İLYÂS

(إلياس)

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerden biri.

Kur’an’da iki defa İlyâs (el-En‘âm 6/85; es-Sâffât 37/123), bir defa da İlyâsîn (es-Sâffât 37/130) şeklinde ismen zikredilmekte, mümin kullardan olduğu, kavminin taptığı Ba‘l inancıyla mücadele ettiği ve daha sonra gelenler arasında hayırla anıldığı belirtilmektedir. Arap dilcilerine göre İlyâs yabancı bir kelime olup (Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, s. 13; Jeffery, s. 68) aslı İbrânîce Eliyah veya Eliyahu’dur. “Yahve tanrımdır” anlamına gelen bu ismin, onun asıl adı değil peygamberlik görevini simgeleyen bir lakap olabileceği de belirtilmektedir (EJd., VI, 633). Arapça’da İlyâs şeklini alan Eliyahu, Yunanca’ya ve Latince’ye Elias olarak geçmiştir. Kelimenin Arapça’ya Hıristiyanlık kanalıyla girdiği ileri sürülmektedir (Jeffery, s. 68). Josef Horovitz, İlyâs’ın Yunanca’da Elias ve Eleias, Etiyopya dilinde Elyas, Süryânîce’de Eliya olduğunu, İslâm’a Habeş Hıristiyanlığı yoluyla geçtiğini belirtmektedir (Koranische Untersuchungen, s. 99).

Sînâ ve Sînîn gibi İlyâs ve İlyâsîn’in de aynı kelime olduğu ifade edilmektedir. Bir görüşe göre İlyâsîn ismi “âl” ve “yâsîn”den oluşan bir tamlamadır. Ancak İlyâsîn isminin geçtiği Sâffât sûresinde zikredilen diğer peygamberlerin adlarının yanına “âl” takısının eklenmediği, dolayısıyla buradaki kelimenin “âl Yâsîn” olamayacağı ileri sürülmektedir (Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIII, 61-62). Diğer taraftan aslı İlyâs olan İlyâsîn’deki yâ ve “nûn”un, âyetlerin sonunun nazma uygun olması için getirilmiş olduğu belirtilmektedir (Mustafavî, I, 113-117).


Kur’ân-ı Kerîm’de İlyâs hakkında başka bilgi bulunmazken tarih, tefsir ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında çeşitli rivayetler yer almaktadır. Bu rivayetlerde onun şeceresi İlyâs b. Yâsîn b. Finhâs b. Îzâr b. Hârûn b. İmrân veya İlyâs b. Âzir b. Îzâr b. Hârûn b. İmrân şeklinde verilmektedir (Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIII, 58; Târîħ, I, 461; İbn Kesîr, I, 337). Her iki şecerede de İlyâs, Hârûn’a varan bir soya mensup gösterilmiştir. Ahd-i Atîk’te Hârûn’un Nadab, Abiu, Eleazar ve İthamar adında dört oğlunun bulunduğu nakledilir. Buna göre İslâmî kaynaklarda Hârûn’un oğlu olarak zikredilen “el-Îzâr”, Ahd-i Atîk’teki Eleazar olmalıdır. Ahd-i Atîk’te Hârûn’dan sonra başkâhinlik görevini Eleazar’ın, onun ölümü üzerine de oğlu Pinehas’ın devraldığı belirtilir. İslâmî kaynaklara göre İlyâs, Pinehas’ın (Finhâs) torunudur. Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen İlyâs, Kitâb-ı Mukaddes’teki İlyâ (Eliyahu-Eli) olmalıdır. Zira Kur’an’daki İlyâs da tıpkı peygamber İlyâ gibi Ba‘l putperestliğiyle mücadele etmiştir (bk. BA‘L).

