İNNİYYE

(الإنّيّة)

Varlık anlamında felsefe terimi.

Arapça bir terim olan inniyye, IX. yüzyıldaki tercümeler döneminde Yunanca felsefe metinlerinin Arapça’ya çevrilmesi esnasında kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bu terimin şekli, aslı ve anlamı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bunu ilk kullananlardan biri olan Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’nin felsefî risâlelerini neşreden Ebû Rîde, filozofun eserlerinin nüshalarında kelimenin harekesiz ve şeddesiz olarak “الانية” şeklinde yazıldığını kaydeder (Resâǿil, s. 97). Buna karşılık sözde Aristo’ya ait Kitâbü Esûlûcyâ’nın nâşiri Abdurrahman Bedevî terimi “الآنية” biçiminde uzun elifle tesbit etmiş ve eserin yazmasında böyle olduğunu belirtmiştir (Eflûŧîn Ǿinde’l-ǾArab, s. 197-198). Cürcânî’nin et-TaǾrîfât’ında da terim bu şekilde geçmektedir (“Âniye” md.). Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât’ında (s. 136) pekiştirme edatı olan “inne”den söz ederken bunun Arapça’da varlık bakımından tekit ifade ettiğini söyledikten sonra, “Filozoflar, varlığının kuvveti ve tekidi bakımından mevcudatın en mükemmeli olmasından dolayı kendiliğinden zorunlu varlığa inniyye derler” şeklinde bir açıklamada bulunmaktadır. Ebü’l-Bekā bu hususta Fârâbî’ye dayanmış görünmektedir. Fârâbî Kitâbü’l-Ĥurûf’unda (s. 61) “انَّ”nin, varlığı ve bir şeyi bilme konusunda sebat, devam, kemal ve sağlamlık demek olduğunu belirtir. Ancak Fârâbî’nin metninde yer alan “انَّ” şeklinin hem inne, hem enne okunması mümkündür. Dolayısıyla kelimenin “inniyye” ve “enniyye” olma ihtimali ortadan kalkmamaktadır. Terimin en çok geçtiği, Aristo’ya maledilen Kitâbü’l-Îżâĥ fi’l-ħayri’l-maĥż’dan itibaren (Bedevî, el-Eflâŧûniyyetü’l-muĥdeŝe, s. 3-7, 12, 14, 17, 19, 21) Kindî, Fârâbî, Âmirî, İbn Sînâ ve Gazzâlî’nin eserlerinde “الانية” şeklinde harekesiz olarak yer alması, onun “enniyye, inniyye, âniye” şeklindeki okunuşlarından birini tercih etmeyi güçleştirmektedir. Bu okunuşlardan herhangi birinin tercihinde onun Arapça asıllı bir kelime olup olmayışının da rolü vardır.

