşah Alâeddin Tekiş dahil birçok hükümdarın alamadığı Alamut Kalesi’ni almak ve arkasından Abbâsî Devleti’ni yıkmaktı. Önce ele geçirdiği şehirlerde Büyük Han Mengü adına para bastırıp (1254, 1255) Moğol hâkimiyetini yaydığını, 1256’da Alamut Kalesi’nin fethinden sonra ise bastırdığı paralara kendi adını da koydurup (resim için bk. DİA, XVIII, 474, 475) ilhanlığını kurduğunu dünyaya duyurdu. 1258’de Bağdat’ı zaptederek Abbâsî hilâfetini ortadan kaldırdıktan sonra Irak, Azerbaycan ve Suriye’yi ele geçirdi; ayrıca 1243 Kösedağ Savaşı’ndan itibaren Moğol hâkimiyeti altına girmiş olan Anadolu’yu da daha sıkı biçimde baskı altına aldı. Ancak ağabeyi Mengü’nün ölümü münasebetiyle Karakorum’a gittiği sırada Ketboğa Noyan kumandasındaki ordusu Filistin’de vuku bulan Aynicâlût Savaşı’nda Memlük Sultanı Kutuz tarafından bozguna uğratıldı (3 Eylül 1260) ve Fırat kıyılarına kadar çekilmek zorunda kaldı. Böylece görülmemiş zulüm, katliam ve yıkımlarla gerçekleştirilen İslâm dünyasını istilâ hareketi Mısır ve Mağrib’e ulaşamadan sona erdi; Suriye, Filistin ve Kuzey Irak da tahliye edildi. Hülâgû öldüğü zaman (8 Şubat 1265) İlhanlı Devleti’nin sınırları Amuderya’dan Fırat’a ve Kafkasya’dan Belûcistan’a kadar uzanıyor, Anadolu Selçuklu Sultanlığı ile küçük Ermenistan Krallığı da bağımlı devletlerini oluşturuyordu.

Hülâgû’nun ölümünden sonra yerine İlhanlı Kurultayı tarafından büyük oğlu Abaka seçildi; ancak ilhanlığı Büyük Han Kubilay tarafından onaylanıncaya kadar beş yıl süreyle resmen tahtına oturamadı. Abaka da babası gibi Budist olmakla beraber siyasî amaçlarla hıristiyanlara yaklaştı ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi; mücadelesini ise doğuda Çağatay, batıda Altın Orda ve müttefiki Memlük devletleriyle sürdürdü. Memlük Sultanı I. Baybars’ın Anadolu’ya girmesi ve Elbistan Savaşı’nda İlhanlı ordusunu yenmesi üzerine (1277) çıktığı Anadolu seferinde, Baybars’ı davet eden Selçuklu ümerâsına olan kızgınlığı sebebiyle binlerce insanı öldürtmüş, büyük dedesi Cengiz ve babası Hülâgû gibi müslümanların hâfızalarında yıllarca silinmeyen bir iz bırakmıştır. Abaka’nın İlhanlı devlet teşkilâtının kurulması ve gelişmesinde hizmeti büyüktür. Hızla yayılan İslâmiyet’e karşı atalarının âdet ve geleneklerini korumaya çalışan Abaka’nın 1282 yılında ölümünden sonra yerine kardeşi Teküder (Tekûdâr) geçti ve ihtidâ ederek Ahmed Teküder adıyla tanındı. Tahta çıkmasından iki yıl sonra, ilk günden beri kendisine karşı saltanat mücadelesi veren Abaka’nın büyük oğlu Argun tarafından tahttan indirilerek öldürüldü. Müsrif bir hükümdar olan Argun Han’ın taleplerini karşılayabilmek maksadıyla veziri Sa‘düddevle’nin yeni vergiler koyması ve yakınlarını devlet hizmetine alması huzursuzluklara yol açtı. Argun’un genç yaşta ölümü üzerine toplanan kurultay kardeşi Geyhatu’yu hükümdar seçti (1291). Geyhatu, Anadolu’da İlhanlı yönetimine karşı başlatılan ayaklanmaları bastırmak için yeni kuvvetler gönderdi ve başta Karamanoğulları olmak üzere Türkmenler’e ağır darbeler vurdu. Onun döneminde İlhanlı-Memlük mücadelesi devam etti. Geyhatu’nun eğlence düşkünü ve müsrif olması sebebiyle devletin malî gücü zayıfladı. Bunun üzerine Vezir Sadreddin Ahmed el-Hâlidî, Çin’deki uygulamaları örnek alarak kâğıt para bastırıp madenî paraları yasakladı; ancak bu yenilik, halktan tepki gelmesi ve ekonomik hayatta buhran başlaması sonucu dört ay sonra kaldırıldı (1294). Geyhatu Budist olmasına rağmen müslüman eşinin etkisiyle İslâm’a karşı hoşgörülü idi. 1295 başlarında Geyhatu’nun sefih yaşantısından memnun olmayan bazı devlet adamları, onun Cengiz yasasını ihlâl ettiği gerekçesiyle Hülâgû’nun torunlarından Baydu’yu tahtı ele geçirmeye kışkırttılar. 24 Mart’ta Geyhatu öldürüldü; ancak yerini alan Baydu da 4 Ekim’de yine bazı devlet adamlarının desteğiyle saltanata gelen Argun’un oğlu Gāzân tarafından öldürtüldü.