İlyâ, Ahd-i Atîk’te geçen büyük peygamberlerden biridir. II. Tarihler (21/12) bölümündeki kısa temas bir yana bırakılırsa Ahd-i Atîk’te ondan sadece Krallar bölümünde bahsedilmektedir. Peygamber İlyâ (Eli) kıssasının yer aldığı I. Krallar ile (XVII) II. Krallar’daki (II/12) kısımlarda verilen mâlûmat birbiriyle bağdaşmamaktadır; burada farklı kaynaklardan gelen bilgiler ve değişik edebî türde bir anlatım söz konusudur. Bu bilgilere göre İlyâ, milâttan önce IX. yüzyılda İsrâil kralları Ahab (874-853) ve oğlu Ahazya (853-852) döneminde İsrâil Krallığı’nda görev yapmıştır. Ahd-i Atîk, İlyâ’nın menşeiyle ilgili olarak fazla bilgi vermez. Bazı araştırmacılar, onun göçebe bir hayat süren Kenioğulları’na veya Rekabiler’e mensup olduğunu, bu iki sülâlenin Ba‘l kültüyle mücadele etmekle tanındığını bildirmiştir. Fakat kaynaklar, İlyâ’nın yürüttüğü Ba‘l karşıtı hareketin başka toplulukların da katıldığı geniş kitlelerce desteklendiğini göstermektedir (EJd., VI, 632). Dolayısıyla İlyâ’nın ailesiyle ilgili bu gerekçe yeterince güçlü değildir. İsrâil Kralı Ahab’ın Sâmiriye’de bir Ba‘l evi (tapınak) yaparak Ba‘l mezbahı kurması ve Sayda (Tyr) Ba‘li’ne tapmaya başlaması üzerine Peygamber İlyâ, birden bire ortaya çıkarak tabiatın gerçek efendisinin Yahve olduğunu belirtir ve Ba‘l’in hiçliğini vurgulamak için kuraklık doğuran güçlü ve etkili bir mûcize gösterir (Yakub’un Mektubu, 5/17-18).

Ahab ülkenin başına gelen felâketten İlyâ’yı sorumlu tutarsa da İlyâ, gerçek sorumlunun Ba‘ller’in ardınca giden Ahab olduğunu belirtir. Bunu kanıtlamak amacıyla gösterdiği büyük bir mûcize bütün halkı Yahova’nın Allah olduğuna ikna eder. Ardından İlyâ, Ba‘l kültünü ortadan kaldırmak için Ba‘l’in bütün yalancı peygamberlerini Kişon vadisine indirerek boğazlar. Kurbanın takdim edildiği yere Muhraka, Ba‘l adamlarının öldürüldüğü yere de Tellü’l-kıssis (Tellü’l-katl) denilmektedir (DB, II/1, s. 785-786). İlyâ bu katliam sebebiyle suçlanmaz, aksine putperestlerle yalancı peygamberlerin öldürülmesini emreden Mûsâ şeriatını uyguladığı ifade edilir (Tesniye, 13/15; 17/2-7). Daha sonra dua ederek kuvvetli bir yağmurun yağmasını sağlar (Yakub’un Mektubu, 5/18). Ancak bu defa da Ahab’ın eşi Kraliçe İzebel İlyâ’yı öldürmeye ahdeder. İlyâ, Yahuda’nın Beerşeba şehrine kaçar, bir süre sonra Allah’ın dağı Horeb’deki mağaraya gelir. Burada Rab, Hz. Mûsâ’ya olduğu gibi (Çıkış, 33/21-23) ona da kendini gösterir (I. Krallar, 19/9-14). Rab ona Şam’a dönmesini ve İsrâil’in putperestliğini cezalandırmak üzere Hazael’i Suriye’ye, Yehu’yu İsrâil’e kral yapmasını, Elişa’yı da kendi yerine peygamber olarak meshetmesini emreder. İlyâ bu görevlerden sadece üçüncüsünü tamamlar, diğer ikisini de kendinden sonra peygamber olan Elişa tamamlayacaktır (II. Krallar, 8/19; 9/1-6). İlyâ bunun üzerine Şafat’ın oğlu Elişa’yı bulur ve Elişa İlyâ’nın ardınca gider (I. Krallar, 17/1-19/21).

Rabbin emri üzerine İlyâ, haksız yere birinin malına el koyan İsrâil Kralı Ahab’a yaptığı haksızlığın cezasını çekeceğini bildirir (I. Krallar, 21/17-26). Gerçekten Ahab, Ramotgilead’da savaş esnasında ölür (I. Krallar, 22/29-38). Ahab’ın oğlu ve yeni kral Ahazya da İlyâ’ya karşı düşmanca davranır; fakat o da İlyâ’nın önceden bildirdiği şekilde ölerek cezasını bulur (II. Krallar, 1/1-17). Nihayet tıpkı Hanok (İdrîs) gibi (Tekvîn, 5/24) İlyâ da ölümü tatmadan göklere yükseltilir. Ateşten araba ve ateşten atlar İlyâ’yı alır ve o bir kasırga içinde göklere çıkarılır (II. Krallar, 2/1-12).

