İNAT

(العناد)

Sözlükte “uzaklaşmak, topluluktan ayrı durmak, yoldan çıkmak, haktan sapmak” gibi anlamlara gelen inâd ve aynı kökten muânede, birer ahlâk kavramı olarak


genellikle “kişinin bir görüş, inanç ve davranışı doğru olduğunu bilmesine rağmen reddetmesi, aykırı davranmakta direnmesi” şeklinde açıklanmaktadır. Kaynaklarda kavramın bu anlamına, Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in İslâm’ın hak din olduğunu vicdanen kabul ettiği halde “Yeğeninin peşine takıldı” şeklinde kınanacağı korkusuyla ölünceye kadar inkârcılıkta direnmesi örnek gösterilir (Lisânü’l-ǾArab, “Ǿand” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “Ǿand” md.).

Kur’ân-ı Kerîm’de dört âyette anîd (inatçı) geçmekte olup tefsirlerde bu kelime, “gerçeği kabul edip ona teslim olmamakta direnen isyankâr kişi” diye açıklanmaktadır (Kurtubî, IX, 57; Şevkânî, II, 574). Bu âyetlerin birinde, ısrarla iyiliği engelleyen ve Allah’tan başka tanrı edinen inkârcı kişi bu sıfatla anılmakta (Kāf 50/24-26), iki âyette de kelime, “cebbâr” nitelemesiyle birlikte önder ve yönetici konumundaki kimseler için kullanılmaktadır (Hûd 11/59; İbrâhîm 14/15). Hz. Peygamber’in, “Yâ rabbi, beni zorba ve inatçı olmaktan koru!” (İbn Mâce, “EtǾime”, 6; Ebû Dâvûd, “EtǾime”, 17) şeklindeki duasında da zorbalıkla inatçılık arasındaki ilişkiye ve bu huyların ahlâkî tehlikesine dikkat çekilmiştir. Müddessir sûresinde (74/16), Allah’ın kendisine birçok nimet vermesine rağmen yine de O’nun âyetlerini tanımamakta direnen inkârcı kişi de anîd sıfatıyla nitelenmekte ve kınanmaktadır. Âyetlerden anlaşıldığına göre Kur’ân-ı Kerîm’de inat kavramı inkâr ve şirk kavramlarına, özellikle “İslâmî değerlere karşı küstahça direnmek, akıl ve vicdandan ziyade bencil ve ilkel duyguların etkisiyle hareket etmek” anlamını ifade eden “cehl” (bk. CÂHİLİYE) terimine yakın bir mâna taşımaktadır. Nitekim Buhârî de el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’te müşrikler ve mürtedler, müslümanlara kin besleyen yahudiler, İslâm’ın kesin hükümlerini tanımamakta ısrar edenler, meşrû otoriteye baş kaldıran Hâricîler gibi zümrelere dair hadisleri topladığı seksen sekizinci kitaba “Mürtedler ve inatçıların tövbeye davet edilmesi ve bunlarla savaşılması ...” şeklinde başlık koymuştur. Bu âyet ve hadisler gerçeğe saygılı olmanın, doğru fikirleri kabul etmenin, haklı önerilere değer verip yanlış fikir ve davranışları terketmenin İslâmî terbiye ve ahlâkın gereklerinden olduğunu göstermektedir.

Felsefe ve kelâm literatüründe, her şeyin vehim ve hayalden ibaret olduğunu savunarak eşyanın gerçekliğini inkâr eden sofistlere “indiyye” (rölativist), bunlardan kendi görüşünde direnip başkalarına hiçbir hak tanımayan gruba da “inâdiyye” (dogmatik) denilmiştir (Tehânevî, II, 956).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “Ǿand” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 956; Tâcü’l-Ǿarûs, “Ǿand” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “Ǿand” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “Ǿand” md.; İbn Mâce, “EŧǾime”, 6; Ebû Dâvûd, “EŧǾime”, 17; Kurtubî, el-CâmiǾ, IX, 57; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, II, 574.

Mustafa Çağrıcı