Daha önce 100.000 askeriyle birlikte müslüman olduğu için Gāzân Mahmud Han adıyla tahta çıkan Gāzân İslâmiyet’i devletin resmî dini haline getirdi. Fakat buna rağmen Anadolu’da halk daha fazla ezilmiş ve perişan edilmiştir. Çin’deki büyük hanlığa tâbi olmaktan çıkan ve sadece kendi adına hutbe okutup para bastıran Gāzân Han önce maliyeyi ıslahla işe başladı ve bunu askerî alanda aldığı tedbirler izledi. Bu maksatla kumandanlara dirlik (hizmet karşılığında belirli miktarda toprak) verdi. Posta teşkilâtını ıslah için menzilhâneler yaptırarak ulakların buralarda dinlenmelerini ve ihtiyaç gidermelerini sağladı; böylece onların halkı tâciz etmelerini engelledi ve âdeta soygun derecesine ulaşan vergileri düzene koyarak halkın gelir seviyesinin yükseltilmesi için çalıştı. Siyasî bakımdan ise Anadolu valiliği meselesinden kaynaklanan Baltu ve Sülemiş isyanlarını bastırdı. Bu iki isyan, Anadolu’daki Moğol valilerinin bu tarihten itibaren ikballerini gittikçe kuvvetlenen Türkmenler’e bağlamış olduklarını göstermektedir. Gāzân Han, atalarının Memlükler karşısındaki yenilgilerinin intikamını almak için Papa VIII. Boniface’ye mektup yazarak hıristiyan devletlerinin desteğini sağlamaya çalıştıysa da sonuç alamadı ve o da Dımaşk yakınlarında bozguna uğradı (702/1303).

Gāzân Han’ın 1304’te ölümüyle yerini kardeşi Olcaytu aldı. Olcaytu, ağabeyi gibi muktedir bir kişiliğe sahip olmadığı halde onun kurduğu sistem ve siyasetleri takip ettiği için ülkedeki huzur ve güvenin sürmesini sağladı. Memlük düşmanlığının yanında Avrupa’ya yaklaşırken Anadolu’da Selçuklu Devleti’nin yerini alan Türkmen beyliklerine karşı Bizans’ın yardımına gitti ve II. Andronikos Palaiologos’un kızı ile evlendi. Bu arada Kazvin ile Tebriz arasında Sultâniye adlı bir şehir kurdu ve devlet merkezini buraya nakletti. Gāzân Han zamanında bir dünya tarihi yazmakla görevlendirilmiş olan devlet adamı ve tarihçi Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî eserini tamamlayarak Sultan Olcaytu’ya sunmuştur.

1316 yılında Olcaytu’nun ölümü üzerine tahta henüz çocuk yaştaki oğlu


Ebû Said Bahadır Han çıktı. Hükümdarın tecrübesizliğinden ve onun atabegi Emîr Sevinç’in ölümünden istifade eden Vezir Tâceddin Ali Şah, idareyi eline aldı. Beylerbeyi görevine getirilen Emîr Çoban Anadolu’da ortaya çıkan isyanları bastırdı. Altın Orda ve Çağatay hanlıklarından gelecek tehlikeler bertaraf edildi ve böylece doğuda Gazne şehrine, kuzeyde Terek nehrine kadar uzanan topraklarda hâkimiyet sağlandı. Memlükler ile yıllardır devam eden mücadeleye 1323’te yapılan bir antlaşmayla son verildi. Bu sırada Ebû Said ile Emîr Çoban’ın arası açıldı ve sultan, başarılı hizmetler veren Çoban ailesini ihanetle suçlayarak bütün fertlerinin öldürülmesini emretti. Emîr Çoban, o sırada Anadolu valisi olan oğlu Timurtaş’ın Türkmenler’le birleşerek sultana karşı mücadele etme fikrine katılmadığı için bu hatasını hayatıyla ödemiştir. Ebû Said’i bu haksız kararı almaya iten sebep, Emîr Çoban’ın evli kızı Bağdat Hatun’a âşık olması ve bu münasebetle sarayda çeşitli entrikaların çevrilmesidir. Ebû Said, babası Olcaytu zamanında devletin âdeta resmî mezhebi haline gelen Şiîliği terkederek Sünnîliği seçmiş ve İslâmiyet’in yayılması için çalışmıştır. İlhanlı hükümdarlarının en büyüklerinden olan Ebû Said 1335 yılında henüz otuz yaşında iken ölmüş veya zehirlenerek öldürülmüştür (bk. BAĞDAT HATUN).

Ebû Said’in vâris bırakmadan ölümü İlhanlı Devleti’nin parçalanmasına ve yerini mahallî hânedanların almasına yol açtı. Ümerâdan Bağdat Hatun’un eski kocası Hasan-ı Büzürg ve Emîr Çoban’ın oğlu Hasan-ı Kûçek, şehzadeler arasındaki taht kavgalarından faydalanarak dilediklerini tahta çıkarmaya başladılar. Sonunda İlhanlı Devleti’nin hâkim olduğu topraklarda Celâyirliler, Karakoyunlular, Muzafferîler, Horasan Serbedârîleri ve Eratnaoğulları gibi hânedanlar kuruldu.