İlyâ’nın ölümü tatmadan hem bedenen hem ruhen semaya çıktığı kabul edilmekte, ancak semada nereye götürüldüğü bilinmemektedir. Bir mektubundan hareketle (II. Tarihler, 21/1-15) bazı araştırmacılar, onun Yahuda Kralı Yehoram’ın saltanatı sırasında hâlâ hayatta bulunduğunu ileri sürmektedir. Fakat genellikle İlyâ’nın göğe yükselişinin, Yehoram’ın (851-842) İsrâil tahtına oturmasından önce ve Yehoşafat’ın Yahuda krallığı döneminde (867-846) olduğu kabul edilmektedir. Ahd-i Atîk’in son iki cümlesi Peygamber İlyâ’nın tekrar dünyaya geleceğini bildirmektedir. Bu sebeple yahudi milletinin hâfızasında onun hâtırası hep canlı kalmıştır (DB, II/2, s. 1675). Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd arasındaki dönemin ürünü olan Siracide kitabında (48/10) Ben Sira, İlyâ’nın çeşitli mûcize ve özelliklerini sayarken gelecekte Ya‘kūb’un kabilelerinin İlyâ tarafından tekrar tesis edileceğini belirtmektedir.

Ahd-i Atîk’teki ifadeyi dikkate alan Hz. Îsâ zamanındaki yazıcılar da İlyâ’yı bekliyor ve onun gelişini Mesîhî zamanların yaklaştığının işareti olarak görüyorlardı (Matta, 17/10, 12; Markos, 9/11). Yahudilerin isteğine uyarak Kâhinler ve Levililer, Hz. Yahyâ’dan kendisinin beklenen İlyâ olup olmadığını sormuşlardır. Yahudilerden bir kısmı Yahyâ’yı ve Îsâ’yı beklenen İlyâ olarak kabul etmişlerdi (Yuhanna, 1/21; Matta, 16/14; Luka, 9/8). Hz. Îsâ ise bir taraftan yazıcılara İlyâ’nın geldiğini belirterek Yahyâ’nın beklenen İlyâ olduğunu söylemekte (Markos, 9/12-13; Matta, 11/7-14; 17/12), diğer taraftan İlyâ’nın daha sonra geleceğini ve her şeyi yeniden tesis edeceğini haber vermekte, Hz. Yahyâ da kendisinin İlyâ olmadığını söylemekte, başka bir münasebetle Îsâ’dan gelecek olanın kendisi olup olmadığını sormaktadır. Luka İncili’ndeki bir ifadeye göre (1/17) Hz. Yahyâ gerçek İlyâ değilse bile onun ruhunu taşıyordu. Bir yoruma göre Hz. Îsâ, Yahyâ’nın İlyâ olduğunu söylemekle sadece İlyâ’ya benzer bir peygamberin geldiğini belirtiyordu (NDB, s. 223; DB, II/2, s. 1676). Grek ve Latin kiliseleri 20 Temmuz’u İlyâ’yı anma günü olarak kabul etmişlerdir. Yahudi bilginleri, İlyâ’nın bir gün geleceğini ve kendilerinin sonraya bıraktıkları cevapları verip açıklamaları yapacağına inanmaktadırlar (DB, II/2, s. 1675-1676).

İlyâs peygamber hakkında Kur’an ve hadis dışındaki İslâmî literatürde çoğunlukla yahudi dinî literatüründen kaynaklanan pek çok rivayet yer almaktadır. Kâ‘b el-Ahbâr’ın verdiği bilgilerde Hârûn’un üçüncü batında torunu olan İlyâs’ın iri başlı, çekik karınlı, ince bacaklı bir kişi olduğu, göğsünde veya başında kırmızı bir beni bulunduğu, yedi yaşında Tevrat’ı ez-berlediği ifade edilir. Hezekiel peygamberden sonra İsrâiloğulları içinde birçok bid‘at ortaya çıkmış, İsrâiloğulları Allah’a verdikleri sözü unutup başka ilâhlara tapmaya


başlamışlar, bunun üzerine Allah onlara İlyâs’ı peygamber olarak yollamıştır. Bir rivayete göre küçüklüğünde vuku bulan bir hadise üzerine dağlara kaçıp ömrünün kırk yılını oralarda geçirmiş, kırk yaşında kendisine peygamberlik verilmiş, yetmiş karyeye gönderilmiştir.