Ebü’l-Bekā, inniyyenin Arapça’da mevcut olmayan muhdes bir kelime olduğunu söylemektedir. Abdurrahman Bedevî, terimin et-TaǾrîfât’da yer alan âniye şeklindeki yazılışını esas alarak onun “olmak, oluş” (İng. to be, being) anlamındaki Yunanca to einai’den Arapçalaştırılmış olduğunu ileri sürmektedir. Fakat Bedevî’nin görüşü ciddi tenkitlere mâruz kalmıştır. Buna göre her şeyden önce “eyney” olarak telaffuz edilen bu Yunanca kelimenin âniye haline nasıl dönüştüğünü açıklamak imkânsız görünmektedir. Öte yandan bunun, Arapça ân kelimesinin nisbesi olan âniye ile iltibasa yol açacak olması da söz konusu dönüştürme ihtimalini zayıflatmaktadır. Ayrıca Arapça’da “vücûd, mevcûd, zât, mâhiyyet ve cevher” gibi anlamlara tekabül eden Yunanca ôn, ouisa gibi kelimelerin değil to einai kelimesinin Arapçalaştırılmış olduğu iddiası zorlama olarak görülmüştür (Kindî, s. 98). Ebû Rîde, Arapça lafızlar kullanmaya düşkün olan Araplar’ın varlık mânasını ifade etmek için Yunanca kökenli bir kelimeyi Arapçalaştırmaya ihtiyaçlarının bulunmadığını, onların Yunan felsefesiyle ilk temaslarından itibaren “kevn” terimini varlığı da (vücûd) içine alan daha geniş anlamda kullandıklarını söylemektedir. Ona göre Araplar’ın dilinde “kevn, kevniyyet, kâiniyyet” gibi vücûda tekabül eden kelimeler mevcuttu ve ilk İslâm filozofu olarak Kindî de kevn kelimesini “vücûd ve hudûs” mânasında kullanmıştır. Bunun yanında Araplar, kategorileri (makūlât) ve ayrıca birçok şeyi ifade etmek için Yunanca kelimeleri Arapçalaştırmak yerine “kem”den “kemmiyyet”, “keyfe”den “keyfiyyet”, “mâ”dan “mâiyyet” ve “hüve”den “hüviyyet” gibi kelimeler türetmişlerdir (a.g.e., s. 99). Sonuç olarak terimin Yunanca asıllı olmadığını ve dolayısıyla “âniye” şeklindeki okunuşunun yanlış kabul edildiğini söylemek gerekir.

Batılı araştırmacılardan bir kısmı, meselâ Melle Marie - Thérése d’Alverny (“Anniyya-Anitas”, Mélanges offerts à Etienne Gilson [Toronto 1959], s. 59-91), Richard Frank (“The Origin of the Arabic Philosophical Term انية”, Cahiers de Byrsa [Paris 1956], s. 181-201), Simon van der Bergh (EI2, I, 513) ve Alfred L. Ivry (Al-Kindi’s Metaphysies, Albany 1974, s. 120 vd.),


terimin Arapça en yahut enne edatından türetilmiş olduğunu tahmin ederek “enniyye” şeklinde okumuşlardır. Buna karşılık Cemîl Salîbâ gibi bazı araştırmacılar da Ebü’l-Bekā’nın görüşüne katılarak terimin inneden türemiş olduğu ve “inniyye” biçiminde okunması gerektiği kanaatindedir. Ancak Ebü’l-Bekā’nın, bir yandan onun inneden türediğini söylerken bir yandan da Arap’ın kelâmından olmadığını söylemesi çelişkidir. Öyle görünüyor ki “انية” kelimesinde “var ve mevcut olma” anlamı görenler onu enniyye, varlıkla birlikte onda bir de tekit görenler ise inniyye şeklinde okumayı tercih etmektedir. Bununla birlikte Fârâbî ve Ebü’l-Bekā’nın açıklaması dikkate alındığında terimin inniyye biçiminde okunması daha doğru görünmektedir.