İlhanlı Devleti’nin idarî, malî, askerî ve hukukî müesseseleri incelendiği zaman Moğollar’dan önce Türkistan’da geliştirilen Türk devlet sistemiyle karşılaşılır. Zira bu sistem, daha Cengiz Han zamanında Moğollar’a hocalık ve müşavirlik yapmış olan Uygur ve Hârizm Türkleri aracılığıyla benimsenmişti. İlhanlılar’ın bu sistemi, kendilerinden sonra Yakındoğu’da devlet kuran hânedanlara ve nihayet Osmanlılar’a kaynak oluşturmuştur. İlhanlı idare sisteminin temelini teşkil eden divan, vezirlik, nâiblik ve beylerbeyiliği gibi kurumlar, Selçuklular’da görüldüğü gibi kısmî değişikliklerle Osmanlılar’da da yaşatılmıştır. Hükümdarın tahta çıkışında saçı saçılır ve şehzadelere, noyanlara, diğer ümerâya hil‘atler, askerlere de bahşiş dağıtılırdı; meselâ Ahmed Teküder tahta çıktığı zaman her askere 120 dinar verilmişti. Bu uygulama Osmanlılar’da “cülûs bahşişi” şeklinde devam etmiştir.

Hükümdarla vezirin görev ve sorumlulukları İlhanlılar’da kesin çizgilerle ayrılmamıştı. Sâhib-dîvân unvanını kullanan ve sivil idarenin başında bulunan vezir malî işlerin sorumluluğunu da taşıyordu. Başta kanunlar olmak üzere resmî evrakı düzenleme ve muhafaza etme geleneği Cengiz Han’dan beri mevcuttu; evrakın tamamı hükümdarın mührü ile tasdik edilirdi. Resmî yazılar, daima eski Moğol âdeti gereğince “sonsuz Tanrı’nın gücü ile” ibaresiyle, İslâmiyet’in kabulünden sonrada besmele ile başlardı. Bu uygulama Gāzân Han zamanında geliştirilmiş ve belgeler özelliklerine göre değişik renkli damgalarla mühürlenmiştir. Gāzân Han’ın bağımsız hareket etmeye başlamasına kadar büyük han İlhanlı sarayında dâimî temsilci bulunduruyor ve şehzadelerle yüksek dereceli görevlilerin idamları ile büyük çaptaki askerî seferlerin açılıp açılmamalarına bizzat kendisi karar veriyordu. Askerî bakımdan, Cengiz Han zamanında Moğollar’ın kabile (küren) sistemi yerine kabul edilen Türk onlu sistemi geçerliydi. Bu sistemin başında beylerbeyi bulunur ve onun yanında üç ulus beyi yer alırdı; beylerbeyi merkezde, ulus beyleri kendi bölgelerinde otururlardı. Anadolu Selçukluları’nda görülen saltanat nâibliği İlhanlılar’da da vardı. Ancak bazı durumlarda vezir veya beylerbeyi bu görevi üstlenebiliyordu; meselâ Beylerbeyi Emîr Çoban aynı zamanda nâibdi.

İlhanlılar da Moğol Büyük Hanlığı gibi vergi konusunda tâviz vermemişlerdir. Başta Anadolu olmak üzere İlhanlı idaresi altındaki siyasî kuruluşlar, başlarında bulunan idareciler veya İlhanlı Devleti’nin temsilcileri tarafından âdeta soyulmuştur. İlhanlılar döneminde Anadolu’daki Selçuklu malî ve idarî sistemi tamamen çözülmüş, özellikle toprak sisteminin bozulması idarî, malî ve askerî yapıyı etkilemiştir. Halbuki aynı dönemde İlhanlı Devleti, İran’da “dalay” ve “incü” divanları aracılığıyla toprak idaresini devam ettirmiştir. Para birimi olarak kullanılan dinarın değeri içerdiği altın oranına göre değişmiştir. Gāzân Han zamanında eksik vezinli paralar toplatılarak yeniden darbedildi. Bağlı ülkelerden alınan haraçlar dışında kopçur, kılan ve tamga vergisi devletin en büyük gelirini oluştururdu. Bu vergiler Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlılar’da aynı ad ve özelliğini korumuştur. Vergi konusunda Gāzân Han, kendinden önceki dönemde uygulanan kanun ve teamülleri gözden geçirerek bunları günün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlerken bazılarını kaldırmış veya yerlerine yenilerini koymuştur. Vergilerin âdil bir şekilde tahsil edilmesi için de görevlilere ağır cezaî hükümler getirmiştir. Osmanlılar’ın kullandığı “defterdar” tabiri de aslında bir İlhanlı terimidir.

Gāzân Han zamanına kadar İlhanlılar’da Cengiz yasası geçerliydi. Bu tarihten itibaren müslüman tebaanın şer‘î işlerine kadılar; hukukî, siyasî, idarî, örfî ve askerî mahkeme işlerine de Moğol şehzade ve emîrleri arasından seçilen “yarguci”ler bakardı. İlhanlı hükümdarlarından Hülâgû, Abaka ve Argun Budist idiler. Ahmed Teküder’in kısa süren hâkimiyetinde İslâmiyet halk arasında yayılmaya başlamışsa da ancak Gāzân Han zamanında resmî din olarak kabul edilmiştir.