İslâmî kaynaklarda da İlyâs’ın Kral Ahab ve Kraliçe İzebel’in saltanatları döneminde yaşadığı bildirilir. Kral Ahab putlara tapıyor ve kavmini de buna zorluyordu. İlyâs onları Ba‘l’e tapmayı bırakıp Allah’a kulluğa davet etti. Kral Ahab, İlyâs’ın davetine uyarak putperestliği terketti. Bir ara karısı İzebel komşusunu öldürterek bahçesini ele geçirince Allah onları ikaz etmek ve bahçeyi iade etmelerini, aksi takdirde cezalandırılacaklarını bildirmek için İlyâs’ı gönderdi. Ahab buna kızarak putperestliğe döndü ve İlyâs’ı öldürmeye kalkıştı. Bunun üzerine İlyâs yedi yıl dağlarda ve mağaralarda gizlendi. Bir ara ortaya çıktıysa da kralın düşmanlığı devam ettiği için tekrar dağa döndü. Anlatıldığına göre uzun zaman sonra dağdan inen İlyâs, Yûnus b. Mattâ’nın (başka bir rivayette Elyesa‘ b. Ahtub) annesinin evine misafir olur ve burada altı ay kaldıktan sonra dağa döner. Kavminin putperestlikte ısrar etmesinden dolayı çok üzülen İlyâs, yedi yıl sonra İsrâiloğulları’nın yaptıklarından bıktığını ifade ederek Allah’tan ruhunu almasını dilerse de bu dileği kabul edilmez. Ancak İlyâs’a üç yıllığına yağmura hükmetme yetkisi verilir. Onun yağmuru durdurmasıyla büyük bir kıtlık ve kuraklık baş gösterir. Üç yılın ardından meleklerin araya girmesiyle kuraklık sona erer, İlyâs’ın duasıyla yağmur yağar, tekrar bolluk ve bereket olur. İsrâiloğulları’nın yine de isyandan vazgeçmemesi üzerine İlyâs kendisini bu dünyadan kurtarması, katına çağırması için Allah’a niyazda bulunur. Sadık müridi Elyesa‘ ile birlikte iken ateşten bir at gelir, Elyesa‘ın hayret nidaları arasında İlyâs ata binip göğe yükselir (Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIII, 58-62; a.mlf., Târîħ, I, 461-464; Sa‘lebî, s. 252-259; İbn Kesîr, I, 337-339; Köksal, II, 135-140). İslâmî eserlerde yer alan İlyâs ile ilgili bilgilerin kaynağı genelde Ahd-i Atîk (I. Krallar, 17-II. Krallar, 2) ve diğer yahudi rivayetleridir. İlyâs’ın dileğiyle meydana gelen kuraklık, Ba‘l rahiplerinin, komşuları olan bahçe sahibinin, İlyâs’ı yakalamaya giden askerlerin kıssaları gibi unsurlar bazı farklılıklarla yahudi kaynaklarında da bulunmaktadır.

İlyâs peygamberin halen hayatta olduğuna dair Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde bilgi yoksa da bu konuda yine İsrâiliyat türünde çeşitli rivayetler vardır. Kâ‘b el-Ahbâr’dan nakledilen bir rivayete göre dört peygamber halen sağdır. Bunlardan İlyâs ve Hızır yerde, İdrîs ve Îsâ göktedir. İlyâs karalarda, Hızır ise denizlerde Muhammed ümmetinden darda kalanların imdadına yetişmekle mükelleftir. Ancak İbnü’l-Cevzî, Hızır ve İlyâs’ın hayatta olduğunu ileri süren bütün rivayetlerin uydurma olduğunu belirterek bunların öldüğüne dair çeşitli deliller ileri sürer. Meselâ Kur’an’da, “Ey Muhammed! Biz senden önce dünyada hiçbir insana ebedîlik vermedik” buyurulurken (el-Enbiyâ 21/34) Hz. Peygamber de o anda hayatta olanlardan 100 yıl sonra kimsenin kalmayacağını ifade eden hadisiyle (Buhârî, “Ǿİlim”, 41; Ebû Dâvûd, “Melâĥim”, 18; Tirmizî, “Fiten”, 64) hiçbir insanın ölümsüz olmadığına işaret etmiştir. Ayrıca İslâm âlimlerinin çoğu İlyâs’ın öldüğüne kanidir.