İnniyye başlıca iki anlamda kullanılmaktadır. Dar anlamıyla Yunanca “to einai” ve “to on” kelimelerine karşılık olmak üzere “varlık” (vücûd, mevcut) ve “hüviyyet” mânasına gelmektedir. Bu anlamıyla hüviyyet gibi inniyye de mahiyete zıttır. Bunu şu ifadelerde görmek mümkündür: “İlk illet ilk varlıktır (inniyye)”; “O nesnelerin varlıklarını (inniyyât) ve sûretleri ihdas eder”; “İlk illet sırf hüviyyettir”; “Onun hüviyyeti bütün hüviyyetlerin hüviyyetidir”; “İlk gerçek varlık (inniyye)...” (Bedevî, Eflûŧîn Ǿinde’l-ǾArab, s. 26, 51, 174, 211); “varlığı (inniyye) olan her şeyin hakikati de vardır, çünkü hak zorunlu olarak mevcuttur; öyleyse varlıklar (inniyyât) mevcuttur” (Kindî, s. 97). Kitâbü’l-Îżâĥ fî ħayri’l-maĥż’da (Abdurrahman Bedevî, el-Eflâŧûniyyetü’l-muĥdeŝe, s. 19) ilk hüviyyetin ma‘kullerin hepsine hüviyyet verdiği, ilk yaratılan şeyin inniyye (s. 6) ve yine ilk yaratılan hüviyyetin akıl (a.g.e., s. 17) olduğu anlatılırken inniyye ve hüviyyet terimlerinin aynı anlamda kullanıldığı görülmektedir. Tanrı’nın dışındaki varlıklarda inniyyenin mahiyetten farklı olduğunu gösteren en iyi örnek İbn Sînâ’nın şu ifadelerinde görülmektedir: “Zorunlu varlığın zorunlu varlık olmaktan başka bir mahiyeti yoktur; bu da inniyyedir ... İnniyyesi olmaksızın mahiyeti olan şey mâlüldür” (eş-Şifâǿ, s. 346-347).

Geniş anlamıyla inniyye, “hüviyyet ve vücûd” yanında “zât, mahiyet ve cevher” anlamına da gelir. Arapça’daki cevher kelimesine karşılık olan Yunanca ouisa Arapça’da ayn, zat ve tabiat gibi kelimelerle karşılanmıştır. Ancak Aristo’nun cevher fikrini ifade etmek için kullandığı ti esti, tode ti ve tode gibi terimler Arapça’ya “inniyye, mâ hüve” vb. terimlerle tercüme edilmiştir (Kraemer, s. 189). Kitâbü Esûlûcyâ’daki şu ifade buna bir örnek olabilir: “Cevher hikmettir, ilk inniyye cevherdir ... İnniyye cevher ve hikmet aynı şeydir” (Abdurrahman Bedevî, Eflûŧîn Ǿinde’l-ǾArab, s. 156). Gerçekte bunun en çarpıcı delili Âmirî’nin el-Fuśûl fi’l-meǾâlimi’l-ilâhiyye’sinde görülebilir. Âmirî’nin bu eseri büyük ölçüde Kitâbü’l-Îżâĥ fi’l-ħayri’l-maĥż’ın kopyası olup bu kitapta yer alan inniyye kelimeleri Âmirî’nin kitabında cevher kelimesiyle değiştirilmiştir. Sonuç olarak inniyye, ister tekil ve müşahhas ister tümel ve mücerret olsun varlığa delâlet eder.

BİBLİYOGRAFYA:

et-TaǾrîfât, “Âniye” md.; Kindî, Resâǿil, s. 97-99; Fârâbî, Kitâbü’l-Ĥurûf (nşr. Muhsin Mehdî), Beyrut 1986, s. 61; İbn Sînâ, eş-Şifâǿ: el-İlâhiyyât(1), s. 346-347; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, Kahire 1287, s. 136; A. M. Goichon, Lexique de la langue philosophique d’Ibn Sīnā, Paris 1938; Abdurrahman Bedevî, Eflûŧîn Ǿinde’l-ǾArab, Kahire 1955, s. 26, 51, 156, 174, 197-198, 211; a.mlf., el-Eflâŧûniyyetü’l-muĥdeŝe Ǿinde’l-ǾArab, Kahire 1955, s. 3-7, 12, 14, 17, 19, 21; Alfred L. Ivry, Al-Kindi’s Metaphysics, Albany 1974; Cemîl Salîbâ, el-MuǾcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, I, 169; J. L. Kraemer, Philosophy in the Renaissance of Islam, Leiden 1986, s. 189; Sahbân Halîfât, Resâǿilü Ebi’l-Ĥasan el-ǾÂmirî ve şeźerâtühü’l-felsefiyye, Amman 1988; S. van den Bergh, “Anniyya”, EI² (İng.), I, 513.

Kasım Turhan