İran’da İlhanlılar devrinde ticarî hayat gelişmiş, Yakındoğu ile Uzakdoğu, hatta Avrupa arasında ulaşım ve haberleşme kolaylaşmıştır. Bu sayede ülke düşünce, sanat ve ticaret alanında yeni gelişmelere sahne olmuştur. İtalyan tüccarlarının Tebriz’de kolonileri görünmeye başlamış, İlhanlı Devleti, Uzakdoğu ve Hindistan’dan yapılan ticarette önemli bir irtibat


rolü oynamıştır. Avrupalı seyyahlar Tebriz’i ticarî malların çokluğu yönünden devrin en zengin şehri diye tanıtmışlardır. Bu dönemde her ne kadar Anadolu doğubatı ve kuzey-güney yönündeki ticarî yolların merkezi durumundaysa da İlhanlılar bu yolların gelirine el koydukları için bu ticarî canlılıktan pek faydalanamamışlardır. İlhanlılar’da ana dil Moğolca’nın yanında Türkçe ve Farsça da geçerliydi. Bu devletin kurulmasıyla X. yüzyıldan beri devam eden Türk göçlerine ilâveten yeni Türk boyları gelmiş, böylece boylar, Yakındoğu’nun ve özellikle Anadolu’nun Türkleşmesinde etkili olmuşlardır. Cengiz Han’ın torunları tarafından kurulan İlhanlı ve Altın Orda devletlerinin İslâmlaşması ve Türkleşmesi Moğol istilâsının olumlu yönünü teşkil eder.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ǾAlâǿiyye, s. 450-456; Cüveynî, Târîħ-i Cihângüşâ, I, 88-184; II, 218-260; III, 29-90, 106-127, 280-287; Ebü’l-Ferec, Târih, II, 550-659; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-aħbâr, s. 35-190; Reşîdüddin, CâmiǾu’t-tevârîħ: Histoire des mongols de la Perse (nşr. E. M. Quatremère), Paris 1836, s. 120-420; Müstevfî, Nüzhetü’l-ķulûb (Siyâkī), s. 110-1125; Browne, LHP, III, 3-158; B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimaî Teşkilâtı (trc. Abdülkadir İnan), Ankara 1944, s. 62-70; R. Grousset, L’empire des steppes, Paris 1952, s. 420-468; Spuler, İran Moğolları, s. 57-180, 274-302; a.mlf., “İlhanlılar”, İA, V/2, s. 967-972; a.mlf., “Ilқћāns”, EI² (İng.), III, 1121-1123; Bahaeddin Ögel, Sino-Turcica, Taipei 1964, s. 196-206; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 493-625; J. M. Fiey, Chretiens syriaques sous les mongols, Louvain 1975, s. 19-107; J. Richard, La papauté et les missions d’orient au moyenâge (XIIIe-XV siècle), Rome 1977, s. 98-121, 167-190; a.mlf., “Le début des relations entre la papauté et les mongols de Perse”, JA, CCXXXVII (1944), s. 287-293; Fuad Abdülmu‘tî es-Sayyâd, el-Moġūl fi’t-târîħ, Beyrut 1980; Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 187-189; J. A. Boyle, “Dynastic and Political History of the Ilқћāns”, CHIr., V, 303-421; I. P. Petrushevsky, “The Socio-Economic Condition of Iran under the Il-Қћāns”, a.e., V, 483-537; Abdülkadir Yuvalı, İlhanlılar Tarihi I: Kuruluş Devri, Kayseri 1994, s. 9-193; a.mlf., “Hasan-ı Büzürg”, DİA, XVI, 311-312; Reuven Amitai-Preiss, Mongols and Mamluks the Mamluk Ilkhanid War 1260-1281, New York 1995; a.mlf., “Evidence for the Early Use of the Title Ilkhan Among the Mongols”, JRAS, third series: I/3 (1991), s. 353-361; H. Ahmet Özdemir, Moğol İstilâsı ve Abbâsî Devletinin Yıkılışı: Cengiz ve Hülâgû Dönemleri: 616-656/1219-1258 (doktora tezi, 1997), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 141-226; Zeki Velidî Togan, “Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti”, THİTM, I (1931), s. 1-42; W. Barthold, “İlhanlılar Devrinde Malî Vaziyet”, a.e., I (1931), s. 135-159; Şerefeddin Yaltkaya, “İlhanlılar Devri İdarî Teşkilâtına Dair”, a.e., II (1932), s. 7-16; Richard Burn, “Coins of the Ilkhānīs of Persia”, JRAS (1933), s. 831-845; K. Jahn, “İran’da Kağıt Para” (trc. M. Altay Köymen), TTK Belleten, VI/23-24 (1942), s. 270-305; Menûçihr Murtazavî, “Dîn ve Meźheb der ǾAhd-i İlhânân-ı Îrân”, Neşriyye-i Dânişkede-i Edebiyât-ı Tebrîz, X/1 Tahran 1337, s. 17-81; Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I, Ankara 1969, s. 24-47; a.mlf., “İlhanlı Hükümdarlarından Abaka, Argun Hanlar ve Ahmed-i Celâyir”, TTK Belleten, LIII/206 (1989), s. 175-197; a.mlf., “Teküder”, İA, XII/1, s. 144-145; D. O. Morgan, “Mongol or Persian: The Government of Ilkhānid Iran”, Harvard Middle Eastern and Islamic Review, III/1-2, Cambridge 1996, s. 62-76; R. Ettinghausen, “Ilқћāns”, EI² (İng.), III, 1123-1127; Abdülkadir Yuvalı, “Hülâgû”, DİA, XVIII, 474, 475.