Bazı tefsirlerde İlyâs’ın aslında İdrîs peygamber olduğu yönünde rivayetler yer almaktadır. Abdullah b. Mes‘ûd kıraatinde İlyâsîn kelimesinin İdrâsîn şeklinde olduğu, onun mushaftaki İlyâs kelimesini de İdrîs diye okuduğu kaydedilmektedir; İbn Mes‘ûd ile birlikte İbn Abbas’tan da bu yönde bir rivayet aktarılmaktadır (Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIII, 61-62). Ancak İdrîs ve İlyâs farklı zamanlarda yaşamış iki ayrı peygamberdir (Buhârî, “Enbiyâǿ”, 4). İdrîs, Hz. Nûh’tan önce yaşamıştır. İlyâs ise daha muahhar olup Hz. Hârûn’un torunlarındandır.

Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde Hızır ile İlyâs’ın aynı şahsiyet olabileceğine dair bir işaret bulunmamasına rağmen bazı rivayetlerde bu ikisi arasında bir münasebet bulunduğu öne sürülmekte, kardeş veya aynı kişi oldukları belirtilmektedir (Aydemir, V/2 [1981], s. 35). Halk inançlarında da bazan bu ikisi birbirinden ayırt edilmemektedir. Fakat temel İslâmî kaynaklarda Hızır ve İlyâs iki ayrı şahsiyet olarak mütalaa edilir. Kur’an’da İlyâs adı geçmekle beraber Hızır ismine rastlanmaz. Bununla birlikte müslüman müellifler, Ehl-i kitap rivayetlerinde ve diğer folklor malzemesinde ikisi arasında büyük bir benzerlik olduğunu görmüşler, bunu da ikisinin zaman zaman buluştuğu ve bazı ortak işler yaptığı şeklindeki rivayetleri dikkate alarak açıklamaya çalışmışlardır. Hızır kelimesinin lakap, İlyâs’ın da isim olabileceğini düşünen müellifler Hızır’ın asıl isminin Belyâ olduğunu kabul etmişlerdir. Belyâ, İlyâs’ın farklı bir telaffuzundan ibaret olup bütün şarkiyatçılar, İslâmî kaynaklarda ve halk inançlarında Hızır diye bilinen şahsiyetin temelde Kitâb-ı Mukaddes’teki İlyâ figüründen başkası olmadığı sonucuna varmıştır (Ocak, s. 79-80).

BİBLİYOGRAFYA:

Mustafavî, et-Taĥķīķ, I, 113-117; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 4; “Ǿİlim”, 41; Ebû Dâvûd, “Melâĥim”, 18; Tirmizî, “Fiten”, 64; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), XXIII, 58-62; a.mlf., Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 461-464; Sa‘lebî, ǾArâǿisü’l-mecâlis, Beyrut 1985, s. 252-259; Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, el-MuǾarreb, Tahran 1966, s. 13; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 337-339; Tecrid Tercemesi, IX, 88-89; J. Horovitz, Koranische Untersuchungen, Berlin-Leipzig 1926, s. 99; A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Cairo 1938, s. 67-68; G. Fohrer, History of Israelite Religion (trc. David E. Green), London 1975, s. 222; NDB, s. 222-223; A. Yaşar Ocak, İslam-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara 1985, s. 72-81, 99-100; ayrıca bk. tür.yer.; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, II, 135-140; L. Ginzberg, The Legends of the Jews, Baltimore 1998, IV, 193-235; Abdullah Aydemir, “İlyas(as) Hakkında Bir Araştırma”, İslâm Medeniyeti, V/2, İstanbul 1981, s. 27-38; John Bowman, “Elijah and the Pouline Jesus Christ”, Abrnahrain, XXVI, Leiden 1988, s. 1-18; A. Legendre, “Cison (Torrent de)”, DB, II/1, s. 785-786; E. Mangenot, “Elie”, a.e., II/2, s. 1670-1676; H. Cazelles, “Elie”, Catholicisme: Hier, aujourd’hui, demain, Paris 1956, IV, 8-9; G. Jacquemet, “Elie (Le retour d’)”, a.e., IV, 10-11; Y. Gutmann v.dğr., “Elijah”, EJd., VI, 632-642; A. J. Wensinck - G. Vajda, “Ilyās”, EI² (Fr.), III/2, s. 1184-1185; İlyas Çelebi, “Hızır”, DİA, XVII, 406-409.

Ömer Faruk Harman