İSFAHÂNÎ, Ebû Îsâ

(أبو عيسى الإصفهاني)

Ebû Îsâ İshâk b. Ya‘kūb el-İsfahânî

Milâdî VIII. yüzyılda İran’da faaliyet gösteren Îseviyye mezhebinin kurucusu.

İbrânîce Obadiah (Allah’ın kulu) ismiyle de anılmaktadır (Jacob al-Kirkisânî, I, 102-103). Şehristânî bu ismi Obed Elohim şeklinde zikretmektedir (el-Milel, I, 215). Yahudi kaynakları, Ebû Îsâ’nın Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân zamanında (684-705) yaşadığını bildirmektedir (Jacob al-Kirkisânî, I, 51; Moses Maimonides, s. 458-459). Şehristânî’ye göre ise Emevî Halifesi II. Mervân döneminde (744-750) fikrini yaymaya başlamış, Abbâsî Halifesi Mansûr zamanında da (754-775) faaliyet göstermiştir (el-Milel, I, 215). Mervân döneminde İran’da meydana gelen karışıklık ve birbirini takip eden Şiî ayaklanmaları düşünüldüğünde Ebû Îsâ’nın, “İran’daki yahudileri diğer milletlerin ve zalim hükümdarların boyunduruğundan kurtarıp bağımsızlığa kavuşturmak” şeklinde ifade edilen Mesîhî görevi için Şehristânî’nin verdiği tarih uygun düşmektedir.

Gerek şahsına gerekse ismine nisbetle Îseviyye diye adlandırılan mezhebi hakkındaki sınırlı bilgilere göre Ebû Îsâ kendini beklenen Mesîh’in elçisi, hatta bizzat Mesîh ve bir peygamber olarak takdim etmiştir. Taraftarları, onun peygamberliğinin bir işareti olmak üzere ümmîliğine rağmen Allah’ın vahiy ve ilhamına mazhar olarak birçok eser yazdığına inanırlar. Yahudilerden bir kısmı ona uymuş, kendisine mûcizeler ve hârikulâdelikler atfetmiştir. Onlara göre Ebû Îsâ, semaya urûc etmiş ve orada Allah tarafından İsrâiloğulları’nı âsi ümmetlerin ve zalim meliklerin zulmünden kurtarmakla görevlendirilmiş bir mesîhtir.

Ebû Îsâ, sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa okunan Şema duasını (Tesniye, 6/4-9, 11/13-21; Sayılar, 15/37-41) devam ettirmiş, ancak günde üç vakit olan ibadeti yediye çıkarmıştır. Kirkisânî bu yeni uygulamada Mezmurlar’daki, “Günde yedi defa sana hamdederim” (49/164) ifadesine uyulduğunu belirtmekte, Şehristânî ise Ebû Îsâ’nın ibadet sayısını ona yükselttiğini bildirmektedir. Ebû Îsâ boşanmaya hiçbir şekilde cevaz vermemiş, Rehâbîler’in âdetlerine (Yeremya, 25/2-10) veya Rabbinik geleneğe (Baba Bathra, 60b) uyarak müntesiplerine sürgünde bulundukları, yani Yeruşalim’den (Kudüs) ayrı kaldıkları sürece hayvan eti yemelerini, şarap içmelerini yasaklamıştır. Tevrat’ta emredilen dinî hükümlerin bir kısmını kendine göre yorumlayarak diğer yahudilerden ayrılmış olsa da Rabbinik Yahudiliğin kutsal günlerini kutlamıştır. Bu sebeple rabbilerin Îsevîler’le evlenmeye cevaz verdikleri belirtilmiştir (Jacob al-Kirkisânî, I, 144-145).

Gerek Hz. Îsâ’nın gerekse Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ve tasdik eden Ebû Îsâ’ya göre her iki peygamber de sadece kendi toplumlarına gönderilmiştir. Ayrıca semaya urûc ettiği zaman bu peygamberlerle görüşüp tanıştığını ileri sürer. Öte yandan Ebû Îsâ, Rabbinik Yahudiliğe hoş görünmek için rabbilerle nebîlerin aynı mertebede olduklarını belirtmiştir.

Ebû Îsâ, taraftarları çoğalınca topladığı ordu ile Abbâsî yönetimine karşı isyan etti. Halife Mansûr bunların üzerine bir ordu sevketti. Rey şehri civarında İslâm ordusuyla karşı karşıya gelen Ebû Îsâ, ordusunun bulunduğu bölgenin çevresine bir çizgi çizdikten sonra halifenin askerlerinin bu çizgiyi aşamayacağını söyleyerek askerlerine cesaret vermeye çalıştı; fakat kendisi savaş meydanından kaçtı, bir rivayete göre de askerleriyle birlikte öldürüldü. Ancak taraftarları onun ölmediğini, çevredeki dağlardan birine çekildiğini ve ileride yeniden döneceğini kabul etmektedir.


Ebû Îsâ’nın temsil ettiği mesîhliğin Yahudilik’teki mesîhlikle hiçbir ilgisi yoktur. Buna karşılık Îseviyye mensuplarının ortaya attıkları mesîh görüşüyle hemen hemen bütün Şiî fırkalarında görülen mehdî inancı arasında çok yakın bir benzerlik bulunmaktadır. Meselâ ikisine göre de mesîh ölmemiştir veya ölmüşse de bu sadece zâhirî bir ölümdür; gerçekte ise mehdî gibi mesîh de ileride geri dönecek, dünyayı adaletle yönetecektir.

Bu mezhep Ebû Îsâ’dan sonra talebesi Yudgân tarafından devam ettirilmiş, fazla taraftarı bulunmasa da Mâverâünnehir’den Endülüs’e kadar İslâm topraklarının çeşitli bölgelerine dağılmış olarak en az üç asır varlığını sürdürmüştür. Öte yandan Ebû Îsâ’nın yahudi geleneğine aykırı görüşleriyle Karâîliğin oluşumuna da tesir ettiği ileri sürülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Bâkıllânî, et-Temhîd (İmâdüddin), s. 218-219; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 231, 280; Bîrûnî, el-Âŝârü’l-bâķıye Ǿani’l-ķurûni’l-ħâliye (nşr. E. Sachau), Leipzig 1923, s. 15; İbn Hazm, el-Faśl, I, 99; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 215; The Babylonian Talmud, London 1935-78, Nezikin, Baba Bathra, 60b; Jacob al-Kirkisânî, Kitâbü’l-Envâr ve’l-merâkib (Code of Karaite Law), New York 1939-40, I, 51-52, 102-103, 144-145; S. W. Baron, A Social and Religious History of the Jews, New York 1957, V, 182-183; Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965, s. 185-187; a.mlf., Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, Ankara 1968, s. 131; Moses Maimonides, Letter to Yemen (I. Twersky, A Maimonides Reader içinde), New York 1972, s. 458-459; Z. Avneri, “Abū Isā, Isaac Ben Jacob al-Isfahānī”, EJd., II, 183-184; S. Pines, “al-ǾIsāwiyya”, EI² (İng.), IV, 96.

M. Süreyya Şahin