Abdülkadir Yuvalı




Sanat. İlhanlı sanatı, İslâm sanatı tarihinin en farklı hususiyetlerinin görüldüğü bir tahribat ve yeniden doğuş safhasını teşkil eder. İlhanlı hânedanından gelen hükümdarların önemli bir kısmı sert ve otoriter kişiler olarak tanınmıştır. Ancak bu hükümdarların sanat hâmileri olduğu da bilinmektedir. Hânedanın ilk kuruluş yıllarından başlayarak XIII. yüzyılın sonlarında tahta çıkan Gāzân Han’a kadar İlhanlı hükümdarlarının değişik dinî temayülleri sebebiyle İslâm sanatı bakımından önemli bir faaliyeti göze çarpmamaktadır. Özellikle Hülâgû, Abaka ve Argun hanlar Budist olmakla birlikte Hıristiyanlığa ilgi duymuşlar, âdeta müslümanlara karşı Moğol-hıristiyan birliğini sağlamaya çalışmışlardır. Bu dönemde İlhanlılar, İslâm âlemi için büyük bir tehlike oluşturarak şehirleri ve ilim merkezlerini tahrip etmişlerdir. İlk yıllarda İran ve Azerbaycan civarında Hıristiyanlığı benimseyen Moğollar’ın çadır kiliselerde ibadet ettikleri bilinmektedir. Yerleşik hayata geçişle birlikte birçok Budist mâbedi ve kilise yaptırılmıştır. Hülâgû Han devrinde (1256-1265) Urmiye gölü civarında ve özellikle Hoy’da Budist tapınakları inşa edilmiş, daha sonra Argun Han (1284-1291) inşa ettirdiği Budist manastırlarında kendi resmini yaptırmıştır. Hıristiyanlığa karşı sempati duyan Hülâgû, Abaka ve Argun hanlar zamanında Batı İran’da ve Azerbaycan’da çeşitli Nestûrî kiliseleri ve manastırları yapılmıştır. Ancak bu eserler günümüze kadar gelmemiştir. Önemli sanat faaliyetleri ise İslâmiyet’i resmen kabul eden Gāzân Han’ın tahta çıkmasından sonra gerçekleşmiştir. İlhanlı hânedanıyla yakın münasebeti olan devlet memurları, vezirler, İlhanlı hükümdarlarının eşleri ve Müslümanlığı benimsemiş diğer bazı kişiler tarafından yaptırılan çok sayıda eserin önemli bir kısmı Anadolu Selçuklu sanat muhiti içinde ele alınmaktadır.

Gāzân Han döneminde İslâmlaşan İlhanlı yönetimi, idaresi altındaki topraklarda özellikle İran ve Güney Azerbaycan’da yoğun bir imar faaliyetine girişmiştir. İran’da Tebriz, Merâga, Sultâniye, Lincân, Verâmin ve Natanz; Anadolu’da Erzurum, Amasya, Tokat, Niğde şehirlerinde İlhanlı eserleri görülmektedir. İlhanlılar mimaride Büyük Selçuklu geleneğine sahip çıkmışlar, tasarım ve mimari ayrıntılarda, süslemede bu geleneği sürdürmüşlerdir. İnşaat malzemesi çoğunlukla İran’da tuğla, Anadolu’da ise taştır. Süslemede alçı, tuğla, sırlı tuğla ve çini kullanılmıştır. Selçuklu plan şemaları çok daha iddialı boyutlarda tekrar edilmiştir. İlhanlı sanatında bölgenin mânevî hususiyetleri devam ederken dönemin önemli merkezleriyle de yakın ilişkiler söz konusu olmuştur. Anadolu (Selçuklu), Mısır-Suriye (Memlüklü ve Zengî) ve Irak dışında bilhassa Orta Asya’dan beraberlerinde getirdikleri Moğol-Çin tesirleri sanatın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.

Mimari. İlhanlı mimarisinin pek çok eseri zaman içinde harap olmuş veya tamamen ortadan kalkmıştır. Çok sayıdaki bina da tamir ve tâdilât sebebiyle önemli değişikliklere uğramıştır. İran’daki Eserler. Gāzân Han devrinde İslâmiyet’in kabul edilmesiyle birlikte ilk önemli


eserlerin inşasına başlanılmıştır. 1298’de Gāzân Han’ın kendisi için yaptırdığı türbe, cami, medreseden oluşan külliye zamanla harap olmuştur. Aynı yıl inşa edilen Verâmin’deki, Alâeddin Türbesi İran’daki Selçuklu kümbetlerinin geleneğini sürdürmektedir. Tuğladan silindirik gövdeli yapıda gövde üçgen yivlerle donatılmış olup üstte koni biçimli bir külâhla örtülüdür. Lincân’da Selçuklu devrine ait olması muhtemel kare planlı ve kubbeli bir yapının önüne Şeyh Muhammed İbn Bakrân tarafından bir eyvan ekletilmiş ve bu kişinin ölümü üzerine (1303) buraya gömülmesiyle yapı eyvan türbeye dönüştürülmüştür. İnşa malzemesi taş olan yapıda renkli sırlı ve perdahlı çini ile alçı süslemeler görülür.

İlhanlı mimarisine önemli eserlerin kazandırıldığı Olcaytu Han (Muhammed Hüdâbende) zamanında (1304-1317) İsfahan Cuma Camii genişletilip onarımı yapılmış, bu arada batı eyvanına alçıdan bir mihrap ilâve edilmiştir. Rûmî, palmet motifleriyle süslü olan mihrapta Hz. Ali ve on iki imamın isimi yer almaktadır. Olcaytu’nun adını ebedî kılan en önemli eser, hiç şüphesiz onun başşehri olan Sultâniye’de bulunan ve ölümünden sonra buraya gömülmesi üzerine kendi adıyla anılan türbesidir. Yeni başşehrin ortasında geniş bir külliyenin çekirdeğini oluşturduğu anlaşılan yapı, aslında Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e ait bir kısım emanetin Kûfe ve Kerbelâ’dan alınarak buraya konulması için yaptırılmıştı. 710 (1310) yılında inşasına başlanan bina 713’te (1313) tamamlanmıştır. Tuğladan yapılan bina içten sekizgen planlı olup üzeri, pandantiflerle geçişi sağlanan 24,50 m. çapında ve 51 m. yüksekliğinde çift cidarlı sivri bir kubbe ile örtülüdür. Kalıntılardan, vaktiyle kubbenin üzerinin fîrûze ve lâcivert renkli çinilerle kaplanmış olduğu anlaşılmaktadır. Dört yönde sivri kemerli açıklıklara sahip yapıda kuzeybatı ve kuzeydoğu köşeler dolgulanmış olup buradan üst kattaki galeriye çıkış sağlanmıştır. Dışta kubbe eteği hizasında sekizgenin köşeleri üstünde yükselen kuleler yapıya ilginç bir görünüm kazandırmıştır. Kıble yönünde yapıya dışarıdan bitişik olarak yapılan bir ziyaret mescidi bulunmaktadır.

Natanz’da Sultan Olcaytu devrinde inşa edilen cuma camii (Şeyh Abdüssamed İsfahânî Külliyesi) cami (704/1304-1305), türbe (707/1307-1308) ve hankahtan (716/1316) oluşmaktadır. Külliyede yer alan minare 725 (1325) yılında Ebû Said Bahadır Han zamanında yapılmıştır. Dört eyvanlı avlulu cuma camiinin kıble yönünde sekizgen planlı tevhidhâne, batıda minare ve kare planlı türbe ile hankah bulunmaktadır. Cuma camiinde eyvanlar aynı yükseklikte, farklı derinlikte ele alınmış olup aralarda iki katlı revaklar yer alır. Güneye açılan hankahın âbidevî taç kapısı ile silindirik gövdeli minarede yoğun bezeme görülür. Türbe içten dört yöne genişletilmiş olup kubbesi içten mukarnas dolgulu, dıştan ise külâhla örtülüdür.

Tebriz’de Mescid-i Ali Şah, 710-720 (1310-1320) yılları arasında Olcaytu Han’ın veziri Ali Şah tarafından yaptırılmıştır. Yapının doğusunda medrese, batısında hankahla birlikte bir külliye olarak ele alındığı bilinmektedir. Tamamlandıktan kısa bir süre sonra çökmüş olan cami 30,15 m. genişlikte, 65 m. derinlikte âbidevî bir eyvan şeklinde olup duvarları 10,40 m. kalınlığında ve 25 m. yüksekliğindedir.

Verâmin’de 722-726 (1322-1326) yıllarında inşa edilen cuma camiinin bânisi Ali Kazvînî’dir. Dört eyvanlı avlulu ve mihrap önü kubbeli plana sahip olan yapıda eyvanlar eksenlerde yer almıştır. Âbidevî taçkapı kuzey eyvanı önünde olup sivri kemerli ve mukarnas dolgulu yaşmağa sahiptir. Kıble eyvanı daha geniş ve yüksek ele alınmıştır. İçi mukarnas dolgulu eyvanda ma‘kılî hatla “Allah” ve “Muhammed” yazıları vardır. Altta üç sivri kemerli kapıdan kare planlı ve kubbe ile örtülü mihrap önü mekânına geçilir. Alçı süslemeli duvarlarda iri yazı kuşağı dikkat çeker.

Merâga’da 722’de (1322) yapılan Künbet-i Gafferiyye’nin (Ca‘feriyye) bânisi, 711 (1311) yılında İlhanlılar’a sığınmış olan Memlük kökenli Kara Sungur’dur (Sultan Kalavun’un kölesi). Tuğladan kare planlı yapı moloz taş bir kripta (mumyalık) üzerine inşa edilmiştir. Yapının üst örtüsü (külâh) yıkıktır. Kuzey cephesi ortasında taçkapı, diğer cephelerde ise ikişer sivri kemerli niş içinde birer pencere vardır. Pencerelerin üzerinde birer çift çevgân değneği (arma) bulunur.

Anadolu’daki Eserler. Sivas Çifte Minareli Medrese, Erzurum Hatuniye Medresesi ve Kümbeti, Kırşehir Caca Bey Medresesi ve Fatma Hatun Kümbeti, Sivrihisar Alemşah Külliyesi gibi yapılar XIII. yüzyıl içinde ele alınmış olup bânileriyle İlhanlılar’a bağlanan, fakat Anadolu Selçuklu mimarisi içinde değerlendirilen eserlerdir. Selçuklu hâkimiyetinin tamamen ortadan kalkması ile XIV. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen diğer eserler ise İlhanlı devri yapıları olarak karşımıza çıkmaktadır. Amasya Dârüşşifâsı, 708 (1308-1309) yılında Anber b. Abdullah ve Ahmed Bey tarafından Olcaytu Han ve eşi Yıldız Hatun için yaptırılmıştır. Açık avlulu eyvanlı Selçuklu medreseleri planındaki yapı iki eyvanlı olup iki yanda revakları vardır. Taçkapının kilit taşındaki diz çökmüş insan figürü dikkat çekicidir (DİA, III, 5-6). Erzurum’daki Yâkutiye Medresesi ve


Kümbeti, 710’da (1310) Erzurum Emîri Gazanlı Cemâleddin Hâce Yâkut tarafından Sultan Olcaytu ve eşi Bulgan Hatun adına inşa ettirilmiştir. Kesme taştan olan yapıda avlunun üzeri ortası aydınlık fenerli çapraz tonozla örtülmüştür. Çift katlı yapıda alt kat üç, üst kat dört eyvanlı olarak düzenlenmiştir. Girişin karşısındaki ana eyvanın arkasında bir kümbet bulunmaktadır. Medresenin taçkapısı itinalı ve yoğun bir süslemeye sahiptir. Hayat ağacı motifi, çifte aslan, tek başlı kartal figürleri dikkat çekicidir (bk. YÂKUTİYE MEDRESESİ). Niğde’de Hudâvend Hatun Kümbeti, 712 (1312) yılında İlhanlı Valisi Sungur Ağa döneminde IV. Kılıcarslan’ın kızı Hudâvend Hatun adına yaptırılmıştır. Kesme taş yapı sekizgen kaide üzerinde sekizgen gövdeli olup üstte onaltıgene dönüşmektedir. İçten kubbe, dıştan pramidal çatılı yapıda taçkapı ve cephelerdeki pencere çevreleri ve alınlıklarında zengin taş işçiliği bulunmaktadır. Rûmî, palmet, geometrik geçmeler yanında yoğun figürlü süslemeleriyle dikkat çekici bir yapıdır (a.g.e., XVIII, 284-285). Tokat’ta 714 (1314) tarihli Nûreddin İbn Sentimur Kümbeti’nin gövdesi kesme taştan inşa edilmiş olup kare planlıdır. Taş yapı üstte tuğladan sekizgen yüksek kasnaklı ve içten tromplu kubbe, dıştan ise pramidal külâhla örtülmüştür. Erzurum’da 714’te (1314) Gāzî Ahmed b. Ali b. Yûsuf tarafından yaptırılan Ahmediye Medresesi iki eyvanlı avlulu bir yapı olup avlusunun üzeri aydınlık fenerli aynalı tonozla örtülüdür (a.g.e., XI, 331).

Minyatür. İlhanlı sanat muhitinde minyatürlü yazmalara büyük önem verilmiştir. İran minyatür sanatına olduğu kadar bütün İslâm minyatür sanatının gelişiminde bu minyatürlü yazmaların tesiri olmuştur. Her şeyden önce Çin etkilerinin açıkça görüldüğü İlhanlı minyatürleri için kaynak teşkil eden bir diğer bölge olarak da Irak önemli rol oynamıştır. İlhanlı muhitinde tarihî konular kadar astronomi ve tabii ilimlere duyulan alâka sebebiyle minyatürlerde bu ilimler tercih edilmiştir. Özellikle hayvan tasvirli minyatürler, tabii manzaralarla desteklenmiş figürler ve tarihî konuları aksettiren sahnelerin esas teşkil ettiği minyatürler bu muhitin en önemli temsilcileri sayılmaktadır. Bunların dışında destanlar da minyatürlerde işlenen konulara esas olmuştur. İlhanlı minyatürlerinin en güzel örneklerinin yapıldığı Tebriz’de istinsah edilen eserler arasında İlhanlı Veziri Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî’nin CâmiǾu’t-tevârîħ’i önemli bir yer işgal etmektedir (a.g.e., VII, 132-134). Bizzat Reşîdüddin’in idaresi altında faaliyet gösteren bu atölyede yapılan minyatürler, Çin ve Irak tesirlerinin bir araya getirildiği detaylara ehemmiyet veren ve kullanılan renklerin de etkisiyle çok güçlü tesirler bırakan ihtişamlı örnekler olarak şöhret kazanmıştır. MenâfiǾu’l-ĥayevân (New York, Pierpont Morgan Library, M. 500), el-Âŝârü’l-bâķiye (Edinburgh Üniversitesi Ktp., nr. 161) ve Muizzî’nin divanı (Londra India Office Library, nr. 912) önemli İlhanlı devri minyatürlü yazmaları olarak tanınır. Bütün bu örneklerde Moğol ve Orta Asya hususiyetleri gösteren elbise tasvirleriyle birlikte Moğol ve Orta Asya zevk ve anlayışını aksettiren başka özellikler de kendisini hissettirmektedir. İlhanlılar’ın son devirlerinde, bu geniş ölçülü ve geniş görüntülü minyatürlerle temsil edilen ihtişamlı saray üslûbu değişime uğramıştır. Önceleri güçlü bir şekilde var olan Çin tesirlerinin yerine Irak tesirlerinin hâkim olduğu yeni bir anlayış kendisini göstermeye başlamıştır.

Çini ve Seramik. İlhanlı sanatının önemli bir faaliyet alanı olan seramik, bizzat İlhanlılar tarafından yok edilmiş bulunan eski seramik merkezlerinin güçlü etkisiyle yeni Çin etkilerinin bir araya getirdiği bir anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Çin tesirlerinin çok güçlü olduğu İlhanlı seramik sanatı, Moğol zevkine uygun hususiyetleriyle hemen farkedilmekte olan sırlı, sırsız ve perdah tekniğiyle yapılmış eserlerle temsil edilmektedir. Seramik sanatıyla yakın temas içinde bulunan çiniler ve sırlı tuğlalarla tezyin edilen İlhanlı eserleri, bu faaliyet alanlarının gösterdiği gelişimi ortaya koyan en önemli örnekler olarak tanınmakta olup büyük ölçüdeki tahribata rağmen mimari tezyinatın özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Mimarideki Selçuklu geleneği, bu eserlerdeki sırlı tuğla ve mozaik çini kullanımında da kendini göstermektedir. İlhanlı seramik ve çini eserlerinin teşekkül ettiği en önemli merkezler arasında Kirman, Keşan ve Sultanâbâd büyük öneme sahiptir. İran’da (Lincân), Pîr-i Bakrân Türbesi, Natanz’da Şeyh Abdüssamed İsfahânî Külliyesi, Sultâniye’de Olcaytu Hüdâbende Türbesi ve Anadolu’da Erzurum Yâkutiye Medresesi mimarisinde yoğun sırlı tuğla ve çini kullanımı görülmektedir.

İlhanlı metal sanatı hakkında az sayıda mevcut olan eserlerle bilgi sahibi olunabilmektedir. Özellikle Irak tesirlerinin güçlü olarak görüldüğü eserler hat ve figürlü tasvirlerle süslenmiştir. İlhanlı eserlerinin büyük bir kısmı XIV. yüzyılın başında yapılmış olup çoğunluğunda dolgu tekniği görülür. Bu eserlerin yapıldığı önemli merkez olarak da Şîraz ön plana çıkmaktadır.


BİBLİYOGRAFYA:

E. Taylor, Architecture of Northwest Persia Under the Il-Khanid Mongols, Chicago 1941; D. N. Wilber, The Architecture of Islamic Iran: The Il-Khānid Period, Princeton 1955; Mazhar Şevket İpşiroğlu, Painting and Culture of Mogols, London 1967; C. Mac Lenicina, Persian Art, Leningrad 1975, tür.yer.; E. J. Grube, Persian Painting in the Fourteenth Century: A Research Report, Napoli 1978; R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu (trc. Mehmet Reşat Uzmen), İstanbul 1980, s. 331-371; G. Ventrone, “On a Variety of Ilkhanid Wall Decoration”, Isfahan, Venise 1981, s. 53-68; Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar, Ankara 1986; J. D. Hoag, Islam, Stuttgart 1986, s. 133-137; S. S. Blair, The Ilkhanid Shrine Conyhex at Natanz, Iran, Cambridge 1986; a.mlf., “Ilkhanid Architecture and Society: An Analysis of the Endowment Deed the Rab-i Rashidi”, Iran, XXII, Cambridge 1984, s. 67-90; A. K. Coomaraswamy, “Persian Miniatures of the Fourteenth Century”, Bulletin of the Metropolitan Museum of Art, sy. 19, New York 1934, s. 58-60; G. Reitlingler, “Sultanabad”, Transactions of the Oriental Ceramics Society, sy. 20, Chicago 1944-45, s. 25-34; R. Ettinghausen, “On Some Mongol Miniatures”, KOr., III (1959), s. 44-65; Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I, Ankara 1970, s. 1-147; E. Baer, “The Nisan Tasi: A Study in Persian-Mongol Metalware”, KOr., IX (1973-74), s. 39-46; Gönül Cantay, “Amasya Dârüşşifası”, DİA, III, 5-6; Ramazan Şeşen, “Câmiu’t-tevârîh”, a.e., VII, 132-134; Rahmi Hüseyin Ünal, “Erzurum”, a.e., XI, 331; Şebnem Akalın, “Hudâvend Hatun Kümbeti”, a.e., XVIII, 284-285.

A. Engin Beksaç - Ahmet Vefa Çobanoğlu